TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi bu köşede Türkiye gerçeklerini, devlet olsun, millet olsun, medya olsun vs. objektif bir biçimde ifade etmeye çalışmış durumdayız.

Ve aynı objektiflikle devam edeceğiz.

Ama bu da bir gerçektir ki nerede olursan ol, hangi platformda bulunursan bulun, hakkı ve hakkaniyeti daima üstün tutman gerekir.

Bir yazar, bir şeyler yazıyorsa hakkın ve hakkaniyetin yanında olmalı.

Güçlünün yanında değil, güçsüzün yanında yer almalı.

Bu da yüce insanlık karakterinin gereğidir.

Paslanmış vicdanlar, karartılmış ruhlar, hiçbir zaman "hakkı ve hakkaniyeti" anlamaz, savunamaz ve kalbi de aydınlatamaz.

Kalpteki şefkat ve merhameti karartıp, insanlığın yüce karakterini yitirip, vicdansız ve karaktersiz bir varlık durumuna gelir.

Ki o da maalesef bugün medeni olarak geçinen bir dünya, çağdaş insan temel hak ve özgürlüğüne saygılı diye söylene duran, insanlık benliğini kaybetmiştir.

Dünya ülkeleri de.

Özellikle Birleşmiş Milletler ve batı dünyası!

Ne yazık ki başta ifade ettiğim gibi vicdanen, ruhen ve kalben kendini karartmış, insanlık cevherini yitirmiş durumda.

Buna da paralellik arz eden bizim medyanın bazı kalemşorları ve bazı muhalefet partileri ve liderleri…

Her şeyiyle karartılmış insanlık cevherini yitirmiş platformda yer alarak, zalimin zulmüne alkış tutmaktadırlar.

Zaten utanma yok da!

Belki milletten korkma tehlikesi varsa da fazlasıyla kendilerini açığa vurmayıp, barbarlıklarını biraz daha hafif tutuyorlar.

CHP lideri ve bazı yazar-çizerler, gerçekten önünü göremeyen vicdani ve kalbi görme duyularını yitiren, akla karayı seçemeyecek kadar gaflete düşmüşler.

Sözüm ona fikir ve düşünce erbapları da veya kanat önderleri de günümüzdeki insanlığı yitirmiş dünya gibi düşünen barbarları aratmamaktadırlar.

Ne acı verici bir durumdur ki Türkiye hala da tarihinden ders-i ibret almayıp, CHP’nin ve diğer bazı muhalefetin üslubunu tanımıyor, bilmiyor, görmüyor.

Doğrusu bu da insanı derinden etkiliyor.

* * *

Kulağımızın dibinde ve coğrafyamızın sınırdaşı olan Suriye ve aynı zamanda yüce İslam dinine bağlı bir millet, ne olursa olsun kardeşlerimizdirler.

Gün gittikçe, insanlık dışı haydutlaşan bir Beşar Esed’in tipik duruşundan acımasız katilliğinden birileri etkilenmiyor.

Ve birileri de bu adileşen anlayışa ne yazık ki hala alkış tutuyor.

Helikopterlerle varil dolusu kimyasal ve bombalarla Halep’i Humus’u Hama’yı ve daha nereleri bombalayan bu tipik Rus ajanı, kocaman bir milleti yok etti, kendi ülkesini de yaktı-yıktı.

Elinden gelse dünya küfür literatürü ve komünist, sosyalist canavarlardan güç alarak, Türkiye’ye de saldırmaya çalışacak.

Ne çare ki hala da bu anlayışa muhalefet iktidarın yanında yer almayıp, hedeflediği Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın varlığına göz dikmişler, onun kahramanca direnişlerini çekemeyip, her ne pahasına mal olursa olsun onu yermek istiyorlar.

Cemaat demeyelim de bazı kendini bilmeyen sözde cemaat kılığına girmiş vurguncu, rantiyeci bir kesimle işbirliği yaparak, devletin, milletin ve ülkenin varlığını tehlikeye sokmak üzere “Gizli paralel yapı” içerisinde ihanetlik yapılıyor.

* * *

Bu kirli, derin yapı yalnız Gülen cemaatine yönelik değil, aynı o paralel yapı ana muhalefet partisi liderinin gizliden gizliye kışkırtmasıyla aynı zamanda bu gizli yapının içinde meşhur, darbeci, encümen-i danışların da ve keza sosyalist, Marksist bir medyanın da beraber ittifak içerisinde yürüyerek, nerdeyse İsrail’in saffına geçmek üzere hareket ediyorlar.

Nerdeyse Birleşmiş Milletlerin ve ABD’nin, batı dünyasının Suriye’yi görmezlikten gelme ihanetinde saf tutuyorlar.

Gerçekten çok üzücü bir hal…

Allah bu millete acısın, bu memleketin bütünlüğünü, kötü ve yanlış düşünenlerin şerrinden korusun.

Başbakanımızı da muhafaza eylesin.

Ama durum hiç de iç açıcı değildir.

* * *

Zira Gülen hocanın bugüne kadar nerdeyse iki sene geçti tek bir kelime Suriye’nin diktatörü aleyhinde konuşmamış, bir açıklama yapmamış, “zalimsin” diyememiş.

Ne o, ne de onun medyası.

Böylece bize göre kendilerini ele vermişler.

Zalimin zulmüne karşı çıkmayanlar her kim olursa olsun, nerede olursa olsun, hükmen o zalimin yanında yer almaktadırlar.

Gerçekten bir zamanlar “KİMSE YOK MU” ifadesini alıp, milletten yardım toplayıp da bir yerlere götüren Gülen cemaati neden acaba bugün “KİMSE YOK MU” hareketi tamamıyla görmez oldu.

Suriyelilere bilakis tırların taşıdığı yardım paketlerini İHH yapıyor veyahut devlet yapıyor, buna da engel olmaya çalışılıyor.

Bu yardımı taşıyan tırlar, ister gıda maddesi olsun, ister mühimmat olsun, her ne olursa olsun ezilen, büzülen, her an için yok olmakla karşı karşıya kalan Suriye insanına taşıyorsa o büyük bir insanlık gereğidir, yardımlaşma sırrıdır.

Buna itiraz eden de bize göre haindir.

Ve Türkiye’de değil, gidip hain Esed’in yanında yer almalıdır.

* * *

Bakınız, dünkü Yeni Şafak Gazetesinin manşeti şöyleydi;

“Paralel yapı, Ankara’nın talimat ve uyarılarına rağmen Suriyeli muhaliflere yardım götüren MİT tırlarını deşifre etti”

Tek kelimeyle bunun adı “Vatana ihanettir”.

Haber aynen şöyle devam ediyor;

“Suriye’nin görüşüleceği Cenevre–2 Konferansından önce Türkiye’yi teröre yardım eden ülke gibi göstermek isteyen örgüt Hatay’dan sonra, Adana’da düğmeye bastı.

Ankara’nın “Sevkiyat devlet sırrı” uyarılarına aldırmayan Jandarma Bölge Komutanı ve Savcı MİT’e ait 3 tır da arama yaptırdı.

MİT personeli gözaltına alınmak istendi”

İşte buyrun sevgili okurlar.

Buna ağlar mısınız, güler misiniz?

Üç günden beri başlık olarak kullandığımız “TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?” ifadesi, gerçekten her şeyi bize anlatmaktadır.

Devlet içinde paralellik arz eden ve bu paralelliğin tamamıyla devletin derinine dayanan devlet içinde bir devletin varlığı, herkese kendini gösteriyor.

***

Haberden bir başka paragraf.

“Silah ve mühimmat taşıdığı ihbar edilen 3 tır, sabah saatlerinde Ceyhan gişelerinde durdurulduğu, 100’den fazla jandarma görevlisinin katıldığı aramada Jammer’lar da kullanıldı.

İlk incelemenin ardından 3 şoför, yaklaşık dört saat gözaltına alındı.

İki araç kontrol noktasında yeniden arandı, bu sırada güvenlik kordonu içinde yer alan gazeteci kısa süre içerisinde gözaltına alındı."

Gerçekten durum çok düşündürücü ve oldukça tehlikeli...

Her nerdeyse, jandarma olsun, polis olsun, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, tümüyle Valiliklere bağlıdır ve aynı zamanda İçişleri Bakanlığına bağlıdır.

Eğer İçişleri Bakanlığı bunlara söz geçiremiyorsa, vay ülkenin haline!

Demek ki artık devletin bünyesinde isyancı, emir dinlemeyen bir güç var.

O yörenin savcıları Adalet bakanlığına bağlılığını hiçe sayıyorsa, hükmen de olsa kafa tutuyorlarsa ve Suriye’ye giden yardım paketlerini taşıyan tırları durdurup, bağlıyorsa demek ki artık devlet bünyesinde görünen derin devlet faktörü söz konusudur.

“Derin devlet artık devlet oldu” demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Hani devlet sırrı vardı.

Eğer devlet sırrı “Gizlilik” damgası taşıdığı halde mağdur, esir, biçare Suriyeli kardeşlerimize yardım götüremiyorsa, o zaman Müslümanlığımızdan ve inancımızdan şüphe duymamız gerekir.

Bugün Suriye, birkaç depremden daha tehlikeli bir hal yaşadığı halde, devlet onların yardımına koşmuyorsa, bu millet kendi devletinden ümit kesmek zorunda kalıyor.

Allah korusun, o da çok büyük bir tehlike arz ediyor.

İnsanlık cibilliyeti ne yazık ki gittikçe heba olup uçuyor.

Sormazlar mı, “Beyler, niye İran ve Lübnan’da kendine Hizbullah adını takanlar, açık ve net olarak Esed’e yardım ediyorlarsa, ordusuna maddi ve manevi güç katıyorlarsa ve fiilen asker verip, muhalifleri öldürüyorlarsa, Rus ve Çin açık olarak bas bas bağırıyor, destekliyoruz ve gemilerle, uçaklarla mühimmat gönderiyorlarsa, ABD ve batı dünyası “Tavşana kaç, tazıya tut” politikasını yürütüyorlarsa yapayalnız kalan Türkiye ne yapmalıdır?”

Elbette ki iman ve inancımız gereği, insanlığımız gereği, mutlaka ve mutlaka her ne pahasına olursa olsun, korkmadan ve çekinmeden Suriyelilerin yanında yer almalıyız.

Gerekirse ordumuz fiilen Suriye’ye girmelidir.

Bize göre geç bile kalmıştır.

İşte devlet sırrı budur.

Ne gerekirse devlet yapmalıdır.

Yoksa sormazlar mı “Devlet sırrı nedir?”

***

Evet, devlet sırrı şöyle tarif edilir;

“Açıklanması veya öğrenilmesi, devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek, anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek ve bu nedenlerle gizli kalması gereken bilgi ve belgelerdir”

İşte, buyrun sevgili okurlar.

Buna rağmen MİT’in Suriye’ye tırlarla taşıdığı yardım ve mühimmat paketleri, ne yazık ki nerdeyse birileri tarafından hükümet hıyanetlikle itham edilecek.

Evet, sevgili okurlar.

Artık bu ülkede dostu ve düşmanı ayırt edebilme şansına sahip olmalıyız.

Kapalı beyinleri, gözü dönmüşleri ve karartılmış vicdanları bu bünyemizde artık taşımayalım.

Bir müminin feraseti gibi, dostu düşmanı birbirinden ayırt edelim.

Tarih boyu derin odakların çeşitli kimlik ve kisveler altında bu yüce İslam dinine ve milli varlığımıza değişik yöntemlerle suikast hazırlamışlar, komplo teorileri tezgâhlamışlar, en çok da zaman zaman dini kisveyi kullanarak, tıpkı Müslüm Gündüz’ün, Fadime Şahin’in ve Ali Kalkancı’nın dönemi gibi…

Bugün de cemaat adını kullanarak, birileri körü körüne, haince bir yerlere hizmet vermekte olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Evet, Suriye’nin ve Suriyeli kardeşlerimizin, Mısır’ın ve Mısırlı dostlarımızın yaraları çok derindir, bu yaraları her ne pahasına olursa olsun, sarmalıyız.

“Bugün onlara, yarın da bize” tehlikesine karşı uyanık durmalıyız.

En derin saygı ve sevgilerimle.