TÜRKİYE’DE GÜNDEM HEP KARIŞIK MI OLACAK?!

Evet sevgili SÖZ okurları!
Gerçekten Türkiye’deki günlük hayat şartları gittikçe ağırlaşıyor.
İktidar partisi ne kadar iyi niyetle çalışıyor ise de, fakat yıllar yılı özellikle Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne dek manzara hiç iç açıcı değil ve deyim yerindeyse sarp dağlar ve kayalıklar bir türlü geçit vermiyor.
Zira, insan temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukukun üstünlüğü bir türlü yörüngesine oturtulamıyor..
Zalim yine zalim, mazlum yine mazlum, haklar ve hukuklar oldukça güncel olarak olsa bile, çiğnenmeye devam ediyor.
Peki ne olacak bu?
Hiç mi çıkış yolu yok? Diye sormaktan kendimizi alıkoyamıyoruz…
Elbette ki matematiksel kaidelere göre, çözülmeyen her denklemin mutlaka bir formülü vardır.
Ama tabii bu da usta eller ve matematik bilimine hakim insanlar vasıtasıyla olur.
Günlük matbuat olayların akışına baktığımızda gerçekten yol zifiri karanlık…
Manzara derin uçurumların kenarında yürüyen bir Türkiye ve hatta Ortadoğu…
Tabii ki bu da yılların ihmalidir.
Bugünkü Başbakan’ın ve iktidarın suçu değil. Yine her ne olursa olsun iyi niyetle yürüyen bir Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun koşuşturmaları. Ve Ortadoğu İslam Devletleri ile masaya oturdukları görünümü. Gerçekten geleceğe yönelik iç açıcıdır.
Fakat; ülkenin iç manzarasına bakıldığında yıllardan beri biriken Jön Türk mafyasının, çetevari çalışmasının ürünü olarak Marksist sol zihniyetin bolşevit hareketleriyle on yılda bir nevzuhur olarak ortaya çıkan darbeler, postmodern dayatmaları, cunta tahakkümü adeta bu ülkeyi esir almıştır.
Ne demokrasi var, ne sosyal bir hukuk devleti anlamı kalmış, ne cumhuriyet, ne laiklik, ne de toplumsal milli inanç…
Bu kavramların tümü hep geriye bırakılmış. İlla ki jön Türklerin şovenizme dayalı faşizan dayatması ile bu ülke maalesef bölünme noktalarına gelmiştir.
Bize göre Başbakan’ın, Dışişleri Bakanı’nın sağa sola koşuşturmaktan ise, öncelikle içe dönük olarak radikal bir siyasetin gerçekleştirilmesi gerekir.
Bunun başını çeken de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde on yılda bir oluşa gelen bir tümör olarak gittikçe büyüyen bu cuntacıların, dışa bağımlı generallerin gizli gizli çalışmaları ve meşru milli iradeye dayalı hükümetlerin çalışmalarına engel olup anayasal düzeni yıkmak, hükümeti alaşağı etme anlayışının önlenmesi söz konusu olmalıdır.
Aksi takdirde Türkiye, hiçbir zaman kendini badirelerden, karanlık maceralardan, masonik locaların kölelerinden kurtaramaz.
Evet sevgili okurlar!
Bakınız, dünkü medyanın gündemi hep aynıydı?
Meş’um ve menfur belge idi.
Yani ne belgesi?
İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın ıslak imzalı belgesi…
Medyanın ikinci güncel olayı, "Sakarya Emniyet Müdürü’nün çeteye bilgi verme suçundan dolayı sorgulandıktan sonra tutuklanması"
İstanbul’un popüler dini merkezlerinden Yahya Efendi Dergahı Vakfı’nın yöneticileri uyuşturucudan tutuklu olmalarına rağmen, görev başında olmaları…
Daha neler neler?…
Doğrusu bizim de gündemimizi işgal eden birkaç aydan beri bir telefon faresinin yakalanmasıydı.
Başta anlatmaya çalıştığım gibi; Türkiye, içinden çıkılmaz bir giriftler dünyası haline geldi.
Dünkü Taraf Gazetesi’nin sürmanşetine baktığımızda Neşe Düzel’in bu haftaki konuğu bir dönem milletvekilliği de yapan eski Sıkıyönetim Savcısı Askeri hakim Faik Tarımcıoğlu şöyle diyor:
"İrticayla mücadele eylem planını tek başına bir albay hazırlayamaz, bu planlar en az elli kişilik bir ekip işidir."
Tarımcıoğlu şöyle devam ediyor:
"İrticayla Mücadele Eylem Planı gibi planların hazırlanmasını ancak Genelkurmay İkinci Başkanı emredebilir. Çünkü bir karargah planının emrini ancak karargah komutanı verebilir. Karargah komutanı da Genelkurmay İkinci Başkanı’dır.
Genelkurmay Başkanı’nın böyle bir plandan haberinin olmaması mümkün değildir. Emrini vermemiş de olsa, plan mutlaka ona arz edilir."
Tek kelimeyle Türkiye’nin gündeminde olan ve kamuoyunun merak saikası olarak bilinen bir gerçek var.
Bu gerçek de göz ardı edilmemelidir.
Darbeciler kesinlikle yargılanmalıdırlar…
Ve bu gizli plan akim bırakılmalıdır…
Aksi takdirde Vakit Gazetesi’nin manşetinde dediği gibi;
"2. Kuşçu Vak’ası Olmasın" diye insanı geçmişe yönelik kuşkulandırmaya neden olmasın.
Bakın Vakit Gazetesi şöyle devam ediyor:
"Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu, 1960’taki kanlı ihtilalin hazırlığını 1958’de haber verdi, cuntacıları tek tek deşifre etti. Cuntacılar suçsuz bulunurken, Binbaşı Kuşçu 1 yıl hapse mahkum edildi.. Suçsuz bulunan subaylar 2 yıl sonra kanlı darbenin içindeydi… Kamuoyu ‘AK Parti’yi devirme planı’nı deşifre eden vatansever askerin de aynı akıbete uğramasından endişe ediyor."
Bir de Türkiye, yeni bir haberle çalkalanıyor.
"Polis kokartlı tecavüz"
"Ümraniye’de polis operasyonu süsü vererek, girdikleri evde iki kadına tecavüz eden üç zorba tutuklandı."
Demek ki İslam diyarı olan bu ülke, o kadar ahlaken çökmüştür ki, insanlık tamamiyle dejenerasyona uğramış ki; artık haydutlaşma hakimiyeti söz konusu olmuştur.
Adam devletin resmi kıyafetine bürünüyor, polis kokartı takıyor, polis kıyafetini kullanarak namuslu ailelerin evine girebiliyor ve tecavüz ediyor.
Bakınız, sizi İstanbul Ümraniye’de önceki gün yaşanmış bir olaya götürmek istiyorum:
Olay şöyle gelişmiş:
"Polis kıyafeti giyen ve kokart takan 50 yaşındaki Adem G. ile adamları Remzi K. ve Murat E. kurusıkı tabancayla girdikleri evdeki kadınlara tecavüz etti.
Evdeki parayı da alarak ayrılan zorbalar, kadınların gerçek polise şikayet etmesi üzerine yakalandı. Zorbaların evinde polis kimlikleri, 2 telsiz ve kelepçe bulundu."
Peki, sevgili okurlar!
Sormazlar mı acaba, bu ülke daha ne zamana kadar bu tür çirkefliği sırtında taşıyabilir…
Bu haydutlaşma hareketi ne zaman kökünden kazınabilir?
Neyle?
Hangi misyonla?
Hangi iktidar radikal bir inançla bu gayrimeşru olan münkerat ve pislikleri ortadan kaldırabilir?
Allah’tan ümit kesilmez ama, hiç de önümüzü berrak olarak göremiyoruz.
Evet sevgili okurlar!
Tüm bu olup bitenleri sizinle paylaşmak istedim.
Ancak dünkü köşemin tümünü yakalanan bir telefon faresinin çalışma stiliyle doldurmuştum.
Gerçekten Diyarbakır polisine buradan şükranlarımı sunmak istiyorum.
Öncelikle Başmüdür Mustafa Sağlam bey ve ekibi olmak üzere…
Ama velakin, tüm bu ciddi çalışmalara rağmen, ortaya çıkarılan bir suçlunun elini kolunu sallayarak serbest kalması insanı gerçekten düşündürüyor.
Bu yetmiyormuş gibi, kamuda çalışan bir insan, nasıl olur da mesai gününde ve mesai saatinde daireden serbestçe çıkıp, şehir içinde dolaşarak, sağa sola tehdit telefonları açabiliyor.
Peki bunun başındaki yetkili amir ve müdürler hiç mi sormuyor? Yoksa onlar mı bu adama izin vermişler…
Bunun mesai saatinde çıkış izni var mı?
Varsa kimden almıştır ve neden almıştır?
Neyi mazeret göstererek izin alabilmiştir?
Tüm bu soruların cevabını elbette ki eski adıyla Köy Hizmetleri, yeni adıyla Özel İdare yetkililerinden beklemek lazım.
Böyle kamuda çalışan, rastgele devletin imkanlarından palazlanan kötü niyetli herkes, elini kolunu sallayıp rahatlıkla gidip suç işleyebiliyorsa, yazımızın başında anlattığımız gibi, Türkiye’nin manzarası gittikçe giriftleşiyor, karartılarla daha zifiri karanlığa ülke sürükleniyor.
Bu bizim için ve kamuoyunu ilgilendiren çok önemli bir olaydır.
Zira, akla gelen budur ki, bu tür telefon farelerin çalışma stili kesinlikle bireysel değildir…
Bazı odaklara veya bazı kişilere dayalı mafya türü piyonlar söz konusu olabilir.
Para karşılığında veya herhangi bir nedenle birilerine tetikçilik görevini üstlenmiş insanlar olabilir.
Ancak; bunlardan daha önemli ve tehlikeli olay şudur:
Kamu kuruluşlarının bünyesi o kadar başıboş insanlarla mı meşguldür?
En derin saygılarımla…