TÜRKİYE’DE SORUNLAR YUMAĞI! (2)

Evet, sevgili okurlar.

Cuma günkü yazımıza başlık olarak kullandığımız “Türkiye’de sorunlar yumağı!” ifadesine bugün ikincisiyle devam edeceğiz.

Tabii ki Cuma günkü yazımızda içerik olarak belirttiğimiz konular gerçekten çok çarpıcı konulardı.

105 yaşındaki Berfo ninenin oğlunun “Faili meçhul” bir cinayete kurban gittiğinin dramından başla, bu yörede devletin kilit noktası durumunda olan TSK’nın 7. Kolordusunun komutanı olarak görev yapan emekli Korgeneral Doğan Temel’in çizdikleri karanlık tablolarından tuttun da, adalet mekanizmasına kadar...

Yaşanan hukuk dışılık, antidemokratik, insan temel hak ve özgürlüklerine aykırı uygulanan mezalim ve haddi hesabı olmayan çiğnenen hakların zincirlemesi sıraya konulursa, inanın ki sayfalar buna yetmez.

Ama gerçekten yazımıza başlık olarak koyduğumuz “Türkiye’de sorunlar yumağı” ifadesinde konu edilen yakın tarihimizdeki yaşananlar birer devlet skandalı olarak tarih sayfalarına geçecektir.

O günlerde yaşaya gelen askeri vesayet ve keyfiyete dayalı baskıcı dikta bu masum halkı inim inim inletmiştir.

O günlerdeki yaşananlar gerçekten kapalı bir rejimin birer versiyonu olarak günümüzde her gün biraz daha kendini ele vermektedir.

O günün kokuşmuş yaralarını ne kadar deşersen o kadar kan ve irin insanların yüzüne fışkıracaktır.

Bu coğrafyanın neresinde olursa olsun, eştiğin toprağın altında yığın yığın çuvallar dolusu insan kemikleriyle karşılaşılır.

Dedik ya, 105 yaşındaki Berfo ninenin evladının ölüm dramından tut, 7. Kolordunun bünyesindeki yaşatılan karanlık tablolar, tezgâhların komplo teorileri, nice ocakların söndürülmesi ve bir o kadar da ekonomiksel zarar ve zayiata kadar.

Bu paralelde yargı mekanizmasının da tümü olmasa bile brifingci birçok hâkim ve savcının antidemokratik kararları ve hukuk dışı keyfilikleri, saymakla bitmez.

Bunlar gerçekten tarihin birer ibret vakalardır.

* * *

Bakınız, dünkü yazılı medyamızda yer alan çok önemli haberlerden birkaçını burada birer başlık olarak sizinle paylaşmak istiyorum.

İnanın, sevgili okurlar.

28 Şubat sürecinde ülkenin tümünü kapsayan büyük fitne unsurlarının mevcudiyeti inkâr edilmez.

Ama özellikle bu coğrafyada!

O günlerde olup bitenler insanların insan olarak akıl havsalasının kaldırabileceği durum değildi.

Ve olamazdı da!

Çünkü insanlık dışı mezalim TSK’nın bünyesinde oluşturulan JİTEM, Ergenekon, Balyoz gibi unsurların varlığı Türkiye insanı olarak görmek istemediği gibi aklının köşesinden bile geçirmesi düşünülmüyordu.

Ne çare ki görünen olgu tam tersine o günkü yaşanan devletin güvenilir bir kurumunun bünyesinde milletine karşı gerçekleştirilenler anca Rus mezalimine bağlı Suriye’deki ve Irak’taki baasçı zihniyete hizmet eden rejimde yapılıyordu.

Ama ne çare ki o günlerde Türkiye’de uygulananlar baasçı ordularının uygulamalarından hiç de geri değildi.

* * *

Bakınız, 24 Şubat tarihli Zaman Gazetesinin 06 Gündem sayfasına taşıdığı “Şemdinli davasındaki ‘iyi çocukları’ kurtarma taktiği” başlıklı yazı bize her şeyi açıklıyor.

İşte olup bitenler ne çare ki o günkü olayları uygulatan aktörlerin yanına kar kalmaktadır.

Bakınız, haber aynen şöyle;

“Genelkurmayın internet andıcı hard disklerinden Şemdinli davasına ilişkin önemli belgeler ortaya çıktı.

22 Ocak 2007 tarihinde hazırlanan belgede emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın ‘Tanırım, iyi çocuklar’ dediği sanıkları kurtarmak için yapılan plan yer alıyor.

Hakkari’nin Şemdinli ilçesindeki Umut Kitapevi 9 Kasım 2005 tarihinde bombalandı. Eski PKK hükümlüsü Seferi Yılmaz’a ait kitapevinin bombalanması sonrasında vatandaşlar bombayı attığı öne sürülen bir kişiyi sığındığı otomobilde iki astsubay ile birlikte yakaladı.

Üç kişi emniyet güçlerine teslim edildi, ancak kısa süre sonra şüpheliler serbest bırakıldı.

Olaydan bir gün sonra yapılan incelemelerde patlamanın failinin sığındığı beyaz renkli otomobilin Hakkari Jandarma Komutanlığı’na ait çıkarken, aracın bagajından da 3 kaleşnikof tüfek ve bomba yapımında kullanılan malzemeler ele geçirildi”

Evet, haber çok uzun ama tüm bunlar o günkü masum millete karşı yaptırılan kirli tezgâhların sonucu ve TSK’nın bünyesinde milletine karşı yaşanmakta olan kirli komplo teorilerinin binde bir örneğidir.

Her şeyin başında bu yörede olup bitenlerin baş aktörü emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve onun halefi olan emekli Korgeneral Doğan Temel idi.

Bu olup, bitenler yazılırsa ciltlerle kitap buna yetmez.

* * *

Dünkü Taraf Gazetesinin büyük puntolarla manşetine taşıdığı “Cem Ersever’i badisi infaz etti” başlıklı haber akıllara durgunluk veriyor.

MİT’in özel harp raporunda “Güçlükonak katliamını MAK yaptı” bilgisini veren Yüzbaşı Tozlu’ya Taraf ulaştı.

“Cem Ersever’i en yakın arkadaşı vurdu”

“MİT’e sözlü olarak, İstanbul 13. Ağır Cezaya ise doğrudan ifade veren ve kendisine koruma tahsis edilen eski Jandarma Yüzbaşı Özcan Tozlu, Taraf’a konuştu”

Evet, vs. vs.

Bu memleketin kanından, yanlış kullanmak suretiyle rüşvetli ekonomisinden faydalanan muzur unsurların gerçek yüzü her gün biraz daha ortaya çıkmakta ise de bir türlü hak ettikleri halde hala elini kolunu sallamaya devam ediyor.

***

Evet, sevgili okurlar.

Bu olup bitenler gerçekten sadece TSK bünyesinde gerçekleşen mezalimden ibaret değildir.

Birçok yetkili ve sorumlu kamu kuruluşlarının bünyesinde de aynı paralelde çeşitli suçlar işleniyor.

Ama kitabına uydurarak onun adına da hukuk ve insan haklarının korunması deniliyor.

Bakınız, geçmiş günlerde 28 Şubat darbesinin uygulayıcıları mahkeme huzurunda “Biz emir komuta zinciri içerisinde emirleri uyguladık, emirleri uygulamak zorundaydık” diyerek, kendilerini sureti haktan gösterip tahliyelerini istemişlerdi.

Hâkim İbrahim Halil Kütük isteklerini reddederek gerekçesini, Anayasanın 2. maddesine dayandırarak, “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, suçu kim işlerse ve kim azmettirirse aynı mecrada değerlendirilecekler” diye tahliyelerini reddederek şamar gibi gerekçeli bir karar verdi.

İşte gerçek hukuk uygulayıcıları yürekli hâkimler hala da Türkiye’de demek ki vardır.

Ya 28 Şubatçı brifingci, uzaktan vesayetçi komutanların komutasını uygulayanlara ne dersiniz?

O günün Anayasa Mahkemesi Başkanı meşhur Yekta Güngör Özden vardı, kendi itirafıyla “28 Şubat’ın uygulamalarında biz tarafız” diyen kimdi?

Evet, Yekta Güngör Özden’di.

Gerçekten o nerede şimdi?

Hiç kimse onu sormuyor.

Sabih Kanadoğlu, Nuh Mete Yüksek, Vural Savaş, Abdurrahman Yalçınkaya, daha neler neler, bunlar nerededirler şimdi?

* * *

Evet, bir önceki yazımda Danıştay Başkanı Hâkim Hüseyin Karakullukçu’dan örnek vermiştim.

İşte gerçek hâkimler yavaş yavaş Türk adaletinde kendini gösterecekler ve göstermelidirler.

Sayın Karakullukçu yargı sistemine isyan ederek şöyle diyor;

“Polis, emniyet teşkilatımız savcı olmuş, bilirkişi de hâkim olmuş, mübaşir de yazı işleri müdürü olmuş.

Ondan sonra adalet diye bağırıyoruz.

Yok ya, öyle bir şey olmaz”

Üzüntü ve nefretini ilan eden gerçek bir hukukçu olan bu hâkimimizi candan kutluyorum.

Evet, hâkim bey devamla şöyle diyor;

“Biraz kendimizi eleştirelim.

Hukuki noktalarda karar veren hâkimlerin bazı konularda teknik bilgi sahibi olmadığını, olmasının da beklenemeyeceğini belirten Karakullukçu, “Örneğin biz ceza hukukuyla ilgili olarak da bu olayda suçun maddi unsuru var mıdır, yok mudur diye bilirkişiye soruyoruz.

Şimdi buradan başlayalım, kendimizi eleştirelim.

Bu olayda suçun maddi unsuru var mıdır veya manevi unsuru var mıdır, bunu senin bilmen lazım bilirkişi mi bilecek herhalde bunu?

Yani bilirkişiye havale edilmemesi gereken konular hâkimlerimiz tarafından maalesef uygulamada rastladığımız bir konudur.

Bilirkişiye havale ediliyor”

***

Bilirkişiye sorumluluk yüklenmesini de eleştiren Karakullukçu şunları kaydetti;

“Ne yapalım efendim, bilirkişi bu şekilde demiş, günahı, sevabı bilirkişinin boynuna…

Olmaz bu, böyle adalet olmaz.

Beni buraya çıkartma, beni konuşturma dedim Sayın Genel Müdürüm.

Konuşturdun yani şimdi eğer biz görevimizi yapmıyorsak, kusuru başka yerde aramamamız lazım.

Şu memlekete baktığım zaman, affınıza sığınıyorum işte polis, emniyet teşkilatımız savcı olmuş, bilirkişi de hâkim olmuş, mübaşir de yazı işleri müdürü olmuş, ondan sonra adalet diye bağırıyoruz”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İnanın, Türkiye’de böyle hukuku bilen, vicdanına danışan böylesine hâkimlerin varlığı elbette ki göğsümüzü kabartır.

Ve birer ümit kaynağı durumundadırlar.

Bakınız, yıllardır özellikle son iki üç yılda Diyarbakır’ımızda bazı iş mahkemelerinde özellikle 1. İş Mahkemesinde ve bazı hukuk mahkemelerinde verilen keyfi kararlar ve dosyaları özellikle peşinen ne yazdığı bilinen tanıdık bazı bilirkişilere gönderilmeleri çok ibret vericidir.

Hele hele bir hâkimin eşinin çalıştığı bir kurumdaki iş hukuku uzmanı olmadığı halde, diğer dalların uzmanı ticaret ve kamu dalında uzman olan ve eşinin çok yakını olan bir bilirkişiye göndermesi ve o bilirkişinin de astronomik rakamlarla rapor hazırlaması bize göre çağdaş hukukumuza gölge düşürmektedir ve bir yargı skandalı olarak nitelendirilmelidir.

Zaman zaman bilirkişinin raporuna dayanarak bu tür kararlar her ne kadar Yargıtay’da onaylanıp gelmekte ise de hiçbir zaman bu kararların sahipleri ve o bilirkişi, kamu vicdanında kendilerini kurtaramaz.

Aynı paralelde ve aynı kişilerin diğer bazı hususlarda yaptıkları işbirlikçiliğini de yakında siz değerli okurlarımızla paylaşacağımıza inanıyorum.

Çünkü bizim için haber değerini taşıyan her şey haberdir.

Ne olursa olsun, hangi platformda olursa olsun, hiç kimsenin makam mevkileri, onları suç işlemekten kurtaramaz.

Zira hâkim Halil İbrahim Kütük’ün gerekçeli kararında belirttiği gibi, Anayasamızın 2. maddesi “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, insan temel hak ve özgürlüklerinin eşit olarak muhafaza altına alınması gerekir”

En derin saygılarımla.