TÜRKİYE’Yİ SARSAN OLAYLAR!

Evet, değerli okurlar.
Bilindiği gibi ülkeleri yıkan, yakan, sarsan tabiat olayları her şeyin başında gelir.
Tsunamiler, depremler, yağmurlar ve seller..
Ve daha aklımıza gelmeyen, düşünemediğimiz, gerek semavi gerek yerel afetler.
Bu tür felaketlerin oluşma sebeplerinin temel nedenleri yine aynı o ülkelerin içinde yaşayan toplumların birbirine yaptıkları kötülüklerdir, mezalimdir ve hukuk dışılıktır.
Pek tabi ki kâinatı yoktan yaratan yüce Allah’a karşı isyanlar, şirk ve küfrün çeşitleridir.
Bu tezimizin ana dayanağı da, inandığımız ve bağlı bulunduğumuz, tarihin 24 saat akışları içerisinde onunla kalkıp, onunla beşeri hayatı idame ettiğimiz, İslam dünyasının yüce kitabı Kur’an-ı Kerim'dir.
Ki; zaman, zemin, tarih ve toplumları göstererek bize "bu felaketleri" açıkca bildirmektedir.

* * *

Çok yakın geçmişe dayalı bir örnek olarak;
Uzakdoğu’da üç sene önce meydana gelen Tsunami oluşumu.
Putperestliğe inanan, Budizm dinini gerçek bir din olarak inanıp ona tapan Uzakdoğulu Hinduların vs. yanlış inanç nedenlerinden dolayı Allah’ın görevlendirdiği, insanların bırak görmeyi ve inanmasını insanlarda bu tür doğal afetleri meydana getiren, Allah’ın görünmeyen ordularını idrak edemeyen insanlık çok kötü gaflet içinde felaketler yaşadıklarını görüyoruz.
Hiç kimse bunu inkâr edemez ve buna başka bir yorum da getiremez.
Çünkü Allah böyle takdir ediyor.
Gördüğü lüzum üzerine ansızın beşeriyetin tepesine vuruyor, alaşağı ediyor.
Beşeriyetin tarih boyu kendini kurtaramadığı bu tür afetlerin varlığı; başta ifade ettiğim gibi temelde yatan mezalimdir ve kavimlerin içinde bulunan fitne unsurlarıdır.
Bu fitne unsurları tarih boyu hep böyle ülkelerin altını üstüne getiren, vazgeçilmez ve değişmez ilahi kanunlardır, bu böyle biline.
Türkiye’miz de zaman zaman bu tür olaylardan nasibini almamış, sapasağlam kalmış bir ülke değildir.
Hepsini parmakla göstererek, saymakla bitmez. Ve yeri de değildir.
Ama gözden kaçmayan bir gerçek var ki Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez’in de ifade ettiği gibi, “Devletin imanı adalet, küfrü de zulümdür”
İşte bu tür zulümlerin varlığı adaletin yokluğu demektir.
Bu bize her şeyi okutur ve alınması gereken birer ders-i ibrettir.
Ve öyle olmalıdır.
Çünkü, kâinat içerisindeki insanlığı yerle bir eden Allah’ın nice ayetleri vardır.

* * *

Sevgili okurlar..
Baştan izah etmeye çalıştığım gibi, bugün Türkiye’mizde görünen odur ki, devlet ile milleti birbiriyle pekiştiremeyen ve gittikçe devletle ters düşen millet ve milletiyle ters düşen devlet ülkeyi bir türlü maddi felaketlerden kurtaramadığı gibi, manevi kargaşa ve terörden de kurtaramıyor.
Ülkemizin başına musallat olan bu tür manevi fitne unsurları her ne kadar elle tutulmuyor, gözle görülmüyor ise de ama velakin “Görünen köy kılavuz istemez” misali mevcut olan olup-bitenler de bize ülkenin gerçek yüzünü okutuyor.
Sayın Görmez’in dediği gibi;
“Devletin imanı adalettir, küfrü de zulümdür”
Peki ya yıllardan beri bunca uygulanmakta olan hukuk dışılıklar ve mezalimler nice nice aileleri yok etmiştir, nice nice ocakları söndürmüştür.
Her şeyi kamufle etmeye çalışılıp ve devletin bünyesine sızdırılan antidemokratik, hukuk dışılıkların başında rol oynayan birçok önemli kurum ve kuruluşların bünyesine sızdırılan ihanetler ve hıyanetlerin varlığı yetmez mi?
Devlet çarkını organize edip kendi elemanlarını devlet kurumlarının kilit noktalarına yerleştirip, batıl ve fesat ideolojilerin paralelinde iş yapan nice bürokratların varlığı.
Tüm bunlar neye dayanıyor acaba?

* * *

Dünkü sohbetimize ana başlık olarak koyduğumuz;
“SİYASİ PARTİLER MÜNAFIKLARIN BİRER KULÜBÜ MÜDÜR?” ifadesi tüm bu anlattıklarımın gerçek yüzünü gösteriyor.
Ve olayları bünyesine taşıyan gerçekler silsilesinin bir fezlekesidir bunlar.
Gerçekten ülkede olup bitenler, yakın tarihimizde Uzakdoğu’da yaşanan maddi tsunami felaketleri değil, depremler değil, olup biten semavi ve yerel afetlerden daha fazla ülkemizi sarsan, altını üstüne getiren ve bölünme noktasına sürükleyen tüm olumsuzlukların başını çeken de hukuksuzluktur, antidemokratik uygulamalardır, bürokrasinin ve demokrasinin kötü şekillendirilmesidir ve bu paralelde oluşan ahlaki çöküntüdür.
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü yazılı medyamızın bazı başlıklarına baktığımızda, çok önemli ders almamız gereken mevzular söz konusu.
O nedenle parlamentonun bir an evvel alması gereken çok önemli kararlar vardır.
Bunların başını çeken de hiç kuşkusuz ki köhneleşmiş mevcut anayasadır.
Bu anayasanın kökten değiştirilmesi gerekir.
Yoksa burada samimiyetimle ifade edeyim ki, ülke gittikçe uçurumun kenarına doğru itilmektedir.
Eğer önlem alınmazsa, daha bizi bekleyen çok önemli kargaşa ve terör unsurları vaki olacaktır.
Her şeyin başını çeken bir fesat yuvası durumuna gelen 12 Eylül 1982’nin, 28 Şubat 2008’in yasalarıdır ve kurumların temeline yerleşen ve kilit noktayı eline geçiren kravatlı militanlardır.

* * *

Bakınız, dünkü Yeni Şafak gazetesi şöyle bir manşet atmış;
“HUKUKSUZLUĞUN TERCÜMESİ YOK”
Ana başlığın altında haber olarak üç savcının resmi ve devam ediyor;
“Deniz Feneri davasında evrakta tahrifat yaparak, suç icat ettikleri gerekçesiyle dosyadan el çektirilen savcıların, yeni hukuksuzlukları daha ortaya çıktı.
Almanya’dan gelen belgelerin tercümesi bitmeden operasyon başlatan savcıların el konulan belgeleri de bilirkişiden sakladığı belirlendi.
Almanya’daki deniz feneri u.v.y.e ait belgelerin tercümesinin halen devam ettiği öğrenilirken, savcıların bu işlem bitmeden harekete geçmesi, hukukçuların tepkisini çekti.
Savcıların 2009’da Kanal 7 ve grup şirketlerinde el koyduğu belge ve HardDisk'leri, avukatların tüm taleplerine rağmen bilirkişiye inceletmediği belgelendi.
Yazımızın başından buraya kadar ifade etmek istediğimiz ana gerçek bundan ibarettir.
İşte bu tür savcıları ve bunlara benzer nice hakimleri bünyesinde barındıran 6 oklu ideolojinin sonucu değil midir?
Burada her ne kadar deniz feneri ile ilgili somut bir delil olarak yakalanıp işten el çektirilen bu üç savcı Türkiye’nin tüm gerçeğini bize okutmuyor mu?
Daha dahası, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in görevini acımasızca kötüye kullanarak nice dindar ve inançlı cemaatleri bu karanlık mezhepçilik ideolojisiyle mağdur duruma düşürerek suç işlemedi mi?
Ama bugün nerede?
CHP’nin himayesinde siyaset yaparak Denizli Milletvekili olarak seçilme olayı bize ne ifade ediyor biliyor musunuz?
İşte siyasi partiler münafıkların birer kulübü müdür acaba?
Bize bu soruyu sorduruyor.

* * *

Aynı biçimde 1998’de Diyarbakır’da DGM’nin başında bulunan Nihat Çakar’ın yaptıkları bunlardan hiç geri kalmamıştır.
1998 ile 2000 yılları arasında DGM Cumhuriyet Başsavcı görevini yürüten, adaletin kilit noktasında bulunan Nihat Çakar’ın evrak üzerinde yaptıkları tahrifatlar bundan daha kat ve kat fazladır.
Hem de olup bitenlerin dik alasıdır.
Üç klasörden ibaret olan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6 sene beklemeye alınan o meşhur dosya, maalesef adeta kuşa döndürülmüş ve nihayet takipsizlik kararı verilmiştir.
Bu da insanları vicdanen titreten bu evrak üzerindeki tahrifatlar her şeyi okutuyor bizlere.
O günün tüm olumsuzluklarının ve hukuksuzluğun başında rol alan yargıda Nihat Çakar, askeriyede, Çetin Doğan, Yaşar Büyükanıt, Cemal Temizöz, Ali Kaya, emekli Albaylar Reha Şatana ve Erhan Tavşanlı'lar, daha neler neler….
Evet, sevgili okurlar.
İşte, devletimizi, ülkemizi sarsan bu tür tsunamiler, depremler, uçurumların varlığı bize tarihi gerçekleri hatırlatıyor.
Bugün hala da devletin maaşıyla beslenen bu Munzur unsurların varlığı dehşetengiz bir tablodur.
Bu bize yeter ve artar bile.
Ülkemizin bugünkü tsunamisi, bu pislikleri kamufle eden varlıklardır.
Dünkü Taraf Gazetesinin de sürmanşetine taşıdığı bu fotoğrafı gösteren başlık da şu;
“PEKİ BU RESİM NEDİR PAŞAM”
Bu da rahmetli BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilgili yapılan suikastın ifadesidir.
En derin saygılarımla.