Ülkede neler oluyor ?! (II)

Evet, değerli okurlar.

Malumunuz üzre iki yıldan beri “barış süreci” olarak adlandırılan normalleşme gerçekten Türkiye’ye bariz bir şekilde "barış atmosferini" yaşatmaktadır.

İnşallah barış atmosferine giren Türkiye; artık fırtınalı, tozlu, bulutlu, dumanlı bir atmosfere girmez.

Ama görünen görüntüler, yaşanmakta olan olaylar, hiç de iç açıcı değildir.

Bakınız, bir haftadan beri Diyarbakır Dağkapı meydanında bazı ailelerin dağa götürülen çocuklarının iade edilmesi için BDP’ye, PKK’ya ve bu alanda söz sahibi olan önemli bazı kişilere sesleniyor..

"Çocuklarımızı geri gönderin" diye..

Hatta aileler BDP il binasının kapısına dahi dayanmış durumda.

***

Örneğin; dünkü SÖZ Gazetesinin manşeti aynen şöyle;

“Aileler BDP’yi bastı, PKK açıklama yaptı”

Haber şöyle devam ediyor;

“Aileler BDP İl Binasını bastı, arbedeyi polis ayırırken, Dağkapı meydanında oturma eylemi başlatıldı. BDP’li yöneticiler ailelerin tahrik edildiğini ileri sürerken, PKK kimsenin kaçırılmadığını iddia etti”

“BDP İL BİNASINI BASINCA ARBEDE YAŞANDI”

“Diyarbakır’da Endüstri Meslek Lisesi 9. Sınıf öğrencisi 15 yaşındaki Ö.Ç ile berber çırağı olan kuzeni 15 yaşındaki B.Ç’nin önceki gün PKK tarafından dağa kaçırıldığını söyleyen aileler, dün BDP il binasını bastı.

İki kuzenin yakınları olan yaklaşık 10 kişilik grup girdikleri bina içinde BDP’lilerle tartıştı, çıkan arbedede tartandıklarını iddia eden aililer polis çağırdı.

Çok sayıda polis, aileler ile BDP’lilerin kavgasını ayırıp aileyi bina önünden uzaklaştırdı”

* * *

İşte böylesine haberler bize gösteriyor ki Türkiye, bu barış süreci sayesinde yavaş yavaş normalleşmeye doğru gidiyor.

Zira annelerin, PKK dehşet ve satvetinden korkmadan büyük cesaret örneği ile yola çıkması…

PKK’nın da eskisi gibi şiddet göstermemesi inşallah hayra alamettir.

Eğer bundan iki sene önce olsaydı, PKK’nın dehşetinden hiçbir aile çıkıp da “Evladımızı geri verin” diyemezdi.

Çünkü ertesi gün hemen dolaylı yollarla infaz söz konusu olurdu.

Bunu unutmayalım ki PKK’da bu şiddetinin kırılması, halk da çok büyük cesaret ve güven uyandırmıştır.

Hele hele İmralı’nın da 2012’den bugüne kadar üst üste verdiği barış mesajı sayesinde istemeye istemeye de olsa PKK’nın da, BDP’nin de bazı yanlış ve aşırı çevresinin işine gelmese de boyun eğmek zorunda kalmışlar.

***

Zira Abdullah Öcalan artık net konuşuyor, diyor ki;

“1000 yıllık tarihimize dayanarak ümmet anlayışıyla yola çıkmamız lazım.

Silahla, adam öldürerek, soykırımlarla değil, ümmet anlayışı olan kardeşlik anlayışıyla oturalım, anlaşalım”

Bu büyük bir gelişmedir, büyük bir meziyettir.

Bunu da bilmiş olalım ki olup-bitenler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın barışa sıcak bakması sayesinde oluyor.

Ancak madalyonun diğer yüzüne bakıldığında fitne unsuru durumunda olan medyanın kışkırtıcı hareketleri, barış sürecini "sekteye" uğratma gayretidir..

Bunları görmek gerekir.

***

Hele bir de; Hükümete yakın "gazetelerin" son denemlerdeki fitne üreten haber ve manşetleri var ki, mazallah!

Kışkırtıcı yayınları, Türkiye'yi hakikatten geriye götermektedir.

Hatta bu alandaki oluşumların da "ekmeğine yağ" sürmektedir.

İşte dünkü Sabah Gazetesinin manşetine Dicle Üniversitesi Rektörlüğü ile ilgili taşıdığı haber..

İthamlar ve kurgulanan cümleler, bize göre çok çirkin, çok yavan, çok kışkırtıcı mübrem bir beladan başka bir şey değildir.

Her ne kadar Sayın Başbakana yakın olma görüntüsünü vermek istiyorlar ise de bize göre o samimiyetten değil, devletten biraz daha ihale koparmaktır.

Sabah Gazetesinin manşetine taşıdığı haberin başlığı

“Diyarbakır Başsavcılığı Gülenciler’in adını koydu; PDY Örgütü”

Bize göre bu haber büyük bir iftiradan ibaret olup, "çamur at tutmazsa iz bırakır" kabilinden oluşan dayanaksız bir atmasyondur.

Bu haber Prof. Dr. Mazhar Bağlı’nın Üniversite Rektörü Jale Hanımefendi ve ekibine karşı beslediği kin ve nefretten ibaret olup, kaynağı Bağlı’dır.

Bağlı; solcu, ateist, inanmayan birisi olmakla beraber, ne yazık ki Başbakana en yakın bir insan durumunda.

Keza yine İlahiyat’tan atılan Doç. Dr. Ahmet İnan, Rektörlük Sekreterliğinden alınan İlahiyatçı Prof. Dr. Ahmet Keleş ile Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten’in harmanlayıp savcılıklara satmasının bir neticesidir ve dayanaksız bir haber şeklidir.

Oysaki zaman; birilerini kışkırtma, ispiyonlama ve olmayan vasıfları başkasına nitelendirme zamanı değildir.

Zaman, barış zamanıdır.

Süreç, barış sürecidir.

Bunu kaçırmama zamanıdır.

İşine gelmeyen İlahiyat Fakültesi’nde veyahut başka birimlerde yer alamayan bazı sorunlu insanlar, her nedense böyle haberlerle kendilerini besliyorlar.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri Osmanlının son döneminde yani 1908’lerdeki Meşrutiyet ve Anayasa kanunu gerçekleştirilirken kendi şivesiyle şöyle bir ifade kullanıyor.

“Meşrutiyet (Şartlı iktidar), emr-i hakiki adalet ve meşveret-i şeriyye’den ibarettir.

Hüsn-i telakki ederken, bu yüce değerli kavramın muhafazasına çalışınız.

Zira dünyevi saadetimiz (mutluluğumuz) meşrutiyettedir.

İstibdattan, herkesten ziyade biz zarar göreceğiz.

Şu halde istibdat; zulüm ve tahakkümdür.

Meşrutiyet; adalet ve şeriattır.

Padişah (otorite); ne vakit Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in emrine itaat etse ve yolundan gitse, biz de ona itaat etmek zorundayız.

Yoksa Peygamber (s.a.v)’e tabii olmayıp, zulmedenler Padişah da olsa hayduttur.

Zira bizim düşmanımız cehalet, daruret ve ihtilaftır.

Bu üç düşmana karşı cihat edeceğiz ve kazanacağız”

İşte Bediüzzaman Hazretleri, böylesine gerçekleri tavsiye ederken, ne yazık ki bazı kendini bilmeyen kalemşurlar, maalesef böylesine açık veriyorlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.