ÜLKEMİZDE TARİHİ DERİN ÇETE!

Sevgili okurlar.

Hakikat şudur ki;

"28 Şubat süreci", Türkiye’nin hatta çağdaş dünyanın insanlık ayıbının en tarihsel çirkinliğidir.

İnsanlığın çağdaş, medeni dünyada olması gerekirken, rahat ve müreffeh bir medeni dünyada yaşaması gerekirken, tam tersine Türkiye’deki 28 Şubat sürecinin oluşturduğu çetelerin varlığı Türkiye’yi de, dünyayı da karartmıştır.

Hem de kozmik kimlikle!

Bugünkü Suriye’nin baasçı, Marksist rejiminin halkına karşı beslediği kin ve açtığı savaş, ne kadar insanlığın yüz karasıysa, 28 Şubat 1997’deki Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde çeteleşmiş ve tezgâhı derin kutulara bağlı iç ve dış ilişkilerin bir uzantısı olma hasebiyle varlık gösteren hain eller ve uygulamaları da bir o kadar yüz karasıdır.

Çünkü varlıkları ve uygulamaları "bu milletin başına daima bomba gibi" patlamıştır.

Türkiye’de…

Özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da aktif rol oynayan JİTEM’e mensup subay, general ve daha üst seviyedeki Ergenekon subaylarının yaptıkları ihanet oyunları tarih sayfalarına "kara ve zalimane" leke olarak geçmiştir.

Dünya tarihinin tescilinden geçen bu 28 Şubat olayları gerçekten insanlığın ayıbıdır, yüz karasıdır, büyük skandallar zinciridir.

Kanın, gözyaşının, fitne ve fesat’ın.

İşkencenin, faili meçhullerin, fişlemelerin, bini bir para misali, bölge insanına acımasızca yaşatılıyordu.

Zira o döneme ait bölgede bulunan resmi ve omuzlarında şerefli Türk ordusunun apoletlerini taşıyan, üniformasını taşıyan nice kimliksiz ve hain hıyanet erbapları vardı ki, her istediği "hukuk dışı, keyfi, zalimane uygulamaları" yapabilmişlerdir.

Zincirleme birbirinden emir alarak, sivil halka yönelik çok ağır suçlar işlemişlerdir.

Hiç tartışmasız tüm olup-bitenlerden, Genelkurmay Başkanlığının da haberi vardı, Milli Güvenlik Kurulunun da haberleri vardı.

Ama kime dersiniz?

Nice ocakları söndüren, nice aileleri dağlayan, nice gençlerin hayatına son veren, Kemalist, Marksist cuntaların attıkları iftira, hazırladıkları oyun, gerçekten bırakın insanların erimesini, ülkenin bu oyunlara karşı yok olup gitmesi, inanın ki sarp dağlar dahi bu oyunlar karşısında, titreyip-erimiştir.

* * *

Dünkü Akşam Gazetesinin Başbakan hakkındaki yazdığı tarihi haber şayan-ı dikkattir.

Haberin başlığı şöyle;

“14 YIL SONRA PINARHİSAR’A BAŞBAKAN OLARAK GİDİYOR”

Haber özetle şöyle:

“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu haftasonu gerçekleştireceği program tarihi bir nitelik taşıyor.

Erdoğan, Trakya gezisi çerçevesinde 14 yıl önce 4 ay hapis yattığı Pınarhisar’a gidecek.

Cezaevine girişinde;

“Artık muhtar bile olamaz” denen Erdoğan, tahliyesinden üç yıl sonra Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olmuştu…

Şimdi Pınarhisar’a Başbakan sıfatıyla gidecek.

Erdoğan’ın hava şartlarından dolayı programda bir sarkma olmaması halinde hapis yattığı Pınarhisar Cezaevini de ziyaret etmesi öngörülüyor”

***

Sayın Başbakan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Siirt’te 12 Aralık 1997 günü Ziya Gökalp’ın şiirini okumuştu.

Bu yüzden on ay hapse mahkûm edilen Erdoğan, cezanın Yargıtay tarafından onanmasının ardından 26 Mart 1999’da cezanın infazı için Pınarhisar cezaevine girmişti.

AK Partinin kuruluşuna uzanan yolun başlangıcıydı bu cezaevi serüveni.

Erdoğan’ın 4 ay hapis yattığı cezaevinden çıktıktan sonra iki kez Pınarhisar’a çeşitli vesilelerle gittiğini ancak Başbakan sıfatıyla ilk kez gideceğini anlatan Kırklareli Milletvekili Şenol Gürşan şöyle konuşuyor;

“Sayın Başbakan’ımızı biz Pınarhisar’da 4 ay misafir ettik.

Daha önce de Başbakanlar gelmişti.

Ama hiçbirinde Sayın Başbakanımızın geldiği kadar ilçenin kalabalık olduğunu hatırlamam.

AK Partinin kuruluşuna uzanan yolun başladığı yer de Pınarhisar oldu.

AK Parti, Pınarhisar’da mayalandı ve oradan çıktı.

Şimdi Türkiye partisi olmayı da aşarak, dünya partisi haline geldi.

Pınarhisar, Cuma günü, o dönem mağdur ve mazlum durumda olan insanı, ilk kez Başbakan olarak kucaklayacak”

* * *

Evet, bu olay bize şunu hatırlattı.

Şairin dediği gibi;

“Zalimin topu tüfeği var ise,

Allah’ın sarsılmaz, bükülmez kolu ve kudreti var”

Kendini bilmeyen, her ne kadar okuyup, her dalda diploma da almışlarsa fakat "iman ve inanç" nokta-i nazarından nasibini almayan insanlar ne milletini sever, ne toplumunu, ne de Allah’ını ne de ülkesini sever?

Bu nedenle canavarca kendi milletine karşı çeteler kurarak, hain tezgâhlar planlıyorlar?

Başta fişleme olmak üzere daha ne gibi faili meçhul mezalimleri işliyorlar, gün gittikçe zaman hep bunları deşifre ediyor.

Zaten, "en büyük müfessir de" zamandır.

***

O dönem gerçekten Türkiye’nin yüz karası bir dönemdi.

Bu itibarla Başbakan, Siirt’te okuduğu Ziya Gökalp şiiri nedeniyle başına hileli çorap ördürmeye çalışan dönemin oradaki Tugay Komutanı, Diyarbakır Bölge DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’la diyalog kurarak, 7. Kolordu Komutanlığınca kurdukları kirli ittifakla Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı iken görevinden alıkonularak "on ay hapis cezasına" mahkûm edilmişti.

Günü gününe, saati saatine tanık olduk Diyarbakır’da.

Bu tezgâhı kuran o dönemde, Diyarbakır Bölge DGM Cumhuriyet Başsavcısı görevini yürüten Nihat Çakar’dı.

Nihayet!

Mahiyetinde çalışan savcılara talimat vererek, Erdoğan hakkında iddianameyi hazırlatmıştı.

Çok kirli iftiralarla dolu, düşmanca bir iddianame idi.

3 Nolu DGM’de yargılanan Recep Tayyip Erdoğan, hakkındaki dosya tamamlanınca iddia makamından mütalaa istenmişti.

O gün için iddia makamında oturup, tarihi bir mütalaa veren DGM Cumhuriyet Savcısı Abdurrahim Yaman, akıllara durgunluk verebilecek hukuka ve demokrasiye yakışır biçimde bir mütalaa vermişti.

Savcı Yaman’ın verdiği mütalaaya karşı zerre kadar hukuktan anlayan bir hâkim, iyi niyet besleyen bir hukukçu nerede olursa olsun, hangi ülkede bulunursa bulunsun, hiçbir zaman "O sanığa" ceza veremez.

Hukukçuların anlatımlarına göre böylesine bir tarafsız ve yansız, demokratik hukuka dayalı bir savunma ki gerçekten şayan-ı ibret olmalıdır.

İnsanın ilk aklına gelen şu oldu:

Demek ki Türkiye’de hala böyle adil, inançlı, vicdanına danışan savcılar vardır.

Ki bu da, ümit vericiydi.

Bu mütalaadan sonra Nihat Çakar, Savcı Abdurrahim Yaman’a kafayı taktı ve her gün sorgulayarak, “Sen niye böyle bir mütalaa verdin, siciline işleyeceğim” demişti.

Böylesine yargının gölgesine sığınan, böylesine militan bir hukukçunun, başsavcının varlığını kimse düşünmüyordu?

Aynı o şekilde tabii buna rağmen mütalaa sahibi olan Savcı Abdurrahim Yaman, elbette ki onu takmıyordu ve “Her an için, ne yaparsan serbestsin” diyordu.

* * *

Sayın Başbakanın yargılandığı Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin hükümlerine göre nasıl ki ceza aldı, ben de aynı şekilde Diyarbakır Söz Gazetesi’nde o paralelde yazdığım yazılardan dolayı DGM Başsavcılığı’nda ben ve Diyarbakır Söz Gazetesi olarak aynı maddeden yargılanıyorduk.

Fakat o dönemin 3 Nolu DGM’si değil, 4 Nolu DGM’nin Heyet-i Hakimesi Nihat Çakar’a rağmen, hukuku ve adaleti vicdanında besledikleri için bana ceza vermediler.

Ondan sonra olan oldu, hem heyetin başına hem de bizim başımıza neler gelmedi ki?

Bu kirlenme milletin ve toplumun içinden çıkan bir kirlenme, bir oyun, bir tezgâh değildi.

Bu tamamen sistemin bünyesinde beslenen gizli hıyanet erbabının elleriyle organize edilen karanlık oyun ve senaryolardı.

Ki, 1999’dan 2000’e kadar bu oyunlar devam etti.

Hatta 2006-2007’lere kadar devam etti.

Yaşanmış olan bu kirlenmeyi günü gününe, saati saatine siz değerli okurlarımıza sunmak üzere hazırlıyoruz ve tarihi belgelerle beraber sizinle paylaşıyoruz-paylaşacağız.

Bizi takip edin.

Akıllara durgunluk veren ve parmak ısırtan daha nice bölgenin karanlıkta bırakılan hakikatleri var.

Yani neler yok ki, neler yaşatılmamış ki?

Biz size hepsini yazacağız, aktaracağız ve konuşacağız.

En derin saygı ve sevgilerimle.