ÜLKENİN GELECEK MANZARASINI MERAKLA BEKLEYEN MİLLET!? (II)
Çığlık çığlığa haykırıyor “ne olacak halimiz?” diye.. Dün de ifade ettim, bu çığlık bugüne özgü değil… Geride bırakılan 1,5 asırlık zaman diliminin geliştirdiği bir neticedir... Ülke ve millet ne yazık ki sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik yönde sürekli “sıtma hastalığı” geçiriyor.. Bir iyi, bir kötü.. Kalıcı, gelişen ve büyüyen bir süreci yakalayabilmiş değil... Hep patinaj yapıyor..
***
Evet dert bir değil, bin de değil! Ülkenin ve milletin hal-i durumu hiç de sıhhat içermiyor.. Bakınız bir süredir, ülkenin yerli ve milli noktada, ekonomisinin neden büyümediğini ve para birimimizin neden, Dolar ve Euro karşısında erime gösterdiğine dikkat çekiyorum.. Pek tabi ki Türkiye’ye uyarlanan siyaseti ve o siyaseti icra eden siyasetçilerin ortaya koydukları politikanın “ithal malı” olması münasebetiyle; “çözümsüzlükler” girdabına yakalanmış şekilde debelenip durduğumuzdan söz ediyorum..
***
Ve hep şu hakikatin göz ardı edilmemesi gerektiğini dile getiriyorum.. Bir ülkenin kalkınma şansını elde edebilmesi ancak ve ancak para biriminin diğer para birimleri karşısında “kıymete değer” olması gerekir.. Paran kıymetliyse, sen değerlisin.. Paran kıymetli değilse, sen değerli olmadığın gibi; elin oğlu karşısında bir hiçsin.. Dün de bugün de ifade ediyorum; bir devletin para birimi, o devletin gücünü gösteren en önemli etkendir… Eğer paranız pula dönmüşse, değeri yoksa o devletin gücü de varlığı da ona göre her daim tartışma konusu olur…
***
Son 1,5 asırlık zaman dilimine baktığınızda Türkiye’nin sağlıklı bir gidişatı söz konusu olmamıştır.. Para birimi hep değer kaybına uğramıştır.. Ve bugün bile değer kaybı yaşıyordur… Nice 5 Nisan kararları alındı… Nice kez mevcut para biriminden sıfırlar atıldı.. Bugün, dünyanın en yüksek rakamlı kağıt parasını basan ülkelerden biriyiz.. Gelen bilgilere göre; Türkiye 500 TL’lik banknot basmaya hazırlanıyor.. Dile kolay daha bir kaç yıl önce; paradan üç sıfır atılmıştı…
***
Peki, Osmanlı döneminde, Osmanlının para birimi böylesine bir değer kaybına uğramış mıydı? Ya da, güven kaybetmiş miydi?.. Yok.. Dünya ülkelerinin para birimi karşısında “kıyaslama bile yapılamazdı?”.. Ya da Dolar.. Lafı bile edilmezdi.. En yüksek değere ve kıymete sahipti.. İşte yaşanan hal-i durum karşısında onun için; “Baba düşmanı evlada dost olamaz” dedim.. Çünkü batı dünyası her daim İslam dünyasına karşı kin ve nefret beslemiştir? Dün olduğu gibi bugün de Türkiye’ye karşı aynı düşünceyi besliyordur.. Bugün bunlar geniş çapta tartışılması gereken temel konulardır…
***
Şu da bir gerçektir ki İslam dünyası da, hepsi olmasa dahi çoğu ülkelerin idaresinde rant ön planda olmuştur… Siyasi mekanizma, menfaat ve çıkar eksenli mekanizmanın döngüsü içerisinde; kendini idame etmiştir… Kendi içinde haset, kin ve nefret, bencillik, vesayete dayalı anlayış, batının ve batılın ithali olan “inkâr ve asimilasyon” nedeniyle, İslam dünyası hep sırtından hançerlenmiş; kendiyle savaşmıştır… Batıya da biat edici olup, kendini sömürülen devlet haline getirmiştir..
***
Bakınız, gerek batı ve gerekse dünyanın diğer birçok ülkesi teknolojiye yönelik kendini hızla geliştirmektedir… Onun için de ekonomik yönde kalkınıyorlar ve ilerliyorlar. Nitekim Japonya’yı örnek alırsak.. Gerçi Japonya örnek alınmaz ama yine de örnek olarak gösterelim. Bugün Japonya’nın alfabesi 400 harften ibarettir. Kaldı ki, ABD tarafından “atom bombası” atılan bir ülke ve Nagasaki Hiroşima kentleri yok olmuştu.. Denir ya buna rağmen küllerinden doğdu.. Bugün, teknolojik olarak dünyaya meydan okumaktadır. Çin’in de aynı şekilde sanayisi baş döndürücü güce sahip, dünyaya hükümran!?
***
Biz ise her şeye sahip olduğumuz halde, hep gerileme devrini yaşadık... Yerimizde saydık... Eldeki, avuçtakini hep yok ettik.. Yetmedi, coğrafyamızı bile masada, elin sömürgesine teslim ettik.. Ki coğrafyamız yeryüzünün en bereketli toprağına sahip… Eline bir avuç toprak alsan altın olur. Dün de yazmıştık; maden zenginliği, doğal gaz zenginliği, petrol zenginliği, tüm bunların varlığını kimse inkâr edemez. Ama çalışıp da onları yeryüzüne çıkarıp işlemeye kimse düne kadar yanaşmadı. Ne devlet, ne de millet kendini buna odaklandırmadı… Her şey batının tekelinde oldu?
***
Çünkü devlet olarak, millet olarak sadece birbirimizle uğraşıp durduk.. .Bölgecilikten tut kavmiyetçiliğe kadar, kim kimden üstün olduğu tartışması yıllardan beri süre gelmektedir. Oysaki bu memleket 7’sinden 70’ine ta Selçuklulardan bugüne kadar Müslüman aba ecdadın evlat ve torunlarıdırlar.. Hiçbir şekilde, ayrı gayrı yoktu, hep birdi.
***
İşte Selahaddin-i Eyyubi… Kürt olduğu halde, İslam ordusunda kahramanlığı hep yazıldı… “İ’la-yı kelimetullah” uğruna cihad etti.. Bugün de diyoruz ki ülkemiz; tevhit inancıyla ordusunu, milletini, eğitimini, iman meşaleleriyle donatmazsa, İslam’la tanışmazsa, İslam ahlakıyla bütünleşmezse hiçbir yere varamaz, varamayız da!
***
İşte hal-i âlem meydandadır. Yüz elli seneden beri kıvranıp duruyoruz. Kalkınmaya yönelik hiçbir şey elde edilmemiştir.
Bunu sormak lazım? Biz de âcizane kamuoyu adına diyoruz ki;
Gençlik ve toplum, laikçilik ve Kemalizm adı altında İslam’dan uzaklaştırılmış bir halde asaletini elden kaçırdığı için, ilerleyemiyor…
Bir ve iri olamıyor… Hakikatlerine vakıf olup, ecdadın yoluna baş koyamıyor…
***
Demek ki; yeniden diriliş ve direniş şart... İslam hükümlerine sarılmak, ecdadın politikasını uygulamak gerekir. Yoksa Türkiye bu haliyle bir yere varamaz, bundan sonra da varacak hali yoktur. Ne teknolojisi, ne de ilim ve irfanı, hiçbir şeyi kalkınmaya yönelik arz edici rotaya sokulmuyor... Asaletimize dönmemiz lazım.. Osmanlı terbiyesiyle, onların ilim ve irfanıyla Milli Eğitimimizi de aslına döndürmeliyiz.
***
Dile kolay, tarım ülkesiyiz, ama hala buğday ithal ediyoruz.. Ukrayna’dan hububat alıyoruz… Niye, çünkü kendi çiftçimizi, kendi ziraatçımızı, kendi üreticimizi per-perişan ettik.. Alın terinin karşılığını alamıyor.. Fiyatlar dipte, alımlar ise çileye dönmüş durumda. Hal böyle olunca kalkınma, gelişme, büyüme ve para birimimizin kıymetlenmesi söz konusu bile olamaz?
***
Bir iş insanı olarak, altını kalın çizgilerle ifade ediyorum.. Birlik olunmalı.. Ele ele verilmeli.. Danışarak, istişare edilerek devlet ile yatırımcı aynı rotada yer alıp, ülkenin âli menfaatine odaklanması lazım.. Teşvik mi, bölgesel arası gelişmişlik düzeyine dair imkanlar mı, her neyi yatırıma yönlendirmek istiyorsa mutlaka ama mutlaka kontrol altında gerçekleştirmelidir…
***
Siyasi ve ideolojik hesaplara, ülkenin ve milletin ekonomisi kurban edilmemeli... Ve tabi ki böylesi siyasetçilerin ürettiği politikalara da yem edilmemelidir… Sanayicilere, tarımcılara, gerçekten ticaretin ruhunu icat etmek lazım.. İktidar tarafından, devlet tarafından ucuz kredilerle böylesi birlikteliği teşvik etmelidir… Ve en önemlisi de yatırımcı kimdir, yatırımcı olmayan kimdir bunların tespit edilmesi gerekir.
***
Nitekim görüyoruz, devletin birçok imkânları siyasilerin “han-i yağması” gibi… Birilerine peşkeş çekiliyor.. Ama zerre-i miskal, ne devlete, ne millete, ne de istihdam ve gelişmeye, yatırıma dönmüyor.. Batık... Güneydoğu’nun birçok iline bakın; yol kenarlarında “teşvik adı altında” sözde yapılan yatırımların enkazını görürsünüz…
***
Tarıma dayalı teşvikler, hayvancılığa dayalı teşvikler, kooperatif adı altında sağlanan imkan ve teşvikler! Niceleri bugün atıl halde.. Ne soran var, ne de sorgulayan var? “Devletin malı deniz, yemeyen bilmem ne…” mantığının hâkim olduğu, özüyle bütünleşmeyen anlayışın rotasında, gidilecek yer moloz alanıdır…
***
Kalkınma diyorsak, paramızın kıymetlenmesini istiyorsak, döviz kuruna karşı dik durmamız gerektiğini idrak ediyorsak; “kendi küllerimizden, kendi medeniyetimizle, kendi ecdadımızın ticari ahlakıyla bütünleşmemiz lazım.. Yoksa “batı ve batıla hayran kesilmek” ve serbest piyasa aklıyla herkesi kendi haline bırakmak ve yapılanın kişinin yanında kar kalmasına rıza göstermekle; ne ülke ve ne de millet bir yere varamaz!
Vesselam…
En derin saygı ve sevgilerimle.