ÜSTÜNLERİN HUKUKU DEĞİL, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ GEREKİR!

Evet, sevgili okurlar.

Hakikatten;

Ülkemiz ve tüm İslam coğrafyası zor günler geçiriyor.

Ne yaparsak yapalım!..

Şu bilinen bir gerçektir ki; “kendimizi haçlı ve siyon odaklara” kabul ettiremeyiz.

Bu kaziye yalnız günümüze ait değil, 1433 senelik tarihi bir geçmişe sahiptir.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v), insanların en hayırlısı, en şereflisi, en temizi, en büyüğü ve en sevileni olmakla beraber inat, ilhad ve küfür odaklarınca hep kendisine ve ümmetine yönelik “iğrençlikler teorisi” organize edilmiştir.

Bu, elbette ki onu sevenler tarafından değil, sevmeyen, sinsi ruhlu, yüreği ve gönlü karanlıklarla kaplanmış beyinlerce yapılmıştır.

Bu da bir ölçüdür.

Ve ona karşı düşmanlık besleyenlerin sonu da hep hüsran olmuştur.

“İbret-i” alem!

İşte bu oluşan ibretlik olaylardan birisi de öz ve öz amcası Ebu Leheb ve oğlu Ukbe tarafından Resulullah (s.a.v)’a karşı kasıtlı olarak yapılan “hakaret girişimi” onlara sonradan çok pahalıya mal olmuştur.

Nitekim Ebu Leheb ve oğlu Ukbe, bir gün Mekke’den Şam diyarına ticaret yapmak üzere kervan halinde yola çıkmak isterken, oğlu Ukbe aynı zamanda Resulullah (s.a.v)’in damadı olmakla beraber, babasına diyor ki;

“Baba yemin ediyorum, ben Muhammed’in yanına gidip onun inancı gereği (tevhit inancından dolayı) ona da Allah’ına da hakaret etmeden yola çıkmam”

Evet, efendimizin yanına gidiyor, Resulullah (s.a.v)’a seslenerek;

“Ya Muhammed!

Sana çok yakında bulunan senin o Rabbine” diyerek..

Küfür etmek üzere galis kelimeler kullanıyor.

Resulullah (s.a.v) Efendimize bunun bu hakareti ağır şekilde dokunuyor.

Ve ağzından şöyle bir cümle çıkıyor;

“Ya Rab!

Bu adamın başına senin yarattığın köpeklerden bir köpeği musallat et..”

Resullullah bu duayı ediyor..

Bu yaratık Ukbe, geri dönüyor babası ona diyor ki; “Sen ne söyledin..”

O da babasına der ki;

“Ben içimi rahatlattım, hem ona, hem rabbine küfrettim, o da bana dedi ki Allah’ım sen buna köpeklerden birini musallat et”

Ebu Leheb oğluna döner ve şöyle der;

“Evladım, sen o hakareti yaptıktan sonra, o da bu sözleri söyledikten sonra ben artık senin mutlu bir geleceğinden emin değilim”

Buna rağmen yola çıkıyorlar.

Yola çıkarlarken Ebu Leheb kervana da sesleniyor ve diyor ki;

“Arkadaşlar, ben hepinizden yaşlıyım, benim edindiğim tecrübelere göre Muhammed denilen bu adam, benim oğlumun üzerine ağır bir beddua etmiştir, fakat ben şahsen bundan sonra yemin ediyorum, oğlumun başına geleceklerden emin değilim.

Yolun üzerinde bulunan bir kiliseye sığınalım, orada bir konaklayalım, sabah yola çıkalım”

Kervan onu dinliyor tabii.

Hıristiyanlara veyahut Yahudilere ait olan kervan yolu üzerinde bulunan “Savmiat” denilen bir mabedin etrafında konaklıyorlar o gece.

Konaklanırken oğlunu orda kervanın arasına alıyor ve etrafındaki diğer insanları da etten duvar örürcesine oğlu Ukbe’yi koruma altına alarak uyuyorlar.

O esnada uykuya girdikten sonra, çölden yırtıcı bir Aslan geliyor.

Bütün o yatmak üzere uzanan kervanın arasına dalıyor ve hiç kimseye karışmıyor, herkesi kokluyor..

Koklaya koklaya ta ki, Ukbe’ye ulaşıyor.

Ukbe’nin kokusunu alıyor ve tanıyor..

Bu kadar insan arasında Ukbe’ye bir vuruyor ve yüzünü-gözünü parçalayıp, öldürüyor.

Öldürdükten sonra aslan kaçıp, gidiyor.

Ebu Leheb kalkıyor iş-işten geçmiş.

Ve orada diyor ki;

“Muhammed oğlumun üzerine dua yaptığı zaman oğlumun artık hayatından zaten ümidim kesilmişti”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu tür tarihi vakalar gibi Resulullah Efendimize ve onun getirmiş olduğu dine, onun inandığı Allah’a karşı tarih boyu yapılan tüm edepsizliklerin hiçbirisi karşılıksız kalmamıştır.

Bunlar tarih kitaplarının sayfalarına geçmiş, tarihi gerçeklerdir.

Ta çağımıza kadar devam etmekte olan vakalar bir bir ortaya çıkıyor.

Evet, Haçlı ve Siyonistler ve onların yetiştirdikleri İslam ülkeleri arasındaki piyon münafıklar dâhil olmak üzere; ilhad ve inkârcılığından tut, komünizmine kadar, deccaliyet ve tağuti sistemlerine kadar, hiçbirisi payidar olmadıkları gibi, uzun süreli var olabilmiş değiller.

Özellikle bunu vurgulamadan geçmek istemiyorum, samimi olmayan, münafık ruhlu Müslümanlar dâhil olmak üzere.

Nice nice yeryüzüne gelip giden tağuti sistemler olsun, küfri laisizme dayalı ne kadar dinsizlikler çeşidi olursa olsun, tekâmül eder etmez, illa ki sonuç itibariyle Allah tarafından hak ettikleri darbeleri yemişlerdir.

Amcası Ebu Leheb’in oğlu Ukbe’nin başına geldiği gibi, nice nice Allah’ın itleri durumundaki maddi ve manevi aslanlar türemiş ve beyninden vurmuştur, o sistemlerin.

Ve temsilcileriyle beraber o sistemler darmadağın olmuştur.

İbret-i alem olmuşlardır.

* * *

İşte, bu tür vakalardan bir ikincisini sizinle paylaşalım.

Bilindiği üzre,

O yüce Peygamber (s.a.v), Şam diyarında bulunan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başındaki Hirakıl adını taşıyan Kayser ile İran Sasani devletinin başında bulunan Kisra’ya İslam’a girme teklifiyle birer tane mektup gönderiyor.

Roma İmparatorluğu Hirakıl, Müslüman olmamakla beraber, Resulullah’ın mektubuna karşı çok büyük saygı gösteriyor, mektubu kutsuyor ve bugünkü tabirle önemli devlet arşivlerine koyuyor.

Elçiye de zeval yok diye, geri gönderiyor.

Ama Kisra, hem Resulullah’ın mektubunu parçalıyor, hem de elçiyi öldürüyor.

Çok kısa bir süre sonra, o günün yeryüzündeki bu her iki devleti arasında büyük bir savaş çıkıyor.

Savaşta Bizans Devleti, İran Devleti’ne galip geliyor ve İran Kisra’sının mülkü, devleti darmadağın ediliyor.

Sonuç itibariyle Hz. Ömer dönemine kadar hiçbir şey kalmıyor ve o İran’ın pay tahtı tüm ülkeleriyle beraber İslam’a teslim ediliyor.

Bunlar gerçekten, tarihi vakalardır.

Yaşanmış birer milattır.

Tıpkı günümüzde de, hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku revaçta olduğu gibi…

Sömürücü Haçlı Siyonist emperyalistlerin yeryüzünde gerçekleştirdiği tağuti mezalimler, İslam dünyasını kasıp kavurmaktadır.

Keza onlara bağlı bulunan İslam ülkelerinin başındaki münafık, piyon liderler dâhil olmak üzere ve günümüzde en çarpıcı olan da Suriye’deki İslam deccalı durumundaki Esed’in yaptığı mezalim orta yerdedir.

* * *

Bakınız, dün bile dünya medyasına yansıyan görüntülerde, zalim Esed’in askerleri, Suriye’de Halep ve Şam’daki bazı camilere saldırıda bulunmuşlardır.

Adeta Yahudi asıllı Amerika’daki hakaret içeren filmin yapımcısına pabuç giydirircesine, o gâvurun hakaretini arka plana bırakırcasına, Müslümanların inandığı camilerine ve yaptıkları ibadet şekillerini alayca taklit ederek, hakarette bulunmuş oldukları bütün dünya TV’lerinde göründü.

Bize göre Esed’in tüm mezalimini bir yere bırak, bu yaptıkları iğrençlik onların sonunun geldiğinin bir göstergesidir, onların bitirilmesi için tek başına bu alayca hakaret vakası bile yeter de artar.

Hani demişler ya “İtin eceli gelirse, cami duvarına ………..”

Ya bizim meşhur Ergenekoncu, İsrail’deki ağlama duvarına gidip, kemal-i huzurla ayakta durup, ağlayan bazı Generallerimizin sonu da o saydığım ibretlik olayların bir sonucu olmamış mı?

Yıllar yılı bu ülkeyi kasıp kavuran batıl, yanlış, inkârcı bir anlayışla inanan bir milletin başına musallat olup, dinine, inancına, Kur’anına, camilerine, cemaatlerine, medreselerine, ezanına, tek kelimeyle tarihine ve kültürüne musallat olmadılar mı?

Ama bugün, Atatürkçülük, Laikçilik, Cumhuriyetçilik adına kalmayan iğrençliklerin faturasının aynı anlayıştan hesap sorulmakta ve o hesabı ödemekte olduklarından hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Öylesine inanıyoruz ki, daha beterin beteri bile olabilecek kuşkusundayım.

Zira bu milletin bütçesiyle, vergisiyle, alın teriyle, insanlarıyla beslenip, palazlanan bir anlayış ne hazindir ki, kocaman bir TSK’nın bünyesinde oluşa gelmiştir ve yaptıklarının hiç de bir kıymet-i harbiyesi olmamakla beraber yapmışlardır.

Ve bundan vazgeçip, tövbe edip dönüşülmediği müddetçe ve bu millet de bu tür anlayışlara onay verdiği müddetçe, hiç unutmamalıyız ki, Allah’ın yeryüzünde görünen veya görünmeyen nice güçleri var, gerektiği anda Allah hak eden insanların başına o güçleri musallat ettirir ve hak ettiği yerlere de gönderir.

Bize göre günümüzdeki dramatik olayların varlığı yeter de artar bile.

Daha ne olsun?

En derin saygılarımla.