VE TÜRK’ÜN YENİ AMENTÜSÜ

Evet, SÖZ Gazetesinin değerli okurları.
Bugün bu köşede; çok önemli, önemli olduğu kadar da gerçekten çok düşündürücü tarihi odak noktaları sizinle paylaşmak istiyoruz.
İki gün üst üste sohbetimize başlık olarak "LAİK TÜRKİYE’DE NELER OLMUYOR Kİ?" diye yazdığımız bu ifade bünyesinde çok kapsamlı ve tarihi mesajları sizlerle hasb-i hal ettik.
Zira toplumsal olarak başımızı çevirip arkamıza döndüğümüzde, yakın geçmişimizde çok büyük ihanetler ve hıyanetleri yaşadığımızı görürüz.
Dünkü yazımda da değindiğim gibi!
Merhum Süleyman Çelebi Hazretleri’nin yaklaşık 350 sene önce Resulullah Efendimiz (S.A.S) şahsiyeti nuraniyesine âşık olma hasebi ile gözyaşlarını dökerek yazdığı Türkçe mevlüt yaklaşık 3 asırdan beri Türkiye’de okunmaktadır.
Mevlüthanlar tarafından hemen hemen tüm camilerde, cemaatlerde ölmüşlerimizin ruhlarına aşk-ı nebev-i paralelinde okuna gelmiştir.
Ama ne yazık ki; Osmanlı’nın son döneminde ittihatçıların hazırladıkları kirli oyunlar gölgesinde türeyen Jön Türkler’in bir uzantısı..
Ve Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da Ergenekon faşizan hareketleriyle baş göstererek yalakalığın dik alasını yapan sözde bazı yazar ve edebiyatçılar aşırı 'ırkçı ve faşizan' tutumlarıyla bu milleti dininden, inancından, tarihinden ve kültüründen, entrikalı oyunlarla uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
Başlıca yaptıkları en önemli hıyanetlerden birisi de tarihi din kültürümüzle oynamalarıdır.
Kur’an kültürünü yok etmek için "Tevhidi Tedrisat" adı altında İslami harflerle oynamışlar, divan edebiyatlarıyla oynamışlar, ezanın asaletiyle oynamışlardır.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi dini edebiyat motiflerimizi de yozlaştırmak için laiklik adına modern batıcılık gölgesinde, Atatürkçülük unvanı ile yola çıkan zevat Cumhuriyeti kuran devlet büyüklerine karşı yağdanlık ve yalakalık yaparak, telafisi mümkün olmayan 'ayrıştırmalara' neden olmuşlardır.
Ülkeyi ve milleti 'fesat' ağları içerisine süreklemişlerdir.
Bu tür bozguncu guru maalesef günümüze dek hala da 'icratlarına' devam etmektedirler.
Aslında bunlar, Türkiye vatandaşlarının yani Anadolu insanının saf kanını taşıyan insanlar değillerdir.
Öyle inanıyoruz ki, devşirme tipi ne idügü belli olmayan kökenden gelip Anadolu insanının isminin altına gizlenerek, İslam hüviyetine bürünmüşler.
Toplumun içine gizliden gizliye sızmışlar ve kendilerine göre yer edinmişlerdir.
Oysaki asıl hedef ve amaçları Anadolu insanının tarihi inancına ve kültürüne ipotek koymak, yozlaştırmak ve bu toplumu kültürel ve ahlaki değerlerden yoksun bırakmaktır.
Nitekim Milliyet’in yazarı Sami Kohen’in babası olan Moiz Kohen’in Tekin Alp ismi altında yazdığı "Türk’ün yeni Amentüsü" başlıklı yazısı yukarıda anlatıklarımızın kanıtlayıcı bir delilidir.
MOİZ KOHEN (TEKİN ALP) ATATÜRK’E TANRI DEYİP TÜRK AMENTÜSÜ adı altında şu hezeyanları yazmıştır.
Hezeyanlar içerisinde şöyle demiştir;
"Allah olan ölmez."
Oysaki bu kişi Yahudi kökenli olup bir hahamın oğludur.
1883 ile 1961 yılları arasında yaşayan Moiz Kohen gençliğinde İttihat ve Terraki’yi destekleyip Milliyetçilik ve Türkçülük konularında çok sayıda eser vermiştir.
Tarihçi Murat Bardakçı’nın Haber Türk’te yazdıklarına göre edebiyatımızda Behçet Kemal Çağlar’ın Atatürk için yazdığı sözde mevlüdün yanı sıra ayrı şekilde aşırı ifadelerle dolu olan çok sayıda başka eserler de söz konusu.
Mesela; 1894 ile 1957 seneleri arasında yaşamış olan Edip Ayel, Atatürk’ün vefatından sonra kaleme aldığı bir şiirde onun aslında "TANRI" olduğunu ve "TANRININ ÖLMEYECEĞİNİ" iddia ediyor.
Bakınız!
Anıtkabir’e hitaben şöyle bir deyim kullanmış.
"EY DERTLİ SARAY KBE Mİ OLDUN BİZE ARTIK?"/CENNETSE BU YURT, SEN ONU BULDUN DA HARABE BİR GÜN OLACAKTIR ANITIN/TÜRKLÜĞE KBE ZİNDAN KESİLEN RUHLARA BİR NUR GİBİ DOLDUN TÜRK IRKININ EN SON ULU PEYGAMBERİ OLDUN/TUTSAK SENİ LAİK YÜCE TANRI İLE MUSAVİ.. "
Evet, sevgili dostlar.
Yahudi asıllı Moiz Kohen’in "Türk’ün yeni Amentüsü" şöyledir;
"KAHRAMANLIĞIN ÖRNEĞİ OLAN VE VATANIN İSTİKLALİNİ YOKTAN VAREDEN MUSTAFA KEMAL’E ONUN CENGVER ORDUSUNA, YÜCE KANUNLARINA, MÜCAHİD ANALARINA VE TÜRKİYE İÇİN AHİRET GÜNÜ OLMADIĞINA İMAN EDERİM."
İşte bu kişi Behçet Kemal Çağlar ve Edip Ayel üçlüsü birleşerek zehir akıtan kalemleri ile tarihimize, kültürümüze, inancımıza gölge düşürmek maksadıyla adeta kışkırtıcı oyunlar sergilemişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk’e karşı yalakalığın dik alasını gösterirken kendi akıllarına göre Atatürk’ü bu şekilde daha da büyütmek isterken aslında Atatürk’ün ciddiyetine ve kişiliğine gölge düşürmekten başka bir şey değildir.
Aslında hedefledikleri gerçek Atatürk ile inanan Türkiye’yi karşı karşıya getirmektedir.
Ama hey hat Allah-u Teala hainlerin planlarını daima tarih boyunca akim bırakmıştır.

Evet, sevgili okurlar.
Dün Haber7.com sitesinden 09 Şubat 2010/20:30 Ersin Çelik’in haberi olarak sitede şöyle bir yazı okudum.
28 Şubat’ta "İRTİCACI" diye ihraç edilen Profesör İskender Pala, askeri liselere yani harp okullarına kabuldeki sözlü mülakatta adayların nasıl dindarlık testine tutulduklarını anlatıyor.
İşte buyurun sevgili dostlar.
Türkiye nelerle karşı karşıyadır?
Nasıl içten vuruluyoruz?  
Toplumsal olarak kandırılarak, ağzımıza konulmak istenen zehirli bal lokması maalesef midemize inmiş ama iç organlarımızı paramparça etmiş, deyim yerindeyse manen bizi cansız bırakmıştır.
Zira bir millet olarak öyle bir hal yaşıyoruz ki bir türlü dostumuzu, düşmanımızı sezebilecek durumda bile değiliz.
Tanımıyoruz, bilemiyoruz, ayıramıyoruz, kim dosttur, kim düşmandır.
Kendi elimizle baltayı hep bacaklarımıza vurmuşuz ve böyle bugüne kadar gelmişiz, bir kalkıp etrafa baktığımızda hep günlük vakaları terörle, kargaşayla, kavgayla geçirmişiz ve geçirmeye devam ediyoruz.
Kendimizi 40 -50 yıldan beri kan ve gözyaşlarından bir türlü kurtaramamışız.  
Bize göre felaketin en büyüğü de kendimizi aldatarak davamıza inanmamış halimizdir.
Bakınız emekli bir asker olarak İskender Pala neler yazıyor?
"12 Eylül sonrasında Öğretmen Teğmen olarak girdiği ordudan 28 Şubat süresince de "İRTİTACI" diye ihraç edilen ünlü edebiyatçı Profesör Doktor İskender Pala 15 yıllık subaylık hayatında yaşadıklarını kaleme aldığı "İki Darbe Arasında" isimli kitapta askeri liselere kabuldeki sözlü mülakatta adayların nasıl dindarlık testine tuttuklarını anlatıyor."
Sorular şöyle devam ediyor.

KUR’AN MI NUTUK MU?
2003’de tamamladığı ama geçtiğimiz günlerde Kapı Yayınları’ndan çıkan kitabında kendisinin de mülakatlara girdiğini anlatan İskender Pala öğrencilere "Bir elinde Kur’an var, diğer elinde Atatürk’ün Nutuk’u. Denize düştün ve tek elle yüzebileceksin, hangisini atarsın?" şeklinde sorular yöneltildiğini bu şekilde dindarlık testinden geçirildiklerine dikkat çekiyor.
1984 yılındaki mülakatta Çingene, gayrimüslim, Alevi ve Kürt olduğuna kanaat edilen adayların elendiğini daha sonraki yıllarda ise Alevi olanların yerini küçükken Kur’an kursuna gitmiş olan öğrencilerin aldığını belirten Pala, İmam-Hatip okullarından gelenlerin ise kesinlikle elendiğini ama kendilerine başka bir nedenle elenmiş gibi gösterildiğini aktarıyor.
İşte bakınız sevgili okurlar.
Bozguncu anlayış bir milletin yeni neslini ve körpe evlatlarını nasıl bozmaya çalışıyor. Aynı bozguncu güruh "Kâbe onların olsun, bize Anıtkabir yeter" yalakalığı ile yola çıkmış oldukları ortada.
En derin saygılarımla