YA KURT İÇTEN KEMİRİRSE, AĞACIN HALİ NİCE OLUR! (2)

Dünden devam…

İşte bakınız sevgili okurlar!

Yıllar yılı bu millet kimlerle kalkıp oturmuş, nasıl aldatılmış, nasıl kandırılmıştır?

Deyim yerindeyse şairin dediği gibi “Adı İffet olan nice fahişelerle karşılaşmıştır bu millet?”

Yeri gelmiş imam cübbesini giymiş, cemaatin önüne çıkmış, imamlık yapmıştır. Ama bekledikleri siyasi rantı bulamayınca hemen saf değiştirerek siyaset kıblesini başka yöne çevirmiştir. Ve na hazindir ki bu karekterler halen aramızda mavcuttur.

Bakınız, Bir de 25 Mart 2008 tarihli Taraf gazetesinin sürmanşeti. Ülke ve millet olarak nelerle karşı karşıya olduğumuzu göstyermektedir.. Allahım bu ne fesattır bu ne ihanettir.

“Cumhuriyet Bombalarını Veli Küçük Paşa Verdi”

Haber şöyle devam ediyor:

“Danıştay Davası sanıklarından Osman Yıldırım, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombaları Ergenekon Zanlısı emekli General Veli Küçük'ten aldıklarını söyledi.

SALDIRI KARARI KÜÇÜK'TEN

Osman Yıldırım, Ergenekon soruşturmasını sürdüren Savcı Zekeriya Öz'e verdiği ifadede Cumhuriyet ve Danıştay'a saldırı kararını Alpaslan Arslan ve Veli Küçük'le birlikte Ataşehir'de yapılan toplantıda aldıklarını söyledi.”

İşte bakınız sevgili okurlar!

Sohbetimize başlık olarak koyduğumuz “Ya kurt içten kemirirse ağacın hali nice olur” ifadesinin konularımızı ne kadar kanıtlamakta olduğu malumunuzdur.

Aynı Veli Küçük devletin resmi üniformasını taşıdığı günlerde devlet imkanlarını nasıl kötüye kullandığını artık bugün tüm çıplaklığıyla gerçeklerini ortaya koymaktadır ve geçmiş tarihi tüm detayıyla bize okutmaktadır.

Aynı bu Veli Küçük gibi düşünen ve onun devresi durumunda olan bu coğrafyamızda da daha nice Veli Küçük'ler vardır.

Ki örnek olarak Lice dağlarının operasyonundan helikopterle dönerlerken tarlada çalışan masum köylülere yukardan ateş açarak “Gebersinler… PKK vurdu denilsin….” daha nice antidemokratik karartmalar ve mezalimlerle bu ülke karşılaşmıştır.

Zira kurt vücudun içine girmiş ve vücut içten kemirmekten kurtaramıyor kendini.

Evet değerli okurlar!

Gerçekten olaylar çok hazin, çarpıcı ve ibret vericidir.

Türkiye nerden nereye geldi? Her zaman yazılarımda simgeleyerek söylüyorum.

“Yalan söyleyen tarih utansın”

Yakın tarihimizde bizlere okutulan tarihin hemen hemen gerçekçilikle uzaktan yakından alakası yoktur. Bunun için elimize geçen yabancı tarih bilginlerini ve derya gibi derin ilim adamlarının tarih bilgilerine başvurulduğunda bizlere neleri öğretmiyorlar ki!

Zaten günümüzdeki mevcut stratejik hayat akışları her şeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Yan bilgileri toplamak için tarih kitaplarına başvurulmasa dahi günlük medyamızın sürmanşetlerine geçen olaylar, başlı başına yeter ve artar.

Bu ülkede ve diğer islam ülkelerinde laikçilerin laiklik adı altında yaptıkları iğrençlikler, zulüm ve bozgunculuklar işte Türkiye'yi bugüne sürüklemişlerdir.

Kökü tamamıyla dışa bağlı ve cemiyetin odak noktadaki üyelerinin bir çoğunun mason ve yadudi dönmeleri olduğu kuşku götürmeyen tarihi bir gerçek.

Bu cemiyetin girişimleri ile 1909'da Sultan Abdülhamid'in taht-i saltanatından indirilişi ve Selanik'e sürgün edilmesiyle Türkiye'nin işini o günden itibaren bitirmiş durumdadırlar.

1913'ten 1924'e kadar olup bitenler bilenler için yeter ve artar.

1916'daki Ermeni Hadisesi'nin oluşturulması (!)

1918'deki Sevr Antlaşması (!)

1923'teki Lozan Antlaşması (!)

1924'teki İslam hilafetinin lağvedilmesi

Bunlar gerçekten düşündürücü, üzerinde derinden derine durulması gereken birer olgular ve olayların temel unsurlarıdır.

Fazla başınızı ağırtmayalım.

Hasan Cemal'in Milliyet'teki köşesinde “Türkiye'ye yapılacak kötülükler üzerine…” başlıklı yazı serisi üç günden beri devam etmektedir.

Ancak dünkü yazısının bir bölümünü burada örnek olsun diye sizlerle paylaşmak istiyorum.

Gerçekten okumaya değer ve önceki iki yazısının da okunmasını tavsiye ederim.

Hasan Cemal'in bu yazılarını okuduktan sonra, başta iktidar partisi AKP olmak üzere herkes siyaset alanında gelişen ve oluşan olaylar paralelinde kendine bir çekidüzen vermek ve elini çabuk tutmak, birilerinin sahte uzlaşma önerilerinden vazgeçip radikal bir biçimde milli iradeye dayanarak bozguncu çetelerin üzerine gitmeleri gerekir.

Aksi halde yeni bir 27 Mayıs'tan, 12 Eylül'den ve 28 Şubat'ın zifiri karanlıklarından kendilerini kurtaramıyacaklardır.

Bakın Hasan Cemal ne diyor:

“Oyun aslında çok açık oynanıyor. Görmek isteyenler için gizlisi saklısı yok. 2002 yılı sonunda, AKP'nin seçimleri kazanıp hükümet olmasından beri sahnede heyecanla izlenen bir oyun bu.

Adı sır değil:

AKP'yi devirmek!

Nasıl mı?

Yeni bir 28 Şubat'la…

Muhtıra ile…

Askeri darbeyle…

Olmadı, yargısal darbeyle…

Arayışlar 2003'le birlikte başladı. Askerin doruklarında uç veren kıpırdanmalar, yargıyla üniversitenin tepelerine sirayet etti organize biçimde.

Sivil odakların bağlantı noktalarında bir kısım basın ve emekli paşaların başını çektikleri bazı kuruluşlar vardı. Perde arkasında ilginç işbirliği örnekleri, ‘organize işler' sergileniyordu.

Askerin doruklarında rahatsızlığa yol açan ilk konu Kıbrıs oldu. Başbakan Erdoğan – Dışişleri Bakanı Gül ikilisinin Annan planıyla “Kıbrıs'ı satmaya hazırlandıkları” söyleniyor, bunun engellenmesi isteniyordu.

Ağır basan kaygılara gelince?

•  Erdoğan hükümeti, AB'ye uyum ve demokrasi diyerek askerin elini zayıflatacaktı.

(2) Bu durum Türkiye'nin bölünmesine giden yolu kısaltacaktı.

(3) Siyasal İslam'ın güçlenmesini ve devleti adım adım ele geçirmesini hızlandıracaktı.”

Bir de Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu'nun dünkü “Darbe, Darbeci azmettiricilere dair notlar…” başlıklı yazısına bakalım.

“2003 ve 2004…

Sarıkız ve Ayışığı adlı iki darbe girişimi hiç olmadı…

Bu darbe girişimlerinden birinde üç kuvvet komutanı, diğerinde bir kuvvet komutanı işi son aşamaya kadar hiç getirmedi…

Bugün yüksek sesle “tezgah, demokrasi” diye bağıran birçok gazeteci Ankara'da yapılan darbe toplantılarına hiç katılmadı…

New York süreci yaşanırken, yani Kıbrıs görüşmeleri sırasında Cumhuriyet'in Ankara temsilcisi üzerinden Cumhuriyet Gazetesi Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e ve hükümete karşı bir ayaklanma sinyali olan “Genç subaylar rahatsız” manşetini atarak, darbecilerin “yazılı kuvvetler”i rolüne hiç soyunmadı…

O gün saatlerce New York'ta, Ankara'da ve İstanbul'da askeri girişim müjdesi kimileri tarafından hiç beklenmedi…

Şemdinli bir rüyaydı…

Danıştay Saldırısı'nda orduya ait el bombaları hiç kullanılmadı…

Bombacı bunları ünlü bir generalden aldığını hiç itiraf etmedi…

Hrant Dink cinayetinde resmi ayak hiç olmadı….

Trabzon Jandarma Alay Komutanı cinayeti önceden bildiren astlarına, ‘tamam sonra bakarız' hiç demedi, cinayetten sonra bu aynı kişilere konuşmama emri hiç vermedi…”

Bize göre tüm bu olup bitenler geçmişteki milli iradeye dayalı olarak iktidara gelen hükümetlerin hemen hemen hepsinin başından gelmiş geçmiş olaylardır.

Ama olaylardan ders almayıp kem küm eden hükümetler ve hükümetlerin başındaki Başbakanların hepsi sonuç itibariyle birer şamar oğlanı durumuna düşmüşlerdir.

Ümit ediyor ve güveniyoruz ki AKP İktidarı ve sayın Erdoğan kendileri ni artık bu duruma düşürmezler ve kimsenin kem kümüne aldanmazlar.

Başı dik, alnı açık, dik duran bir Başbakan olmalıdır ki öyledir. Artık kendilerini şamar oğlanı durumuna sokma değil, karşılarındaki tüm fesat ve bozguncu odaklarını şamar oğlanı durumuna getirmeleri lazım.

Zira bu milletin bu ülkede tek ve son ümidi bu iktidardır.

Bu da bir şeyler yapmazsa artık vay ülkenin haline!

En derin saygılarımla…