YA KURT İÇTEN KEMİRİRSE AĞACIN HALİ NİCE OLUR!

Evet, sevgili okurlar!

Bir haftadan beri sizden ayrılma üzüntüsü ile birlikte bugün yine sizinleyim.

Fırsat buldukça sizinle sohbet etme mülakatı benim için hayatımın en sevinçli anıdır.

Ama ne çare ki dünya işleri bir türlü o fırsatı veremiyor. Onun da üzüntüsü içerisindeyim.

Zira inancımız gereği yüce kitabımız Kur'an-ı Hakim, bize bildiklerimizi saklamamamızı emretmektedir. Hem de şiddet ve kesinlik manasını taşıyan tehditlerle beraber.

Yani kıyamet gününde bildiklerini saklayan, gerçekleri söylemeyen bilim adamlarını Cenab-ı Allah, ilmini toplumuna iletmeme cezasını vermek üzere sorgular. Bu paralelde yüce İslam Peygamberi (S.A.V.) bu ayetlerin mana değerini zımni olarak ifade ederken bu hadis-i şerifle bizi uyarıyor:

“Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır.”

Biz de bu vebalden kendimizi kurtarmak için fırsat buldukça dilimizin döndüğü, kalemimizin yazabildiği kadar sizinleyiz.

Zaman-zaman ara veriliyorsa da bizi mazur göreceğinizden ümit varız.

Evet, sevgili okurlar!

Ülkemizin hal-i pür melali ortada. “Görünen köy kılavuz istemez” misali malumu ilam etmek, bilinen şeyleri yeniden bildirmek abes geliyor ise de fakat bazı önemli konularda tekrarda fayda vardır. Biz de burada Türkiye'nin gerçeklerini kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

Günlük yazılı medyaya bakıldığında öylesine utanç veren ibret verici olaylarla karşı karşıya kalıyoruz ki, insan gerçekten “Sonumuz ne olacak?” diye düşünmekten kendisini alıkoyamıyor.

Onun için sohbetimizin başında Üstad Bediüzzaman hazretlerinin “Tarihçe-i Hayat” isimli kitabının 628. Sayfasındaki şu görüşünü aktarmak istiyorum.

Zira o büyük Üstad günümüzün ve ülkemizin gerçeğini birebir bize yansıtarak parmak basmaktadır.

“Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet (güçlü olarak karşılık vermek) kolaydı. Şimdi tehlike içerden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa!”

Aziz üstadımızın bu keskin dehası gereğince iman ve ilim dürbünüyle gördükleri ülkenin manzaralarını yaklaşık 80 yıl önce açıklamıştır.

Ama gittikçe de yaşanmakta olan olaylar ve toplumun güncel hayat akışları her gün biraz daha bu görüşü teyit etmektedir.

Zira ülke hariçten gelen tehlikelerden daha fazlasıyla içten gelen harici düşmanların adına çalışan ajan pozisyonuna giren çok önemli hıyanet erbaplarından kendini bir türlü kurtaramıyor.

İşte bu hıyanet ve ihanet erbaplarının kirli çalışma versiyonları gerçekten ülkeyi içten tahrip etmektedir. Normal yörüngesinden saptırılmış durumda ve saptırılmaya da devam edilmektedir.

Çoğulcu demokratik parlamenter sistemi ile yönetilen devletimiz bir türlü milli iradeyi elinde tutan iktidarlar maalesef çalışma hızını alamamaktadırlar.

İlla ki birileri tarafından önüne engel konuluyor. Bu engeli teşkil eden iç dinamikler, maalesef aynı yine Meclis'in içinde bulunan muhalefet ve o muhalefetin yandaşlığını ve avukatlığını yapan dışa bağımlı bazı medya gruplarıdır.

İşte bu medya grupları her ne pahasına mal olursa olsun, ülkeyi milletiyle, devletiyle birbirine düşürüp içten tahrip etmeye devam etmektedirler.

Bu durumda Türkiye, ‘ağacın içine girmiş kemirici kurt' misali ajan provakatorlerden kendini kurtaramıyor.

Üstad Bediüzzaman'ın yukarıda aktardığım o berrak görüşlerini güçlendirme anlamında Ra'd Suresi'nin 11. Ayeti ile Enfal Suresi'nin 53. Ayetlerini sizlere aktarmak istiyorum.

Bakınız Ra'd Suresi'nin 11. Ayeti kerimesi şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki bir millet kendisini değiştirmedikçe, Allah onu değiştirmez. Allah bir milletin kötülüğünü istediğinde kimse ona karşı duramaz. O millet için Allah'tan başka koruyucu yoktur.”

Enfal suresinin 53. Ayeti ise mealen şöyle:

“Çünkü bir kavim kendi davranışlarını değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.”

Evet, sevgili dostlar!

Yüce Kur'an da bize toplumsal günlük hayat görüntülerimizi böylece göstermektedir.

İşte bu durumlar Kur'an-ı Kerim'in Ayet-i Hikmetindendir ki insanları hakka, doğru yola sevk etmesidir.

Ama heyhat! Biz nerde halimiz nerede?

Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne dek bir türlü milletle devlet arasındaki anlaşmazlıklar giderek sorunlar yumağı haline gelmektedir.

Sorunları çözmeyen siyasal iktidarlar da her gün biraz daha ülkeyi uçurumun kenarına itmektedirler.

Zira bugünkü AKP iktidarının tüm seyyiat ve hasenatlarıyla (iyilik ve kötülükleriyle) beraber tartışılırsa başta Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere gerçekten iyilikleri kötülüklerine ağır basar ve objektif olarak söylemek gerekirse gerçekten Sayın Başbakanımız ülke için çok iyi niyetle çalışmaktadır.

Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tüm ihlâs ve istikametleriyle çaba gösteren Sayın Erdoğan ama ne çare ki zaman-zaman muhalefetin ve derin medyanın hışmına uğrayarak kendi hükümetini bocalamaktan kurtaramıyor bir türlü.

İşte burada bir gerileme planı söz konusu olabilir ki toplum buna hiç cevaz vermez.

Zira siyasi gücünü milli iradeden alan bir iktidar yegane dayanak noktası yukarda Allah, aşağıda da millet olmalıdır ki öyledir.

Her ne kadar muhalefetin zaman-zaman çatlak sesleri ve attıkları naralar söz konusu ise de bu millet her şeyiyle, tüm gücüyle iktidarın yanındadır ve hiçbir zaman iktidarı yalnız bırakmaz.

Bu millet artık aklını başına almıştır, akla karayı seçmiştir, samimi insanlarıyla siyasi münafıkları rahatlıkla ayırt edebilmektedir.

Dost kimdir, düşman kimdir seçilme ve tanıma kabiliyetine haizdir.

Yıllardan beri ülke insanını kandıran, Paris'in ve Britanya'nın lobilerine bağlı olan siyaset münafıklarının bu ülkede attıkları cirit artık herkes tarafından bilinmektedir.

Yıllardan beri yazıyoruz, çiziyoruz, söylüyoruz ve diyoruz ki, ne kehanettir ne keramettir, Türkiye'nin iktidar otoritesini yıllardan beri elinde tutan siyasi münafıklar gerçekten bu milleti laiklik, demokrasi ve sosyal hukuk devleti gibi kavramlarla inim-inim inletmişlerdir.

Dost görünmüş, düşman muamelesini yapmışlardır.

Dünkü yazılı medyamızın birinci sayfalarını ibretle inceledim. Hepsi olmasa bile bir bölümünü dersi ibret olsun diye burada sizinle paylaşmak istiyorum.

Bakınız dünkü Vakit'in sürmanşetinde iki önemli konu vardı. Bu her iki önemli konuları da resimleriyle beraber bugünkü bu köşeye almak istedim.

Konu şu yazıyla başlamaktadır:

“Hasan Celal Güzel, ‘Demirel'e hakkımı helal etmiyorum' dedi.

Demirel, siyasi münafık!

Devlet eski Bakanlarından Hasan Celal Güzel, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in başörtüsü ile ilgili tutum ve sözlerini eleştirerek ‘Onu asla affetmeyeceğim' dedi.

Eğitim Bir-Sen'in Mersin'de düzenlediği programda konuşan Güzel, (!) ‘Bir zaman elinde Kur'an, gönlünde iman, nurlu Süleyman'ı, şimdi başörtülü kızları S.Arabistan'a sürmeye kalkan ve türbanı şeriat alameti olarak tavsif eden bir garip vatandaş oldu. Buna ‘siyasetteki münafıklık' deniyor bana kalırsa. Onu asla affetmeyeceğim ve hakkımı da helal etmeyeceğim' dedi.”

İşte bakın devletimiz yakın tarihimizde elinde Kur'an, nur yüzlü (!) nice münafıklarla karşılaşmıştır.

İkinci konumuz aynı gazetenin birinci sayfasında sol üst köşede şöyle bir başlık atmaktadır:

“Şener'e Rotaryen Ödülü” hemen yanında utanç verici bir ibret levhası ve haber şöyle devam ediyor:

“19 Şubat'ta Büyükhanlı Park Otel'de basına kapalı olarak gerçekleştirilen kökü dışarıda Rotary Kulüpleri'nin toplantısına şeref misafiri olarak katılan ve burada bir konuşma yapan Başbakan eski Yardımcısı Abdüllatif Şener, “Başarı Belgesi” ile ödüllendirildi.

(devamı yarın)