YANLIŞ CUMHURİYET (III)

Evet, sevgili okurlar.

Toplumların geleceğini garanti altına almasının ve uzun ömürlü yaşamlarının tek şartı vardır.

O da; istikametli davranıp bireyler arasında dürüst olma şeklidir.

Keza bireylerinden oluşan toplum ile onu temsil eden devlet ve devletlerin başındaki yönetim kadrosu, her ne olursa olsun, dün de belirttiğim gibi; milli irade, milletin siyasi egemenliğini sağlam tutmak ve o toplumun ruhuna yakışabilir yaşam paralelliğidir.

Yani devlet otoritesini eline alan zevat, her ne olursa olsun milli ruhtan, milli inançtan, milli tarihten, gelenek ve görenekten ayrılamaz ve hiçbir zaman ters düşemez.

Bu bilimsel ruhaniyet toplumu canlandırır, devleti güçlendirir ve uzun ömürle yaşama şansını sağlar.

Aksi takdirde havadan cıvadan başka bir şey değildir.

Bunun aksini düşünmek, havanda su dövmeye benzer.

* * *

Yukarıda ifade etmek istediğim gerçeğin hulasası ve neticesi şudur ki geçmişe yönelik yapılan yanlışlar, bilerek veya bilmeyerek işlenen günahlar ve zulümler, toplumun içine sokulan antidemokratik fitne unsurları her ne ise farkına varıldığında çoğulcu demokratik parlamenter sisteme düşen görev; derhal ama hiç zaman kaybetmeden o geçmişteki olup bitenleri sorgulaması gerekir.

Kasıtlı olsun, bilinçli olsun, bilinçsiz olsun, her ne şekilde olursa olsun, onu uygulayan zevatın hal ve biyografisi de ele alınarak, bir hukuk devletinin yapabileceği tek şey, hiç zaman kaybetmeden toplum adına derhal onları sorguya tabi tutmalıdır.

Aksi halde milli iradeyi elinde tutanlar, felce uğramış bir vücut yapısıyla, organları cansız, ruhsuz kendi kendine sallanıp duran bir yapıya dönüşür.

O zamanda, ne sorgulayabilir, ne de kendini koruyabilir?

Evet, tıpkı yanlış kurulan cumhuriyetimizin bugüne dek icra ettiği uygulamaları gibi.

Bu milleti kavgaya, kargaşaya, teröre, kan ve gözyaşlarına itmiştir.

Her gün bir adım daha antidemokratik hukuk dışı yasaların uygulamalarıyla ülke insanlarını tüm hat ve çizgileriyle inim inim inletmiştir ve inletmeye de devam ediyor.

***

Evet, Sayın Başbakanımız muhterem Recep Tayyip Erdoğan’ın, bugün Diyarbakır’a teşrif etmeleri elbette ki çok büyük memnuniyet vermiştir.

Ve Sayın Başbakanımızın çok iyi niyetli bir insan, bir devlet adamı olduğundan da hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

İnanın, sevgili okurlar.

Cumhuriyet döneminden bugüne kadar gelip giden Başbakanların arasında ancak Sayın Tayyip Erdoğan bu imtiyaza sahip olmuştur.

Müstesna bir kişiliği vardır.

İnançla, imanla, izanla, bilgiyle ve kültürle dopdolu bir insan.

Siyaseti de çok iyi biliyor, milletin nabzını da tutan çok iyi birisidir.

Ama ne var ki yanlış kurulan cumhuriyetin, yanlış uygulamalarından dolayı kendisi ve hükümetiyle beraber çok büyük zorluklar içerisinde olduğunu, telafisi mümkün olmayan sıkıntılarla karşı karşıya olduğunun kendileri de farkında, toplum da çok iyi bilmekte.

Muhalefet apayrı bir havada yürüyor.

Sadece şekilcilik ve “Dostlar alışverişte görsün” kültürüyle kendilerini biçimlendiriyorlar ise de fakat bu millet ne kadar acı içerisinde, ne kadar huzursuzluk içerisinde, ne kadar kan ve gözyaşları içerisinde olduğunun farkında değiller herhalde.

Farkında olsalar, inanıyoruz ki siyasi ihtiras uğruna böylesine başıboşluk içerisinde olmazlardı.

Hissederlerdi.

Ve derhal kendilerine çekidüzen verirlerdi.

İktidarla ittifak içerisinde milletin yararına ne ise onu pekiştirirlerdi.

Geçmişe yönelik cumhurun arkasında olmayan bir cumhuriyete “Dur yeter artık, söz milletindir” derlerdi.

Ama heyhat!

Ne çare ki hiç de öyle değil.

Demiyorlar. Diyecek niyetleri de yoktur.

Çok iyi ve üstün bir örnek olmak yerine ne hazindir ki topluma çok kötü örnek olmaktan başka bir icraatları yok.

***

Bakınız...

Cumhuriyetin, yanlış bir cumhuriyet olarak kurulduğunu, kaygan ve buzlu bir zemin üzerine oturtturulduğunu, Hindistan’daki Sağır Sultan dahi biliyor.

Ama plan ve projesi dışa bağımlı olup, özellikle İngiliz politikasının güdümünde olduğundan bugüne dek hiçbir iktidar buna değinmemiş, bu yanlışlıkları ortadan kaldırmaya yanaşmamıştır.

Aynı ihtiraslık, aynı bencillik içerisinde gelen giden iktidarlar, Cumhuriyet Halk Partinin kurduğu yanlış cumhuriyetin tek bir harfine karışamamışlardır ve karışmaya da pek niyetleri yoktur.

Böyle olunca bu memlekete ne barış gelir, ne de süreç gelişir.

Ancak seçimden seçime milletin karşısına çıkıp, milletin nabzını tutmaya çalışan Başbakanlar, iktidarlar, muhalefetler, seçim bittikten sonra onlar da biter, millet de biter.

Her ne kadar maddi görünümde, bölge ve coğrafyalara yönelik gösterilen yatırımlar varsa da tamamıyla geçicidir, kronikleşmiş kanserolojik bir hastalığı aspirinle tedavi etmekten başka bir şey değildir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Yanlış kurulan cumhuriyet, ülkemizde olduğu gibi tüm İslam dünyasındaki mevcut uygulamalar, her şeyi bize göstermektedir.

Bu, bize göre yeter de artar.

Nitekim günümüzde Mısır’ın öz be öz evlatları olan İhvan-ı Müslimin teşkilatına karşı 1928’lerden günümüze dek yapılan antidemokratik zorbalık ve kanlı uygulamalar, bir türlü bitmek bilmiyor.

Kocaman bir millet yok olmak üzere.

Bunu yapan kim?

Elbette ki tarihi İngiliz ve Fransa politikasına güdümlü ajan ve casus Firavuncukların kendi milletine karşı yapmış olduğu uygulamalardır.

Nitekim iki gün evvel Mısır’ın Yüksek Mahkemesi tarafından 529 İhvan’a vermiş olduğu dayanaksız ve gerekçesiz idam kararı hukuk adına bir katliamdır.

Hukukun külahı zulme ve zalime giydirilmiş, çağdışı bir insanlık ucubesidir.

Ne yazık ki hukuk adına işlenen bir katliama, hukuk ve yargı adını takmışlar.

O kararı verenin, hukukla yargıçlıkla uzaktan yakından alakası yok.

Ancak birer tane canidirler!

Millete karşı yapılan katliamın katilleri olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar ve tarih boyunca o leke onların alnındadır ve hukuk cübbelerinden o kan lekesi bir türlü silinmez ve silinemez de.

İşte İslam dünyası, başta Türkiye olmak üzere bugün oturup, el ele verip derinden derine düşünmesi gerekir, ağlaması gerekir ve cidden bir muasır medeni dünya seviyesine adım atmak zorundadırlar.

Dört bin sene evvel Firavun’un kendi milletine, kendi coğrafyasına yapmış olduğu mezalim ancak Allah û Teâlâ tarafından onun zulmünü engellemek için Hz. Musa’yı göndermiş ve o Firavunun da katliamını önlemiştir.

Bu zaten adetullahtır. (Allah'ın şaşmaz kanunundur)

Tarih boyu insanlar arasında yağdırılan zulüm keyfiliği, netice itibariyle Allah, sağlam karakterli birilerini gönderir ve onları yok eder.

Ama elbette ki üzüntüler içerisinde sabırla dua etmekle beraber, yepyeni dinamik bir neslin yetiştirilmesi gerekir.

Yine bu da millete ait olmakla beraber, milletin temsilciliğini üstlenen, devlet nizamını elinde tutanların başlıca görevleridir.

Yani keyfiliğe dayanan yanlış cumhuriyeti yeniden sorgulayıp, ortadan kaldırmakla mutlak bir adalet gerçekleşebilir.

Tıpkı Hz. Musa’nın Firavun’a karşı çıkıp verdiği mücadele gibi…

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Bakara” suresi, “Maide” suresi, “Araf” suresi ve “Kasas” suresi gibi daha birçok surenin “kıssadan hisse” olarak Firavunun Mısır ehline yapmış olduğu zorbalık, totaliterliğe dayalı keyfilik karşısında ansızın Hz. Musa çıkıveriyor.

Ve tüm bu yaptıkları yanlışlar ve zalimleri sorguluyor ve kendisiyle acımasız bir şekilde mücadele veriyor, korkmuyor, Allah da yardımcısı oluyor.

Nitekim Hz. Musa’nın mücadele başlangıcı aynen şöyle olmuş.

Seyyid Kutub Fizilal-i Kur’an isimli tefsirinde şöyle bir yorum getiriyor;

“İşin başlangıcı” başlığı altında şöyle devam ediyor;

“Şimdi kıssa başlıyor.

Meydan okumalarla ezici kudret elinin tezahürleri meydana çıkıyor.

Doğrusu Hz. Musa, kıssaya başlamadan önce anlatılan zor şartlar altında dünyaya gelmişti, daha doğar doğmaz tehlikeler her yandan Hz. Musa’yı sarmış, ölüm onu kapıp kaçabilmek için takibe başlamıştı.

Kılıcın ucu boynunun üzerine binmiş, hep başını kesmek için çabalıyordu ve işte bu şartlar altında şaşkın bir anne korkuyor, korkuyor, korkuyor.

Yavrusunun başına geleceklerden, onun doğum haberinin cellâtların kulağına gitmesinden hep endişe ediyor, o anne.

Sevgili yavrusunun boynuna bıçağın değmesinden korkuyor, sarılıyor zavallı anne bu küçücük yavrusuyla korkulu günler yaşıyor.

Onu korumaktan aciz, saklamaktan aciz, doğuştan gelme bir duygunun ona seslenerek teselli vermesinden mahrum bir çare bulmaktan yoksun bir anne.

İşte tek başına zavallı, güçsüz bir anne…

Tam bu noktada işe kudret eli karışıyor, o titrek kalpli, kararsız ve korkulu annenin yüreğine su serpiyor.

Bu dehşet dolu hava içerisinde ne yapabileceğini, nasıl hareket edeceğini kendisine söylüyor”

“Kasas” suresinin 7. ayeti.

Musa’nın annesine;

“Onu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak, korkma, üzülme, şüphesiz onu biz sana döndüreceğiz ve Peygamber yapacağız” diye vahiy etmişti.

“Allah Allah ne kudret bu.

Ey Musa’nın annesi, emzir onu kucağında olmasından endişe ettiğin, başına geleceklerinden korktuğun, memen ağzındayken bağrına bastığın zaman gözünün önündeyken başına bir şey gelmesinden korktuğun vakit, suya bırak onu, korkma, üzülme”

Tabi ki, O yılda, doğan erkek çocuklarının çoğu katliama tabi tutuluyordu

Bu nedenle, anne korku ve endişe içerisindeydi…

Ve O yüreği korku içerisinde olan anneye şöyle sesleniliyordu;

"Denizde, yanında başka yerde emniyete bulunmayan, elin muhafazasında, korku söz konusu olmayan, elin altında korku denen şeyin yanına yaklaşmadığı, elin içinde ateşi serinlik ve selamet kılan, denizi sığınak ve yatak yapan, elin önünde şu azgın ve zalim Firavun’un değil yeryüzünde, hiçbir zalimin yanına varamayacağı emin müşfik ve yüce elin içinde kalacak.

Şüphesiz onu biz sana döndüreceğiz, onun hayatından endişe etme, senden uzaklaştı diye de üzülme ve Peygamber yapacağız.

Ve işte geleceğin müjdesi, Allah’ın vaadi sözlerin en doğrusudur”

Evet, sevgili okurlar.

Bu hadiseye bu tarihi olaya birkaç gün daha ibret olsun diye sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.

Evet, toplumlara özellikle İslam dünyasına özellikle Suriye’ye ve hatta Türkiye’nin de içine almaya çalışan gizli karanlık odaklar, tüm bunlar, tarihi mezalimlerin gölgesinde faaliyetlerini gerçekleştirmektedirler.

Buna artık dur denmelidir.

Siyasi ihtiraslara karşı, siyasi fedakârlık gerekir ki tarihi kötülüklerin uygulamalarına devam değil, yok etme planlarının gerçekleşmesi lazım.

Ümit var olunuz ki ülkemizde ve hatta tüm İslam dünyasının güvendiği ve beklediği tek bir devlet adamı var, o da Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Şimdilik her ne kadar çok büyük zorluklarla karşı karşıya ise de inanıyoruz ki tüm bu sıkıntılar kısa bir süreç içerisinde bertaraf olup, yok olup gidecektir.

En derin sevgi ve saygılarımla.