YANLIŞ CUMHURİYET (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin son bölümünde ifade etmeye çalıştığım gibi;

“Evet, toplumlara özellikle İslam dünyasına, özellikle Suriye’ye ve hatta Türkiye’yi içine almaya çalışan gizli karanlık odaklar, tüm bunlar, tarihi mezalimlerin gölgesinde faaliyetlerini gerçekleştire gelmişlerdir.”

Tarihi karanlık şer güçleri, İslam dünyasının üzerine icra ettikleri mezalim ve kirli karartma şekilleri çok değişik yöntemlerle, değişik asırlarda devam ede gelmiştir ve etmeye de devam edecektir.

Emperyalist küfür dünyası, İslam dünyasının zengin yeraltı kaynaklarından faydalanmak için ve bu zenginlik var olduğu sürece teknolojik güçlerini kullanarak ne yazık ki İslam dünyasını istila etmek üzere birer sömürü merkezi haline getirmeye devam ediyor.

Bunu başarabilme yöntemi de özellikle ve öncelikle Osmanlı devletinin İslam hilafetini ortadan kaldırmakla elde edilebilir, düşüncesinin hâkimiyeti söz konusu olmuştur.

Nitekim de öyle olmuştur.

Osmanlının son döneminden başlamak üzere İngiliz siyasetinin hâkimiyetiyle, o ülkelerin içindeki ırkçı şovenist, faşizan, faşist kimliklerlle işbirliği yaparak, gizliden onları satın alıp, birer piyon ve ajan olarak kullanabilmişler.

Ve nitekim hep böyle olmuştur.

Örneğin; dört günden beri sohbetlerimize başlık olarak kullandığımız “YANLIŞ CUMHURİYET” kavramı bunun kanıtlayıcı bir delilidir.

Nitekim İtalya’nın Mussolininin önerdiği totaliter devlet ideali, Kemalist aydın çevrelerde geniş ilgi görmüştür.

İtalya’nın faşist liderinin inancına göre totaliter devlet, üretim, siyaset, din ve kültür dahil olmak üzere toplumsal yaşamın tüm cephelerini denetimi altına almalı; ortak bir iradenin emrinde ortak bir ulusal amaca yönelik yönetilmelidir.

***

Bu görüş gibi benzer bir görüşü de Cumhuriyet gazetesinin 03.11.1930 tarihli başyazısı şöyle ifade ediyor;

“Modern devletin ilk zamanlarında mazinin hukuk sistemlerinden kendini kurtaramamış bazı milletvekilleri, Avrupa’da devletler milleti iki ayrı yapı şeklinde muhakeme etmişlerdi.

Üstünden yıllar geçmiş, yosun bağlamış fikirler ile bugün iş görmek, imkânsız bir şeydir.

Modern devlet tam sözüyle hakim bir müessesedir.

İçilen suya, oturulan yere, tavanın yüksekliğine, pencerenin genişliğine, hulasa her şeye karışır, modern devlet, zaten her şeye karışmak için ve karıştırmak için kurulmuştur”

“03.11.1930 tarihli Cumhuriyetin bu yazısı paralelinde 1936’da Kemalizm’i bütünsel bir doktrin olarak tanımlamaya çalışan Tekin Alp’a göre filhakika klasik demokrasinin artık modasının geçtiği inkâr edilemez.

En kültürlü milletler arasında birçoğu klasik demokrasiyi silkip atmışlar ve mutlakiyet, diktatörlük vs. gibi yönetimleri kabul etmişlerdir.

Demokratik devlet telakkisine sahip milletler arasında bundan memnun olanlar nadirdir.

Demokrasi, bazen oligarşi, bazen popülizm halinde tereddiye (gerilemeye) uğramakta olup, yozlaşmıştır.

Ve o zaman devlet, artık ne milletin hakiki mümessilleri tarafından ne de milletin hakiki menfaatlerine uygun olarak idare edilmektedir((….))

Yüzbinlerce kahraman, İnönü’de Sakarya’da, Dumlupınar’da kanını bu neticeye varmak için dökmemiştir.

Bunca fedâkarlıklar pahasına yaptığımız inkılap-ı medeni, milletlerin büyük bir kısmında iflas etmiş olan ((….)) bir devlet şeklinde karar kılmak için yapmadık.

Ya ne?

Türkiye deneyimi, çeşitli yönleriyle dönemin diğer dikta rejimlerine de örnek olmuştur.

1933’te Cumhuriyetin onuncu yılı münasebetiyle Cumhuriyet Halk Parti tarafından yayınlanan bir propaganda broşüründe Alman şansöliyesi Hitler’in bu sözlerine yer verilmektedir.

‘Almanya ve Türkiye, aynı zamanda ve aynı derecede çökmüşlerdi.

Türkiye mukaddes bir hamle ile kurtuldu, bu netice Almanya’nın kurtuluşu için başlattığımız milli hareketin mesut netice vereceği hakkında bize derin kanaat vermiştir.

Filhakika Türkiye’de doğan ve parlayan yıldız, bize yolu gösteriyordu. Hitler”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten geçmişe yönelik tarihi derinliklere el atıldığında, dört bin sene evvel Kıpti ırkçılığa mensup bir Firavun, o dönemin güçsüz İsrailoğulları’na ırkçılık zorbalığını kullanarak erkeklerini öldürmüş, kadınlarını sağ bırakmıştı.

Dün de belirttiğimiz gibi Hz. Musa’nın içinde doğduğu yıl, Mısır’daki Mısır’lı İsrailoğulları’na ait ne kadar hamile kadın varsa hepsini kontrol ve gözetim altına almış, “Doğan her erkek çocuk doğduğu gibi öldürülüyordu”

Çünkü Firavun’un sihirbazları, onun rüyası paralelinde buna fetva vermişlerdi.

Zira “biri çıkacak, Firavun’un diktasını, tahtını elinden alacak” diye görüş bildirmişlerdi (!)

Tıpkı bugünkü Mısır'da yapılan katliamlar gibi...

İşte Allah û Teâlâ o yüce kudretini son anlarda kullanmış ve doğan Hz. Musa, annesinin kalbine bildirilen ilahi emir fiilen o şefkatli, merhametli anne aynısını tatbik etmiştir ve Hz. Musa kurtulmuştur.

Ama büyük bir mucize…

Nasıl kurtuluyor?

Bakınız, Taha suresinin 37, 38, 39, 40 ve 41. ayetler mealen bize bunları bildirmektedir.

37. ayet;

“Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuştuk.

38. ayet;

“Hani annene vahiy edilmesi gerekeni vahiy etmiştik”

39. ayet;

“Onu bir sandığa koy da, suya bırak, su onu kıyıya atar.

Bana da ona da düşman olan birisi onu suyun içinden alır, gözümün önünde yetişesin diye seni de sevgili kıldım”

40. ayet;

“Hani kız kardeşin gidip diyordu ki ona bakacak birini size göstereyim mi?

İşte böylece annen üzülmesin de sevinsin diye seni ona geri vermiştik ve sen büyüyünce bir cana kıymıştın da seni o üzüntüden kurtarmıştık, hem seni birçok musibetlerle denemiştik.

Böylece MEDYEN halkı arasında yıllarca kalmıştın, sonra da takdire göre geldin Ey Musa!

41. ayet;

“Ve seni kendim için ayırdım”

* * *

Hz. Musa o günkü yeryüzünün en güçlü diktatörü, en güçlü reisiyle karşılaşmak üzere gidiyordu…

İmanla küfrün çarpışacağı ve girişeceği büyük savaş alanına doğru koşuyordu o Musa.

Yığınlarca denklemli meselelerin ve hadiselerin bulunduğu bir okyanusa dalıyordu.

Burada ilk önce Firavun bulunuyordu, sonra da kendi kavmi olan İsrailoğulları..

Uzun müddet kölelik hayatı yaşadıkları için, aşağılaşmışlardı.

Esaret onların tabiatını bozmuştu, kurtuluştan sonra hazırlandıkları büyük görevi yapmaları için gerekli kabiliyetleri zayıflamıştı.

Yani Allah’ın onlara vermiş olduğu o büyük nimete karşı soğuk ve gevşek davranmışlardı.

Yüce Allah onlara iyi bir hazırlık ve yetişmeden önce, hiçbir yere gidemeyeceğini gösteriyor.

Hem kendisini de bir süre hazırlığa tabi tutulup, yetiştirildikten sonra elçi olarak gönderilmemiş miydi Hz. Musa?

Tüm bunlara rağmen şu halde o gün Firavun’un onun için hiçbir önemi yoktu, çünkü yaşına ermiş ve güç, kuvvet sahibi olmuştu.

Hem Rabbi de kendisiyle beraberdi, onu kendi davası için seçmiş ve ayırmıştı.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Ne kudret, ne kudret?!

Tatlı, ince ve engin sevgiden öyle bir zırh örüyor ki o kudret, sevgilinin çevresine, üzerine inen bütün darbeler, hepsi de o zırhta kırılıyor.

Çarpan bütün dalgalar yok olup gidiyor.

Kudret sahibi kadir-i mutlak’ın kudreti karşısında bu ince, bu tatlı, bu güzel zırhın etrafına dokunan bütün şer güçler, bütün dikta kuvvetleri ona kötülük etmekten aciz kalıyorlar.

Bu zırhın içindeki saldırma gücünden mahrum, henüz meme emen, tek kelime bile konuşamayan bir küçük bebek de olsa diş geçiremiyorlar ona o zalimler.

* * *

Anlaşılan budur ki günümüzün ve tarihimizin İslam dünyası içinde satılmış piyon, darbeci generallerin tümü, milletiyle kavga etmiş, kargaşa çıkarmış, savaşmış, memleketin ulema kesimlerini idama tabi tutmuşlardır.

Zaten “Bir milletin, bir ülkenin yok edilebilmesi için, önce içlerindeki ulema kesimleri yok edeceksin” anlayışıyla yola çıkmışlar ve büyük patronlarının direktiflerini uygulamaktadırlar.

Tıpkı adı Abdulfettah da olsa ermeni kökenli olup, İslam isminin gölgesinde kinini gerçekleştirebilmiştir.

Aynı Türkiye’deki geçmişe yönelik CHP’nin dipçik ve şeflik döneminde yaşanan ve yaşatılanlar gibi

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırla cumalar.