YENİDEN BİR DİRİLİŞ GEREK!

Sevgili okurlar!
Bilindiği üzere Türkiye "Muasir Medeniyet" seviyesine ulaşabilmek için, yani çağdaş bir Türkiye olabilmek için yekvücut, toplumsal, yepyeni bir zafer dirilişine şiddetle ihtiyac vardır.
Elbette ki bu diriliş paralelinde bir de sağlam zemin üzerine kurulu demokratik yapı kazanılmalıdır.. Hukuk ve hakkaniyetlik içerisinde sosyal ve siyasal hakkını arama özgürlüğü için sesini duyurmalıdır..
Buna da "Meşru direniş" denir.
Geçmişe yönelik yakın tarihimiz ve günümüze dek aldatıcı, makyajlı, yalancı, şımarık bir politika ile karşı karşıya kalan bu ülke insanı, artık nerdeyse coğrafyasını da, ekonomisini de, kültürünü de, gençliğini de tüm insanlık faktörüyle yitirmek üzeredir.
İnanın, insan toplumun arasına girip her alanda dolaştığında çok tehlikeli manzaralarla karşı karşıya kalmaktadır. Bir iş yapmak için sağlam eleman bulamazsınız.
Kaht-i rical diyorlar ya; (adam yokluğu)..
Türkiye’nin en büyük badiresi bugün insan yokluğudur. İnsanlık faktörünün yokluğuyla karşı karşıya gelen bir ülke, peşinen demek gerekiyor ki her şeyini kaybetmiştir.
İzin verirseniz dört bin yıl önceki çağlara ötesine sizi götürmek istiyorum..
İnandığımız ve yegane güven kaynağımız kutsal kitabımız yüce Kur’an-ı Kerim’in Kamer suresinin 26’ncı ayette geçen bir kavramını hatırlatmak istiyorum.
Bu kavram, dört bin sene evvel mutlak bir küfür bataklığı içerisinde bocalayıp duran bir cahiliye devrine aittir.. O dönemin İnsanlarının kendi peygamberleri olan Hz. Salih'e yönelik iftaralırıdır. Yakıştırmadır, suçlamadır.
Oysa ki bu yakıştırma o yüce Peygambere değil.. Tam aksine onlara Yüce Yaradan tarafından "yakıştırıldı".. Var oldukları dönem içerisinde kendilerinin "varlık simgesi" oldu..
İşte o kavram "Kezzabül eşir (şımarık-yalancı)"
İşte bu kelime, bu sözcük o günün bozguncu, fesat çıkaran, münafık tinetli, riyakar, çok yalan söyleyen kandırıcı şımarık kimseler tarafından bu sıfatı Hz. Salih’e yakıştırmak istemişlerdi. Hz. Salih buna çok üzülmüştü. Allah’u Teala onu teselli etmek için "Ey sevgili Peygamberim! Kimin Kezzabül Eşir olduğunu onlar yarın göreceklerdir."
İşte ertesi gün onların başına gelen kasırga ve yer sarsıntısıyla yok olup gittiler.
Niye yok olup gittiler?
Onların içinde bulunan şımarık, yalancı, riyakar, edepsiz bir elit tabaka yüzünden.
İşte deyim yerindeyse günümüz de aynı manzaralar mevcuttur.. Zira insanların cibiliyetinde, her tarihte bu tür tinetli "karekterler" mevcut olmuşlardır..
Ne çare ki günümüz Türkiyesi de yıllardan beri bu tür "Kezzabül Eşir" denilen şımarık yalancı politikanın ve politikacıların veyahut da elit tabakada bulunan bir kısım bürokrat kesimin varlığıyla cebelleşiyor.. Bu milletin başına musallat olup gerçekleri ters yüz ederek, ülkeyi kan gölüne çevirmişlerdir.
Her Allah’ın günü terör, feodal yapı, zorbacı dayatmacı Ergenekon belasının baş temsilcisi olan kimliksizler, fitne-fesat üretiyorlar..
İşte, başta söylediğim gibi bu halk artık gaflet uykusundan uyanıp, ölü toprağını üzerinden atmasıyla meşru zemin içerisinde ayaklanıp direnişe geçmesi lazım.
Yani demokratik hak arayışı içerisinde yasalar çerçevesinde hareket etmesi gerekir.
Pespaye bir vaziyette vurdumduymazlıkla veyahut da aldatıcı sahte makyajlı politikalara bel bağlamakla vakit geçmez.
Ülke perişan vaziyette. Ekonomi sıfır, kültür tümüyle yozlaştı, benlik ve inanç ayaklar altında.
Peki elimizde kalan sermaye ne?!
O da sıfır.. Bunu kendi kendimize sormak lazım.

***

Evet sevgili okurlar!
Bakınız, günümüzde revaçta olan, yani geçerliliğini koruyan, Türkiye’yi ve hatta dünyayı meşgul eden Ergenekon terör örgütüyle ilgili "ardı arkası" kesilmeyen vakalar.. Ve Kezzabül eşir'lerin mevcudiyeti..
Hangi internet sitesini açıyorsun karşına bu çıkıyor.
28 Şubat madrabazlığı büyük puntolarla gözümüzün önüne flaş gibi patlıyor.
O günlerde Türkiye’ye yaşatılan insanlık dışı alçalışlar maalesef bugün aynısının dik alasına devam edilmektedir.
İşte, yukarıda dediğim gibi "Kezzabül Eşir" çok yalan söyleyen şımarık ve elit bir tabaka Türkiye’nin altını üstüne getirmiştir. Bu kargaşa, bu kavga, bu dinmeyen gözyaşları ve kesilmeyen kanlar.
Korkarız ki eğer ülke insanı aklını başına alıp uyanmazsa, bu kirli, kan ve gözyaşları içerisinde boğulup gidecektir.
Onun için elimizi çabuk tutalım, uyanalım ve meşru zeminde demokratik hakkımızı arayalım. Ama hangi yöntemlerle olursa olsun.
İlla ki hakkımızı ülke yararına olan gerçek realitelerimizi elimizde sağlam tutalım.
Evet!
Bir internet sitesinden aldığımız Arzu Erdoğral ile Ersin Çelik’in yazdığı bir haber.
Bu haber, "Ergenekon’un Çöküşü 1 ve 2 ile Kod Adı Darbe kitabının yazarı gazeteci Zihni Çakır’ın tutuklu bulunduğu cezaevinden gönderdiği 2. mektup gündeme damgasını vuracak."
Haber şöyle devam ediyor:
"Geçtiğimiz hafta gönderdiği mektubunda 28 Şubat sürecinin önemli aktörlerinden Aczmendi tarikatının şeyh ve müritlerinin asker tarafından kışlada eğitildiğini ileri süren Çakır, Aczmendileri hangi komutanların emriyle kimlerin eğittiğini açıkladı. Kooperatif Kanunu’na muhalefetten Ankara 1 Nolu L tipi kapalı ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan Zihni Çakır, Haber7.com’un yayınladığı ilk mektubunda sözde tarikat şeyhlerinin 28 Şubat sürecinde nasıl kullanıldıklarını ve nerede görevlendirildiklerini sorgulamış ve tahliyesi sonrasında bu olayları Ergenekon davası savcısı Zekeriya Öz ile paylaşacağını belirterek isim vermemişti.
Fakat Çakır, dün elimize ulaşan mektubunda Ergenekon operasyonunu yürüten Savcı Zekeriya Öz’ün kendisinin tahmin etmediği bir zamanda düğmeye bastığını belirterek, emekli Albay Arif Doğan’ın gözaltına alınmasıyla tüm gizemliliğini koruyan "1 numaraya" ulaşma yolunu açtığını söylüyor.
Projenin Kudretli Komutanı Çevik Bir
JİTEM’in kurucusu olduğu belirtilen emekli Albay Arif Doğan’ın gözaltına alınmasıyla 28 Şubat sürecinde Aczmendi şeyhlerini eğiten askerlerin isimlerini saklamanın anlamının kalmadığını belirten Zihni Çakır, gündemi sarsacak iddialarda bulunuyor."
"İlk mektubunda Aczmendi şeyhleri Müslüm Gündüz ve Ali Kalkancı’nın kudretli bir komutanın emriyle köylerinden alınıp önce uçakla İstanbul’da bir kışlaya, daha sonra da Eskihisar’dan feribotla Yalova’ya götürülerek bir villada eğitildiğini belirten Çakır, bu projenin dönemin en etkin komutanı Orgeneral Çevik Bir ve Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün olduğunu belirtiyor."
"Çakır’a göre Yalova’da gerçekleşen buluşmanın organizatörleri olan Çevik Bir ve Veli Küçük’ün görev emrini yerine getirenler ise, dönemin Jandarma Bölge Komutanı ve Bursa Garnizon Komutanı Tuğgeneral Nuri Güneş ile Yalova İl Jandarma Alay Komutanı Albay Arif Doğan.
Müslüm Gündüz’ün gece yarısından sonra saat 02.00 sularında Merkez Karakol’un geçici komutanı olan Astsubay A.R.K.’nin jandarmaya ait devriye aracı ile Topçular feribot iskelesinden aldırıldığını ileri süren Çakır, Müslüm Gündüz ve Ali Kalkancı’nın eğitime tabi tutulduğu villa hakkında da çarpıcı bilgiler verdi. Villanın sahibi olan İran asıllı uyuşturucu kaçakçısına dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan tarafından T.C. vatandaşı kimliğinin verildiğini belirten Çakır, 1. Mektubunda bahsettiği Aczimendiler’e ilk eğitimi veren ‘dini bilgisi yüksek gazeteci’nin kayınpederinin o dönem TSK’da general olduğunu söylüyor."
Evet sevgili okurlar!
Bakın bu yazılan tarihi olay, insanı o dönemdeki Türkiye’nin İçişleri Bakanı olarak görev yapan Saadettin Tantan’ın neler yaptığını, nasıl karayı, akı kara olarak gösterdiğini, her şeyi göz önüne sermektedir.
Gerçekten bu uyuşturucu satıcısı İranlıya bir İçişleri Bakanı tarafından vatandaşlık pasaportu verilmesi insanı çok derin düşünmekten alı koyamıyor.
Eğer bu böyle ise, yine Saadettin Tantan’ın 24 Ocak 2001 tarihinde İçişleri Bakanı iken Diyarbakır’da Emniyet Müdürlüğü görevini yapan Ali Gaffar Okkan ve beş tane koruma polisiyle birlikte ansızın büyük bir suikastle karşı karşıya kalarak şehit olmaları... Ve kaşla göz arasında katillerin yakalanmayıp kayıplara karışması da ayrı bir düşündürücü olay.
Zira, iki gün önce emekli bir asker, televizyonda çıkıp şöyle bir ifade kullandı:
"Gaffar Okkan’ın cinayetini de bunlar yaptı, yani Ergenekon terör örgütü yaptı. Zira, öldürme stili Hizbullah’ın yapabileceği tipten değildir." diyordu.
O dönemde İçişleri Bakanı da Gaffar Okkan’ın hemşehrisi (!) olarak bilinen Saadettin Tantan’dı.
Ama kaşla göz arasında olay "Oldu bitti"ye getirildi.
Nihayet İran yanlısı Hizbullah örgütüne "suikast" ihale edildi..
Fakat biz de burdan diyoruz ki "Yalan söyleyen tarih utansın." Gerçekleri milletten saklayan kahrolsun.
İşte bu tür olayları ters yüz edenlere de biz "Kezzabül Eşir" şımarık yalancı demekten kendimizi alı koyamıyoruz.
En derin saygılarımla..