YIKILMIŞ BİR MEZAR VE ÇAĞDAŞ BİR TÜRKİYE MANZARASI

Evet sevgili okurlarım!
Bir önceki akşam Diyarbakır Söz Gazetesi olarak kameramanlarımız Urfa'da idi.
Neden mi?
Zira 1960 yılında hakkın rahmetine kavuan Büyük Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri'nin vefat yıldönümüydü. Bu münasebetle biz de elbette ki merak saikasıyla habercilik anlayışı ile Urfa'da bulunduk.
Ama dikkat edilmesi gereken gerçek şudur ki, Türkiye'nin her tarafından davasına inanmış "Nur camiası" sel gibi oraya akın etmişti.
Halilülrahman'ın doğum yeri olan Dergah Camii'nde büyük bir potansiyel insan seli o camide Yatsı ve Teravih Namazı'nı kıldı.
İğne ucu kadar yer bulunmuyordu. Toprak atsan yere değmez misali. Hınça hınç doluydu..
Tıpkı dün akşamki Diyarbakır'ın Ulu Camii'ne ibadet aşkıyla sel gibi akın akın gelen erkekli ve kadınlı vatandaşlar'ın sergilediği görüntü gibi..
Urfa'da da aynı manzara hakimdi.. Daha fazlasıyla yaşandı ama yalnız Urfalı değil, yalnız Güneydoğulu değil, Türkiye'nin birçok illerinden, Anadolu'dan büyük çapta gelen insanlar aynı ideali taşıyan, kalbinde aynı inancı barındıran yüce islam davasına inanan insanlardı.
Gerçekten insan bu manzarayı gördüğü zaman o Büyük Üstad'ın ölümünden yaklaşık 20 yıl önce Türkiye'nin ve islam dünyasının geleceğini iman dürbünüyle gören çarpıcı cümlelerle haber veren bir manzumesi aklımıza geldi.
Aynı manzume Halilülrahman Camii'nin yan köşesinde Üstad'ın yıkılmış mezarının taşı üzerinde yazılmıştır. Bu manzume adeta Türkiye'nin ve islam dünyasının geleceğini çarpıcı cümlelerle ispatlamaktadır.
Evet.. Bu ifadeler mezarının yanıbaşındaki altın harflerle yazılmış çarpıcı cümlelerdir. İşte o Üstad ne kadar büyük bir islam düşünürü olduğunu bu manzume ile ispatlamıştır.

Şiir aynen şöyle:

"ED DA-İ

Yıkılmış bir mezarın ki yığılmıştır içinde
Said'ten yetmiş dokuz emvat ba asam-u alame
Sekseninci olmuştur mezare bir mezar taşı
Beraber ağlıyor hüsran-ı islama
Mezar taşımla pur emvat
Enindar o mezarımla
Revanım sahayi ukbayi ferdame
Yakınim var ki istikbal semavati zemini asya
Bahem olur teslim yedi beyzai islama
Zira yemin yümni imandır
Verir emnü eman ile ename"

Evet bu ifadeler elbette ki bugünkü türkçe diliyle yazılmış değil.. Yetmiş yıl önceki Osmanlı edebiyat diliyle yazılmıştır.
Bugünkü sadeleşmiş türkçe anlamı aynen şöyledir:
"Yıkılan mezarımın içine yığılan ömrümün geçirmiş olduğu yetmiş dokuz yıl tüm işlediğim günah ve çektiğim çilelerle dopdolu yıkılan mezarımın içine gömülmüştür.
Sekseninci yıl ise mezarıma bir mezar taşı olarak görülmüş o yetmiş dokuz yılla beraber sekseninci yıl islamiyetin hüsrana uğramışlığını görerek beraber ağlıyorlar.
Yıkılan mezar taşımla beraber birçok ölüler ve mezarımın yanındakiler inim inim ağlayarak inliyorlar.
Ruhu revanım ise mezarımın etrafında dolaşarak her şeyi görüyorlar. Bu itibarla yakınim var ki Asya kıtasının gökyüzü ve yeryüzü beraber islamın mucizevi beyaz eline teslim edilecek.
Zira yemin edersek yemine gerek yok.. İmanın vermiş olduğu filizlenme unsuru bunu işaretle katiyetle ifade etmektedir.
Evet bilindiği üzere 1960'lı yıllarda iktidarda bulunan Demokrat Parti hükümetin Türkiye genelinde biraz olsun inananlara nefes alabilme imkanı tanımıştı. Bu hükümetten önce 12 yıl gibi uzun bir süreç bu ülke İsmet Paşa'nın ve Cumhuriyet Halk Parti'nin inkarcı altı okunun etkileri ve yetkileri altında inim inim inliyordu.
Nice öcaklar söndürüldü, nice aileler yok edildi ve islama intisabı ile iftihar eden bir millet fersah fersah islamdan uzaklaştırılmaya çalışılıyordu. Gerçi halen de aynı zihniyet tarafından bu iş devam etmekte ise de fakat milli iradeye inanmış gelen hükümetler kesintili olsa bile yine demokratikleşme tarzı içerisinde az da olsa, ehven-i şer de olsa kendini göstermektedir.
Ama Demokrat Parti'nin müslümanlara karşı bu toleransını hazmedemeyen ittihat ve terakki cemiyetinin bir nevi uzantısı durumunda olan Cumhuriyet Halk Parti zihniyeti ve ona bağlı darbeci generaller, 27 Mayıs 1960'ta ihtilal gerçekleştirdi. Üstad Bediüzzaman 1926'dan 60'lı yıllara kadar Burdur, Afyon, Isparta, Kastamonu ve Eskişehir gibi İç Anadolu illerinde büyük tarassut, baskı ve nezaret altında yerden yere süründürülüyordu.
Suçu neydi?
Suçu tek kelimeyle bir islam alimi olmaktı. Kur'anı tüm gerçekleriyle kanıtlayıcı ifadelerle halka götürebiliyor olması bolşevik bir anlayış için çok tehlikeli görünüyordu. Onun için bu nedenle bu darbeci bolşevizm ve inkarcı anlayış Üstad'ın hayatında yapamadıklarını ölüsüne yaptılar.
Yani mezardaki naaşıyla oynadılar. Bu dar düşünce ve kirli plan bir gece yarısı Üstad'ın mübarek naaşını Urfa'nın Dergah Camii'nde metfun olan mezarını açarak naaşını alarak bilinmeyen meçhullere götürdüler, halen de bilinmemektedir.
Bu iğrenç tablo baskıcı faşizan anlayış böylece kendi arzularına ve emellerine ulaşmış gibi ama buna rağmen o büyük insanın sevgisini ve bağlılığını kalplerden sildiremediler.
Onlar o kirli zihniyetleri ile yok olup gittiler ise de Bediüzzaman tüm canlılığıyla Türkiye'de ve bütün dünyada manen yaşamaktadır. Zira eserleri dünya çapında bugün 40 dile çevrilmiştir.
Gittikçe filizlenen Üstad'ın bu büyük davası tıpkı o "Yıkılmış bir mezarım ki" başlıklı manzumesindeki manayı güçlendirmektedir.
Yani insanlığın geleceği yeryüzünde tümüyle islamın ana çizgisi içerisinde yaşıyacaktır. Ve insanlık eninde sonunda islamın realitesine inanacaktır. Ama tüm bunlara rağmen düzenin düzenbazları bunu fark ettikleri için engellemeye çalışmışlar, unutturmak için çaba göstermişlerdir. Bu paralelde ne yapması gerekiyordu, onlarca ancak dirisini halktan uzaklaştırarak Akdeniz ve Ege Denzi kıyılarına sürgün etmesi gerekiyordu. Ve ettiler.. Ama kendilerine göre deyim yerindeyse astarı yüzünden daha pahalıya mal ettiler misali.
Yani Türkiye kafile kafile bugün Üstadın manevi huzurunda "Kemali Şeref"le ve saygıyla durmaktadır.
Evet üstad Bediüzzaman hazretleri Kastamonu'da iken "Ayet-ül Kübra" adlı Cenab-ı Hakk'ın varlığını, birliğini, kainattaki varlıkların dilleriyle ispat eden muazzam bir risaleyi yazmıştır. Bu Risale için üstadımız bugünkü yani şimdiki Türkiye'nin karşılaştığı dehşetli bozguncu yıkılışlara karşı bir "Hakikat-i Kuraniye" ve seddi azamdır demiştir.
Kalbe geldiği gibi ilahi ilham olarak yazdırılmış birinci müsvedde halinde iken iktifa edilmiştir.
Evet tashihe yetiştirememiştir. Üstad diyor ki "Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden kendi fikrimle tanzim veya islah etmeyi muaffık gördüm" buyurmuştur.
Bu Rİsale ilk defa gizli olarak tab edilmesinden dolayı Üstad ve talebelerinin hapsine sebep olmuşsa Denizli ve Ankara Ağır Ceza Mahkemeleri iki senelik tahkikatlarından sonra Risale'nin iadesine ittifakla karar vermişlerdir.
İşte bu "Ayet-ül Kübra"nın tehkiki neticesinde Üstad ve talebelerinin beraatiyle hapisten kurtulmalarıyla Hazret-i İmam Ali (r.a.)nın bu duasının kabul edildiğini ispat etmiştir.
Bu asırdaki dalalet cerayanları müslümanların imanlarında şiddetli bir tahribat, bozgunculuk yapmak teşebbüsüne karşı bu hakikati Kur'aniyenin bir seddi azam olarak makam münasebetiyle buraya derç edilmesi muaffak görüldü.
Evet! Üstad'ın meslek itibariyle yüksek bir din uleması olması o günün ittihat ve terakki cemiyetinin uzantısı durumunda olanları çok rahatsız etmiştir. Hep korkuyorlardı ve endişe ediyorlardı. Deyim yerindeyse öküzün altında buzağı aramaya çalışıyorlardı. Fakat hiçbir şey tutturamıyorlardı.
Üstad bu mücadeleyi verirken faşizan darbeci zihniyete karşı şöyle haykırıyordu:
"Madem sizlerle itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran külli bir muhalefetimiz var. Siz dininizi ve ahiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette mabeynimizde, aramızda tahmininizce bulunan muhalefet sırrı ile biz dahi muhalefetinize olarak dünyamızı dinimiz uğrunda ve ahiretimize her vakit feda etmeye hazırız.
Sizin zalimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir iki sene zelilane geçecek hayatımızı kutsi bir şehadeti kazanmak için feda etmek bize abi kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an'ı hakimin feyzine ve işaretine istinaden sizi korkutarak titretmek için size kati olarak haber veriyorum ki; beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar(Kahredici) bir el ile cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan atılıp ebedi zulumata, cehennem karanlığına çabuk atılacaksınız. Arkamdan pek çabuk sizinler nemrutlaşmış reisleriniz, başkanlarınız gebertilecek yanıma gönderilecek. Ben de huzuri ilahide yakalarını tutacam, adaleti ilahiye onları esfeli safiline atmakla intikamımı alacağım."

"EY DİN VE AHİRETİNİ DÜNYAYA SATAN BEDBAHTLAR! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz, ilişseniz intikamım muzaaf bir suretle sizden alınacağını biliniz, korkunuz ve titreyiniz. Ben rahmeti ilahiden ümit ederim ki ölümüm hayatımdan ziyade dinime hizmet edecektir. Ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak, cesareteniz varsa ilişiniz. Yapacağınız varsa göreceğiniz de vardır, ben bütün tehditlerinize karşı bütün kuvvetimle bu ayeti okuyorum."

Devamı yarın