YİNE DRAM, YİNE KORKU, YİNE ENDİŞE!

Evet, bilindiği üzre iki gün önce;

Yani 31 Ekim Pazar günü İstanbul Taksim’de meydana gelen hadise gerçekten çok büyük bir facia.

Yine Allah’a şükürler olsun ki, bu canlı bomba faciası hedefine ulaşamadı.

Şayet hedeflediği noktaya tam ulaşmış olsaydı; Türkiye vahim derecede sarsılırdı.

Onun için diyorum ki;

Türkiye, Taksim’deki polis noktasına düzenlenen canlı bomba saldırısında "faciadan" kıl payı döndü.

Terörist üzerindeki bombayı, 30 çevik kuvvet polisinin bulunduğu noktada patlattı.

Sonuç;

15 polis ve 17 sivil vatandaş yaralandı.

Evet, bu da çok büyük bir şans.

Türkiye’de büyük bir masum kitle insanın duaları sayesinde zaman zaman böylesi uçurumların kenarından dönülüyor.

Ama bu ne zamana kadar sürecek?

Ülke olarak hep böyle badireli günleri mi geçireceğiz?

Bu terör illetine, kargaşanın bulaşıcı hastalığına bir türlü çare bulamayan Türkiye, hep böyle kanlı havaları mı yaşayacak?

Başbakan Erdoğan: "Saldırı Türkiye’yi karıştırmak isteyenler tarafından yapıldı" diyor.

"OYUNLARINI BOZACAĞIZ"

"Bu saldırılar bizi birlik ve kardeşlik hedefinden alıkoyamaz.

Bir olduğumuz sürece bu oyunlar bozulur, bu oyunların temelinde modern Türkiye’nin engellenmesi var" diyor Başbakan.

Evet, El-hak Sevgili Başbakan..

Bu illetin teşhisini tespit etmiştir; ama tedavisi nerede?

Bize göre, Türkiye’nin kırk yıldan beri hatta 27 Mayıs 1960’lara kadar uzanırsak, hemen hemen yaklaşık elli yıldır bu terör büyük infial yaratmaktadır.

Ama bir türlü gerçek mana da günümüze dek milli iradeyi elinde tutanlar terörün gerçek yüzüne ulaşamamışlardır.

Hep hedef şaşırtmışlardır.

Terörün içinde bulunanları günü gelmiş kurtarıcı kahraman olarak göstermiş.

Hedef şaşırtarak, birçok masum insanı da ne yazık ki terörist olarak göstermiş.

Böylece hedefine doğru ulaşmaya çalışıp yürüyen Türkiye, hedefinden saptırılmış.

Düzgün yolda yürüyememiş, hep sağa, sola, kıyıya kenara kaydırılmış.

Böylelikle olan olmuş, acıyı çeken vatandaşlar olmuş.

Nice ocaklar söndürülmüş.

Kurtarıcı kahraman dedikleri insanlar devletin çok önemli kurumlarının bünyesinde palazlanmış, semizlenmiş, tüylenmiş, büyüdükçe büyümüş ve hala da aynı terane, aynı oyun, aynı senaryo devam etmektedir.

TV ekranlarına bakıldığında nice mecazi (yapay) allameleri görüyoruz, her birisi bir telden çalıyor.

Fikir yürütüyor ve kaş yapayım derken hep göz çıkartıyor.

Ama tüm bunları izlerken gerçekten yaptıkları konuşmalardan ve hedef şaşırtmalarından dolayı insanın yüzünü sıcak ter basıyor ve utanıyor.

Bakın, bu söylediklerimizi kanıtlayan dünkü yazılı medyanın bazı manşetlerini özetleyerek sizinle yola çıkmak istiyoruz.

Yeni Şafak Gazetesi’nin dünkü nüshasında birinci sayfadan büyük puntolarla şöyle yazılıyor:

"YÜCE DİVAN HÜLLESİ"

Üç büyük emekli generallerin resimleriyle beraber…

"Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün elinden inceleyeceğiz diye alındıktan sonra görevsizlik kararıyla Ankara’ya gönderilen Darbe Günlükleri Davasının yüce divana taşınmak istenmesi tepki topladı.

"Darbe suçu, görev suçu değildir" görüşünde birleşen hukukçular yargılama yeri olarak Özel Yetkili Mahkemeleri işaret etti.

Dünkü Yeni Akit Gazetesi’nde şöyle bir ifade okuduk:

"HAPİSTE HASTA DIŞARIDA DANSTA"

Meşhur ve malum Balyoz Darbe Planı’nın bir numaralı sanığı olan Org. Çetin Doğan, gözaltına alındığı tarihten itibaren zaman zaman "Yüksek tansiyon ve kalp yetmezliği" gerekçe göstererek GATA’ya kapak atmaya çalışmış, iki defa tutuklanmış, tutuklanmasının ardından hep aniden hastalanmış ve tutukluluktan kurtulmuş.

Çetin Doğan, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Bodrum Aska Otel’de düzenlenen gecede kalp hastalığı ve yüksek tansiyonu bir kenara bırakıp bol bol dans edip, oynamış, viski ve şarap şişelerini devirmiş, böylece gününü gün etmiş.

Gününü gün etmekte olan bu kişi maalesef geçmişe yönelik yani 1998’li yıllarda Diyarbakır’da Asayiş Bölge Komutanlığı’nı yapmış biri.

TSK’nın hemen hemen bir numaralı kurtarıcı kahraman (!?) olarak lanse edilmiş darbeci Doğan.

Soy isminden de anlaşıldığı gibi bilinen bir mezhebe bağlı bir ailenin mensubu.

İnkârcı, Allah’ı tanımayan, Peygamber’e inanmayan bir kefere anlayışına sahip bir kişi.

Diyarbakır’da görev başındayken başta Emekli Org. Yaşar Büyükanıt olmak üzere dönemin OHAL Bölge Valisi Gökhan Aydıner ile DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar işbirliği yaparak Jandarma İstihbarat Bölge Başkanı Cemal Temizöz, Başçavuş Mutkili Ali Kaya, 7. Kolordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Erhan Tavşancı ve Albay Reha Şatana gibi piyonları kullanarak;

Onlar gibi düşünmeyen, inanan biz Söz Gazetesi başta olmak üzere nice bölgenin tanınmış inanan ailelerinin ocaklarına incir ağacı dikmiş.

24 saat, gece gündüz bu bölgede baskıcı rejim uygulayan bu kurtarıcı kahraman (!?), akşamları da aynı tayfa içinde, her akşam orduevlerinde şişe devirmeye devam etmiştir.

Öyle eğlenceler düzenliyorlardı ki; "kim kime, dum duma" misali.

Hani bir söz var; "Sabaha kadar dans" diye.

Aynen de öyle;

Dansta yarışan bu kafa, dans yapmakta bir numaralı bu kafa..

Ne hazindir ki, TSK bünyesinde bir numaralı kurtarıcı general (!?) olarak tanımlanıyor.

İşte Türkiye, maalesef başta söylediğim gibi hep böyle yanlış strateji çizmiş, yanlış, zayıf kişilikli varlıklar üzerine gidememiştir ve hala da gitme niyetinde değildir.

Faili meçhuller her gün biraz daha meçhullere gömülüp giderken, milli iradeyi elinde tutanlar bir türlü olayların üzerine hızla gitmeyi düşünmüyor.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi  bu kez Sünnilik, Alevilik meselesi ortaya çıktı.

Ortada cirit atıyor.

"Zorunlu Din dersi Sünnilere de zarar verir"

Medyanın birinci sayfalarında yer alıyor.

Dün Taraf Gazetesi’nin birinci sayfada alt köşede Neşe Düzel’in eğitimci Kemal Bülbül ile yaptığı röportaj gerçekten düşündürücüdür.

Eğitimci Kemal Bülbül, yanlış bir anlayışa sahip ve onun adına da Alevi unvanını takarak yola çıkıyor.

Bülbül Neşe Düzel’e şöyle diyor:

"Sünnilerin de zorunlu din dersinden şikayet etmeleri lazım. Okullarda öğretilen halkın ve İslam’ın Sünniliği değildir" diye başlık atmış.

Zorunlu din dersinde öğrencilere devletin biçimlendirdiği Sünniliğin dayatıldığını belirten Kemal Bülbül, "Dayatılan Diyanetin şekillendirdiği Sünniliktir" diyor.

"Cumhuriyet kurulduğunda Alevilere rol verildi, laik Cumhuriyetin güvencesisiniz, denildi. Biz laikliğin güvencesi olduk ama laik cumhuriyet bizim güvencemiz olmadı. Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı gerçeklerden kaçınmadır.

Çünkü gerçeklerle yüzyüze gelindiğinde şu söylenecek.

Dersimde katliam yapıldı ve o sırada CHP iktidardı."

Gerçekten bu hususta Kemal Bülbül’e katılıyoruz.

Fakat Sayın Bülbül, biraz da gerçekleri kamuoyundan saklıyor ve çarpıtıyor.

Zira Türkiye’de Cumhuriyet döneminde Alevilik anlayışı hiçbir zaman gerçek alevi, gerçek Hz. Ali’ye intisap faktörünü yaşamamıştır, yaşatılmamıştır.

Kutsal olarak bilinen o intisap, hedefinden saptırılmış, Rafızîlik gibi dayanaksız, tutarsız, manasız bir yörüngeye oturtturulmuş.

Hep kin, nefret kavga ve kanla boğuşmuş.

Nİtekim kendisi de şöyle itiraf ediyor:

"Cumhuriyet kurulduğunda Alevilere rol verildi. Laik cumhuriyetin güvencesisiniz dendi. Biz de laik cumhuriyetin güvencesi olduk. Ama laik cumhuriyet bizim güvencemiz olmadı."

Döktüğü inci taneleri o zaten kendisini ele veriyor.

Tevhit inancına dayalı hiçbir mezhep, hiçbir unsur, hiçbir kitle, laikçilerin cumhuriyet anlayışına güvence olamaz, çünlü laikçilerin laiklik anlayışı mutlak bir dinsizliktir.

Maalesef Hz. Ali’ye intisap eden Türkiye’deki bir azınlık bu anlayışla yola çıkmış ve hep yüce İslam dini olan tevhit dininin mensuplarıyla karşı karşıya gelmiştir.

Ve hala da aynı kulvarda rol oynamaktadır.

Sayın Bülbül, kusura bakmasın.

Alevilik gibi şerefli bir intisap nerede?

Ve laik Cumhuriyet’in güvencesi durumunda olan potansiyel nerede?

Bana göre devlet-millet el ele verip tüm imkanlarını seferber edip büyük bir ittifakla bu yanlış görüşlerle mücadele etmesi gerekir.

Aslında bu yanlış anlayışlar, Aleviliği istismar ediyor.

Alevilik gibi kutsal bir mensubiyeti istismar ediyorlar.

Başta askeri ve yargı gibi önemli kurumların bünyesini işgal etmiş olan bu zihniyetin varlığı terörü körüklemektedir.

Ve CHP, aynı paralellik içinde…

Bana göre terörle mücadele ciddiyetini buralara odaklasa daha erken hedefine ulaşır.

En derin saygılarımla.