YİNE “İYİ ÇOCUKLAR” MI İŞBAŞINDA?!..
Evet, sevgili okurlar.
“Mabedimin göğsüne değen namahrem el” başlıklı yazımızın
üçüncü serisindeyiz.
Merhum Akif’in "İstiklal Marşının" 12 bendini
bilenler için, çok önemli tarihi ve hayati nokta-i nazarında, büyük uyarılar
içermektedir.
Riyadan, tasannudan, gösterişten uzak…
Ruhi derinliklerinden şairimizin kalbi üzerine ilham
edilen bu şiir; gerçekten her inanan mümin için, Müslümanlar için, Kürt’ü
olsun, Türk’ü olsun, Laz’ı olsun, Çerkez’i olsun, kim olursa olsun tevhit
inancına sahip herkes için tarih boyunca bir ders-i ibret olmalıdır.
12 Mart 1921 yılında Milli mücadele harbinden başarıyla çıkan Türkiye'ye, artık yeni bir
Türkiye için tüm İslam camiasına yapılan bir haykırıştır; İstiklal Marşı.
Milli mücadele savaşı sonucunda Mehmet Akif Ersoy
tarafından yazılan bu şiir Birinci TBMM’nde çoğunlukla kabul edilmiş bir
"İstiklal Marşı" şiiridir.
Ama bu şiir sadece Türk milli şairi olmaya yönelik değil,
inanan ve tevhit inancına sahip olan bir ümmetin bütünlüğüne, uyarışına, tarih
boyu kendine çekidüzen verip İslam davasını göğüslemeye yönelik bir
haykırıştır, bir sesleniştir, bir davadır.
Onun için Akif diyor ki;
“Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli…”
Akif, yurdumun dediği kavram Osmanlının haçlı emperyalist
ülkeleri karşısında haykırarak, Anadolu’ya gelip işgal eden hain güçleri kovmak
için bu şiiri okumuştur.
Ve nitekim kovdurulmuş ise de o kovma ne yazık ki
şekilcilikte kalmıştır.
Emperyalist küfür dünyasının bayrakları her ne kadar
dalgalanmamış ise de gizliden gizliye hazırladıkları proje, Türkiye’nin kalbine
saplanmıştır.
Ve 1923’te cumhursuz kurulan bir cumhuriyetten sonra
İngilizlerin bir bir hazırladığı proje gerçekleştirilmiştir.
Hem de resmi ve yetkili imzalar altında yapılmıştır.
O günden itibaren kurulan köhne ve İslam dini inançlarını
bünyesinde taşımayan anayasanın hükümleri, ne yazık ki 90 yıldan beri Anadolu
insanını ve tüm İslamın ruhunu kirletmiş, imanını zedelemiş, maarifini tahrip
etmiştir.
Maarif denilen bugünkü deyimle Milli Eğitim sistemi,
tümüyle batı standartlarına uygun olarak hazırlanmış bir tezgahta yetiştirilen
gençlik, ne yazık ki bugün kendi öz be öz mabetlerini yıkıyor, yakıyor,
okullarını tahrip ediyor?
Şehirlerine bomba atıyor, yolları kapatıyor, ilçeleri ve
caddeleri işgal ediyor ve tüm bunlara rağmen, devletin bunlara karşı vermiş
olduğu mücadele ne yazık ki, yetersiz kalıyor.
Özellikle bugün Diyarbakır’ımızda nerdeyse bir aydan beri
tarih katlediliyor.
Polis katlediliyor.
Asker vuruluyor, şehit oluyor.
İnsanlar evlerinden çıkamıyor.
Diyarbakır sokaklarında devletin bayrağı dalgalanması
gerekirken, Noel babanın tezgahladığı PKK bayrağı gösteriliyor.
Yani dört ayaklı minarenin orada şehit düşen üç polis ile
baro başkanı Tahir Elçinin katledildiği bölgede Noel baba PKK’nın bayrağını
dalgalandırıyor.
Tabii ki düşündürücüdür.
Tüm bu olup bitenler halkımızı üzüyor, devlet büyüklerini
de üzüyor…
Ona da inanıyorum.
Amma velakin devlet tarafından hükmen eli kolu bağlanmış
halktan hiç kimsenin sesi çıkmıyor, hareketlilik yok, büyük çapta suskunluk
var, korku var, endişe var.
Zira halk ayaklansa PKK’nın teröristlerini tükürüğüyle
boğabilir?
Ama bir hareketlilikle inanıyoruz ki karşılarında polisi,
devleti görecekler ve yakaladıkları herkesi gözaltına alacaklar.
Ve PKK'lı muamelesi görecekler.
İşte rejimin, anayasanın çifte standart uygulamaları da
burda ortaya çıkar.
İki gün önce de yazdığımız gibi, medya olarak yaptığımız
araştırmalarda karşımıza çıkan tablo çok kirli ve çok bulanık!..
İnsanın ilk aklına gelen soru şu;
2005’te Hakkari’nin Şemdinli ilçesindeki Seferi Yılmaz’ın
kitapçı dükkanına atılan bomba gibi, acaba bu da müştereken ve müteselsilen
“iyi çocukların” müdahalesi olmasın.
Ben şahsen o manzarayı hatırladıkça, 1993’ten 2000’li
yıllara kadar bu bölgede olup bitenlerin yüzde 50’si 60’ı müştereken ve
müteselsilen terör örgütüyle iç içe çalışan “İyi çocuklar” diye adlandırılan
gizli JİTEM elemanları tarafından işleniyordu.
Biz bu tür şeyleri çok yaşadık ve arşivlerimiz de
doludur.
* * *
Düşünün, sevgili okurlar.
Sahabe ve Evliyaların kenti olan Diyarbakır gibi metropol
bir kent, gerçekten işgal altında.
Bu iktidara oyunu veren ve bu devlete büyük fedakarlıkla
vergisini veren, devletin bütçesini tanzim eden halkın TBMM’nden elbette ki
beklentisi vardır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini bu şekilde nerdeyse
hıyanet erbaplarının eline bırakması ve Suriçindeki vatandaşı adeta esir
tutmaları, doğrusu hayret verici bir olay…
İnsanda şuur kilitlenmesi yaratıyor.
Tehlikeli ve badireli bir olay.
PKK terör örgütü böylesine rahat hareket edip, uzun
namlulu kanas kurşunuyla cami avlusunda polisi şehit ediyorsa ve cami
yakılıyorsa, bomba atılıyorsa ve PKK’nın arkasında duran resmi bir siyasi
oluşumdan müteşekkil olan bir partinin eş genel başkanı “Bunu devlet yapmıştır,
camiye havadan helikopterle bomba atılmıştır” diyebilecek kadar cesaret
gösteriyorsa ve devlet de, TBMM de, Hükümet de bunun bu çatlak sesine kulağını
tıkıyorsa….
Doğrusu her adım başı bu halk, iktidardan da devletin
varlığından da nerdeyse ümidini kesmektedir.
* * *
Gerçekçi olmak lazım, gerçek konuşmak lazım…
Bugün dünya Suriye’ye karşı susuyor, dört seneden beri
milyonlarca insanlar katledildi, aileler tehcir edildi, bir ülke tarumar oldu,
harap oldu gitti.
Taş üstünde taş kalmamakla beraber, birer fitne ve fesat
unsuru durumunda olan küfür dünyası bir ittifakla hayali bir düşman göstererek,
yani IŞİD'i nam-ı diğeri DAEŞ’i göstererek, “Aman en büyük tehlike orada” deyip
ne Esed’i görüyor, ne PKK’nın katliamlarını görüyor, ne DHKP-C’yi görüyor.
Hiçbirini görmüyor.
“Türkiye, NATO müttefikidir” diye sadece zırvalamadan
ibaret bir kavram..
Korkarız ki Türkiye’yi de bir boşluğa atarak Rusya’nın
füzelerine maruz bırakabilecekleri, düşüncesinden kendimizi alıkoyamıyoruz.
Tıpkı bugünkü PKK’nın hareketi gibi..
Birer provokasyon hareketi olup, yalnız kendi başına
değil, derin devlet denilen Ergenekon’un maceraperest gizli militanlarıyla Türk
solu ve muhalefetin gizliden bir ittifak içinde olup, Ak Parti’yi iktidardan
indirme ve hükümete darbe yapma gibi birçok tehlike orta yerde görünüyor.
Bu kirli ittifak, başta Rusya, sözde Müslüman olan İran,
Hizbullah’ın lideri Nasretullah denilen bir Lanetullah’ın Esed’le yaptığı
ittifakla beraber, diğer batı devletlerinin de böyle bir ittifaka girmeleri
tehlikesi uzak değildir ve düşünmemek de
elde değildir.
Bu nedenle diyoruz ki; bir ülke tarihinden, geçmişinden,
ders-i ibret almalı…
Tarihte bu ülkenin birliğine, varlığına karşı hain
planları tezgâhlayan, dış mihraklarla işbirliği yapan ajanları görmek lazım.
Kahraman kurtarıcı olarak ilan edilen bu piyon ajanları
artık tanımak lazım ki; 90 sene evvelki yapılan ihanet, bugün yeniden
hortlamasın.
Bizden dostça bir uyarıdır.
Bize göre bu memlekette yine “İyi çocuklar” işbaşında
gibi görünüyor.
Onun içindir ki; PKK palazlanmış rahat hareket ediyor.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar…