YÜKSEK YARGI NEREDEN KOŞUYOR?! (3)

Bilindiği üzere yıllardan beri;
Yani geçmişimize yönelik resmiyetin gölgesinde vuku bulup karanlıkta kalan olayların hep deşifre edilmesi istenir.
Aslında bu istek bilen, duyan ve öğrenen, yaşayan her vatandaşın temel isteğidir.
Aynı zamanda deşifre edilmesi yönünde çaba göstermesi de "vatandaşlık" görevidir.
Çünkü;
İnsanlık karakteri gereği toplumun pisliklerden ve kirlenmelerden derin yaralar almaması için düşünen ve bilen her vatandaş bu yükümlülüğü üstlenmelidir.
Cesaretli, yürekli, imanlı ve inançlı olmak inanan toplumların tüm bireylerinin ana stratejisi olmalıdır.
Zalimin zulmü karşısında susan ve pısırıklaşan dilsiz şeytan konumuna düşmemelidir.
Herkes ama herkes bu minvalde karakter geliştirmelidir.
Zira zulme karşı susan zımni olarak hükmen zulmü desteklemiş demektir.
Görülen gerçekleri inkâr etmek inandığımız ve bağlı bulunduğumuz Yüce Kur’an’ımızın El Bakara suresinin 283. Ayeti bizi uyarmaktadır.
Bakınız bu ayetin bir bölümü şu uyarıyı yapıyor bize.
"Ve la tektümü şehadete vemen yektumha fe innehu asimun kalbuhu"
Yüce meali aynen şöyle;
"Bildiklerinizi gizlemeyiniz, şehadetlerinizi saklamayınız, her kim ki gördüğünü ve bildiğini saklarsa onun kalbi küfrün karanlığından kendini kurtaramaz"
İşte bu ilahi tehdit bize toplumsal olarak neleri hatırlatıyor sevgili okurlar.
Öğrenmemiz gerekir..
Öğrenmemiz gerektiği gibi uygulamaya geçirmemizde şart ve elzemdir.
Bir toplum kendi geleceğini sağlam zemine oturtturmak için mutlak surette zulmün ve zalimin despotizmine karşı dip diri ayakta kalması lazım.
Gerekenlerini meşru zeminlerde demokratik hak olarak kullanmalı ve diretmelidir.
O zaman gündüz ile gece beraber yaşayamadığı gibi yani aydınlık ile karanlık ikisinin bir araya gelemeyeceği gibi zulüm ile hukuka dayalı adalette aynı biçimde bir arada olamaz.
Zulmün bulunduğu yerde hak, hukuk ve adalet kaybolur.
Hakkı ve hakkaniyeti, hukuku ve adaleti kaybeden bir toplumun hiçbir zaman geleceği garanti altında değildir.
Her an için yok olup gitmeye mahkûmdur.
Hem de zalimlerin despotizmi altında!
Bu da ilahi bir tokattır.
Bu nedenle diyoruz ki yakın tarihimizde resmiyetin gölgesinde, karanlıkta kalan tüm olaylar artık  deşifre edilmelidir.
Evet, dünkü Zaman Gazetesinin manşetten verdiği çok orijinal bir haberi sizinle paylaşmak istiyoruz.
Haberin üst başlığı aynen şöyle;
"Yüksek yargıçların skandal ses kaydı…"
Bu üst başlığın altında büyük puntolarla yazılan şu ifade çok çarpıcıdır, vicdanen insanları titretiyor ve ümitsizliğe sürüklüyor.
"Cihaner’i kurtar, Yargıtay başkanısın"
"İki Yargıtay üyesinin internete düşen yeni ses kaydı Başsavcı İlhan Cihaner’i kurtarmak için yapılan planı gözler önüne serdi.
İddialara göre skandal konuşma Yargıtay 8. Daire üyesi Hamdi Yaver Aktan ile 10. Hukuk Dairesi üyesi Fatih Arkan arasında geçiyor.
Erzurum’da devam eden Ergenekon davası sanıklarının tahliyesini konuşan yüksek yargıçlar dün gün boyu sessizliğini korudu.
Aktan olduğu ileri sürülen kişi Yargıtay üyelerinden bazılarını korkaklıkla suçluyor.
Geçtiğimiz hafta internete düşen ses kaydının bazı gazetelerde yer almasının planı yavaşlatmasından yakınıyor.
İşte ses kaydındaki bazı ifadeler;
Dosya birleştirildikten sonra tüm sanıklar tahliye edilecek. Sonra biraz uzatıp dosya kapatılacak.
Erzurum, "dosyayı göndermiyorum" derse fotokopiyle bile olsa birleştirir, basarım tahliyeyi.
Ersan Ülker’e (Davaya bakan 11. Ceza Dairesi Başkanı) ‘Bunu yaparsan Yargıtay başkanısın.’ dedim. Üç tane adaysınız Abdurrahman Yalçınkaya, Kadir Özbek ve sen. Bunu yapan geçer."
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü yazımda belirttiğim gibi Hakim Ali Çağan’ın Adalet müfettişi Zeki Yiğit Bey’e Nihat Çakar’ın tüm portresini çizerek ortaya koyduğu gibi..
Bugün de aynı mahkemenin üye hakim Doktor Mehmet Tarık Senkeri Hakim Kıdemli Albay Adli Müşavir, dönemin Adalet Bakanı Profesör Dr. Hikmet Sami Türk’e yazdığı bir dilekçeden bahsetmek istiyorum.
Dilekçesinde Nihat Çakar’ın daha fazlasıyla yaptığı yasa dışı keyfiliklerini dile getiriyor ve serzenişte bulunuyor.
Evet sevgili okurlar..
Biz bu karanlık dönemin hiç bir zaman peşini bırakmayacağız..
Peyder pey sizlere belge ve bilgilerle dolu tarihi gerçekleri sunmaya devam edeceğiz..
Bakınız;
Emekli Hava Yarbayı Tevfik Diker’in 2004’te yazmış olduğu "İçime Sindiremediğim Türkiye Gerçeği" başlıklı yazı anlattıklarımın tümünü deşifre etmektedir.
Diker şöyle diyor:
"Tarafıma gönderilen tüyler ürpertici iddia ve belgeleri Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde tartışması gerekir.
İçime sindiremediğim bir Türkiye gerçeğini kamuoyunun ve ilgili kamu yetkililerinin dikkatine iki bölümde sunuyorum.
AB’yi hedefleyen bir Türkiye’nin bu gerçeği görmesi ve gerekli önlemleri alması gerekir.
Bu iki yazı da adı geçenin de bana göndereceği belge ve iddialarını kamuoyuyla paylaşmak benim tarafsız gazetecilik anlayışımın gereğidir.
Güneydoğu’da terör örgütü PKK’yı besleyip büyüten iki ana kaynak oluşmuştu.
Bu her iki kaynak da birbiriyle sıkı fıkı bağlı olduğu kadar PKK örgütüyle de işbirliği içerisindeydiler.
Adeta bir elmanın yarısı gibi, bir bebeğe süt emziren iki anne gibi o kadar büyüttüler ki akıllara durgunluk veriyor.
Birisi bölgede feodal yapı ve bazı zengin işadamları.
İkincisi devletin kendisine verdiği PKK’yla mücadele görevini kullanan bazı kişilerin hain planları..
Şeytan üçgeni gibi faaliyet yürütüyorlardı.
Yöre halkını ve devleti cenderesine alarak sıkıştırmıştır.
Ama hiç unutmayalım ki zaman en büyük müfessirdir, tarih en büyük değerdir, gerçekleri daima tarih açıklar ve ortaya koyar.
Örtülmüş gerçekler daima zaman süreci içerisinde günışığına çıkmıştır.
Bu kısa yorumdan sonra size göndermiş olduğum dokümanların özetini aşağıda sunuyorum, inanıyorum ki belgeleri inceleyip değerlendirdiğiniz de Güneydoğu’daki karanlık yapıyı daha net bir şekilde göreceksiniz.
Diyarbakır’da Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülen ve Yargıtay’a gönderilen Altındağ katliamıyla ilgili dava dosyasında yer alan feodal yapının mensupları itirafçı PKK’lılar tarafından izah edilmektedir."
Evet, sevgili can dostlarım.
Dün de söylediğimiz gibi emekli Hakim Albay Tarık Senkeri’nin de 27 Ocak 2000’de Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na göndermiş olduğu şöyle bir yazısı var.
Kayda değer bir yazı hem de yargının gölgesinde yapılan kirlenmenin deşifre edilmesi hususunu şikâyet ediyor Adalet Bakanlığı’na.
Bakın ne diyor?
"1) Birinci suretini ekte gönderdiğim 9 Eylül 1999 tarihli dilekçelerim ile Diyarbakır DGM Başsavcısı Nihat Çakar ile ilgili suç duyurusunda bulunmuş ve hakkımızda ihbar ve şikâyette bulunanlara şu tasnii iftira ve haksız fiilden dolayı tazminat davası açabilmek için isim ve adreslerinin bildirilmesini istemiştim.
2) Hakimler ve Savcılar Kanununa göre ihbar ve şikâyetin açık isim ve kimlik ile yapılması zorunluluğu karşısında hakkımda ihbar ve şikayette bulunanların bugüne kadar isim ve adresleri bildirilmemiş olup gerekli kanuni yola başvurabilmek için bugüne kadar bildirilmeyen isim ve adreslerin bildirilmesini şikayet ve ihbarın mevhum isimle yapılıp yapılmadığının açıklanmasını saygılarımla talep ederim."
Evet, emekli Hakim Tarık Senkeri Bey dahi Nihat Çakar’ı şikayet etmiştir.
Ama maalesef tutturamamıştır.
Zira kim kimi himaye ediyor bilinmemektedir.
Yazımız devam edecek.
En derin Saygılarımla.