YÜKSEK YARGI NEREDEN KOŞUYOR?!

Günlük medyamızın düşünürlerinin kalemlerinden anlaşıldığı gibi;
Türk yargısının genellikle olmasa da yüksek seviyede görünen bölümü adeta siyasallaşmıştır.
Ve ne yazık ki hukuku bir tarafa bırakmıştır.
Yıllardan beri bünyesinde oluşa gelen bir ideolojyanın mecrasına girmiş durumdadır.
Bu mecranın seyrinde verdikleri kararların büyük bölümü siyasallaşmıştır.
Hukuk sınırları aşıldığı gibi tarafgirane bir tutum içerisine girilmiştir.
Ki bunda en çok göze çarpan olay da Ergenekon olayıdır.
Bu yapılanma;
Muhterem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına gidiş yolunda kendini bariz olarak göstermiştir.
Gül'ün seçilmemesi için tümüyle hukuk sınırlarını aşarak Anayasa hükümlerini çiğneyerek Meclis’in üzerine bir baskı aracı olarak kendini göstermiştir.
Nitekim bu sürecte Sabih Kanadoğlu’nun kinci, ideolojik tutumuyla Anayasa Mahkemesi’ne götürülen 367 önerisi Türkiye’yi dünya hukuk literatüründe küçük düşürmüştür.
Millete rağmen milletin üzerine demoklesin kılıcı gibi yanlı hukuk baskısı yaratılmıştır. Ki bu barız bir şekilde hissedildi.
Danıştayın türbana yasaklama getirmesiyle büyük bir keyfilik içerisine girildi.
Adeta danışıklı dövüş misali yerin dibinde gizlenen telsiz şebekeleri gibi devletin önemli üst kuruluşlarıyla ağız birliği yaparak bu kararı sözde Müslümanlar adına lanetlenmiş gibi gösterme gayretine gidildi.
Kiralık bir katili Danıştay binasına sokarak kurulun üzerine kurşun yağdırdı ve orda bir Hakimin ölümüne sebep olundu.
Olaydan bir gün önce de meşhur ve maruf tanınmış özellikle TSK’nın tüm birliklerine akredite edilmiş Cumhuriyet Gazetesinin bahçesine el bombaları atıldı.
Hepsi bir zencirin halkaları gibi.
Tabii bombalar atılırken veya attırılırken de aman ha titiz davranarak kimse ölmesin diye tavsiye edildiğini de bilmeyenimiz yok.
Ve bu emirlerin kimler tarafından verildiği de ortaya çıktı.
Ergenekon davasından Silivri’de tutuklu bulunan Muzaffer Tekin’in direktifiyle bu işlem yapıldı..
Ve bu paralelde devletin zirvesinden avaz avaz atılan naralar koro halinde bütün Türkiye’nin ve dünyanın her tarafına yayıldı.
Ne hazindir ki olayın koro şefi de eski Cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer olmuştur.
Ondan sonra Zahmetli Ecevit ile yargının diğer yüksek bölümleri hep aynı koroya iştirak ederek İslam dinine yönelik irtica diye naralar atılmıştı.
Her şey ters yüz edilip hükümetin üzerine gidiliyordu. Öylesine baskılar kurulmuştu ki artık hükümet üyeleri dışarı çıkamaz olmuştu.
Hatırlayalım..
Bakanlar öldürülen Hakimin cenazesine giderken "linç" edilmekten son anda kurtulmuşlardı.
Evet, sevgili okurlar.
Ne yapalım?
Ne söyleyelim?
Ne düşünelim?
Diye bu gariplikler içerisinde kendimizi sorgulamaktan başka bir şey diyemiyoruz;
"Acaba nedir bu hal" diye?
Yıllardan beri devletin bünyesinde oluşa gelen yine kamunun çok önemli kilit durumunda olan bazı kurum ve kuruluşlarının en üst noktasına getirilen siyasal ve ideolojik bürokratlar bu ülkeye maalesef bir şey vermiş değiller.
Devleti, askeriyle ve yargısıyla siyasallaştıran bu gizli hükümranlık nereden çıktığını ve nasıl oluştuğunu artık Hindistan’daki sağır sultan bile duymuştur.
Bu nedenle bu toplum artık kendini sağlam zemin üzerine oturtmalı.
Elbette ki birleşme ve ittifak etme zorunluluğunu hissetmelidir. Bunun için de demokratik açılıma doğru yürümelidir.
Nitekim demokratik yürüyüşü, Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar devlet içerisine çöreklenmiş "kötü zihniyetleri" bir bir deşifre etmektedir.
Son zamanlara bi bakın; hep suçüstü yakalanıyorlar bu senaristler.

***

Sözde kalem sahipleri olan kişilerin kullandıkları ifadeler insanı gerçekten derinden yaralıyor ve endişeye sürüklüyor.
Bunu da demekten insan kendini alıkoyamıyor.
"Eyvah Türkiye kimlerin elinde ve kimler bu Türkiye’yi yönetiyor?
Cehaletin zifiri karanlığıyla karşı karşıya kalan bu ülke kendini nasıl aydınlığa çıkarabilecektir?"
Dün sabah kahvaltıya otururken televizyonda haberleri seyretmek için kumandaya bastım.
Karşımda Haber Türk kanalı.
Uyandırma servisi saatinde Medya Kritiğini ekrana getiren bir bayan bir de erkek sunucu var..
Haber Türk’ün yazarlarından Ece Temelkuran’ın yazısını ekrana yansıtarak okuyorlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan uçakta Deniz Baykal’ın portresini basın önünde anlatırken şöyle demiş:
"Bizim kitabımızda edep ve terbiye kavramları vardır. Sayın Baykal senin yaşadığın hal elle tutulur, gözle görülür dikkatlerden kaçmaz bir haldir.
Sen buna özel hayat diyemezsin; çünkü senin bulunduğun oda senin değil ki başkasına ait bir oda, senin orda ne işin vardı ne geziyordun?"
Başbakan’ın Baykal’a yönelik bu ifadelerini eleştiren yazar Ece hanım sanki kuyruk acısı onda da varmış gibi köşesinde bu ifadeleri şöyle eleştiriyordu.
"AKP’nin İslami kesime bahşettiği zenginleşmeyle birlikte bunu herkes biliyor.  Ama daha kokusu çok çıkmadı bu kesimin erkekleri arasında ikinci, üçüncü eş alma dalgası başladı. Hatta bu hareketlerini Kur’an’dan hadisler göstererek meşrulaştırıyorlar. Eşleri de kendilerini Kur’an’dan başka bir hadis göstererek savunmak zorunda kalıyor."
Bakınız, sevgili okurlar.
İşte kendilerini aydın, çağdaş medyanın ön saflarında keskin kalem sahibi olarak gösterenlerin hal-i durumu.
Kur’an ile hadisi birbirinden ayırt edemeyecek kadar, karanlık cehaletin karanlık derelerinde yüzüyorlar.
Ve bu "çirkin" halleri yine kendileri tarafından; su yüzüne vurulmaktadır.
"Üçüncü eş alma dalgası başladı, ifadesinin ardında Kur’an’dan hadisler göstererek meşrulaştırıyorlar" ifadesinin ne kadar yavan ve havada boşlukta olduğunu siz değerli okurlarımızın takdirine sunmak istiyorum.
Bize göre bu Türkiye için büyük bir felakettir.
Aydın olarak kendilerini gösterip de cehaletin karanlık kuyularından kendilerini kurtaramayan yazar hali pür melaline artık dikkat etmek gerek.
Düşünün Kur’an’ı hadis olarak hadisi de Kur’an olarak bilen aydınlarımız bu ülkeye "nasıl" düşünce üretebilirler?
Üretemezler. Ama ülkeyi çaprazına vururlar.
Evet, bu fasıl burda kalsın sevgili okurlar.
Yazımıza başlık olarak kullandığımız "Yüksek yargı nereden koşuyor?" ifadesinin ne kadar gerçek olduğunu sizinle burada paylaşmak istiyoruz.
Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in yargılandığı Ergenekon davasına yüksek yargıdan gelen müdahale gerçekten Türkiye hukukçularını ayaklandırdı.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan Cihaner’in dosyasını istemesi ve dosyayı göndermekte geciken Mahkeme heyeti hakkında Adalet Bakanlığı’na şikâyet etmesi "kurtarma operasyonu" olarak biliniyor.
Ülkenin önemli bazı hukuk derneklerinden, akademisyenlerine kadar herkes ama herkes hukukun ne kadar çiğnendiğini ne kadar bayağılaştığını nasıl ayaklar altına alındığı söylüyor.
Karara en sert tepki gösteren Demokrat Yargı Birliği..
Derneğin Eşbaşkanları Osman Can ve Orhan Gazi Ertekin’in yargı bağımsızlığınının ortadan kaldırıldığına dikkati çekerek, şu uyarıda bulundular.
Özellikle Osman Can, Politik savaşın merkezlerinden birinin Yargıtay olduğunun görüldüğünü ifade ederken..  Ertekin de, "bu müdahale yargısal süreç açısından meşru değildir" dedi.
Dün akşam Kanal 1 Televizyonunu izlerken Selçuk Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hakan Hakeri’yi izledim.
Bu değeli hemşerimiz ve mesleğini çok iyi bilen Diyarbakırlı hukukçumuza göre de Yargıtayca verilen karar hukuki değildir, siyasidir.
Ve uzun uzadıya televizyon ekranlarında bu gerçeği dile getirdi
Ona da sizlerin huzurunuzda şükranlarımızı bildirmek istiyoruz.
Evet, değerli okurlar.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek Türkiye nasıl yönetiliyor?
Ve kamunun önemli bazı kurum ve kuruluşlarının ne kadar siyasallaştığını ne kadar BAHİSÇİ Marksist, sosyalist kirlenmelerle sıvandığını her halükarda gözler önünde sergilenmekte.
İşte millet bunu fark etmiştir.
Büyük bir kurtuluş arayışı içerisinde ise de fakat ne çare ki milli iradeyi elinde tutan iktidarların irade-i seniyeleri bir türlü bu milletin haykırışlarına cevap verememektedir.
Hep pasifize, çıkarcı kesimlerin ve işbirlikçilerin gölgesinde hükümetler istese bile dev adımlarla yürüyemiyorlar.
Bize göre AK Parti hükümeti bu anayasa değişikliğiyle ilgili çok geç kalmıştır.
"8 yıl boyunca neredeydiler?" sorusuna karşı da yine insaflı davranarak hükümetin yerine ancak bunu da cevaplandırarak müsamaha gözüyle onlara bakabiliriz.
Zira bu 8 yılın 5 yılını inançsız, katı görüşlü bir Cumhurbaşkanı ile geçirdi.
Onların ak gösterdiklerini  kendisi kara deyip yasaları geri meclise iade ediyordu..
Ama Allah’a şükür bu üç yıldır köşk tarafından hiç de bir engelle karşılaşmamaktadırlar.
Bu üç yıl içerisinde bari elini çabuk tutsaydılar bize göre çoktan bu meseleyi halletmişlerdi.
Ama bir türlü davranamadılar.
Şemdinli olaylarından günümüze dek Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner gibi nice Başsavcıları ve yandaş savcıları gördük ki Cihaner’in olayları bunlara karşı solda sıfır sayılıyor.
Örnek mi istiyorsunuz?
Bunların bariz örneği Diyarbakır DGM eski Başsavcısı Nihat Çakar’ın yaptığı tahrifatlar, keyfi, zorbaca uygulamalar ve aldıkları avantalar ayyuka çıkmıştır.
Ama ne çare ki HSYK tarafından cımbızla alıp büyük bir titizlikle 10 seneden beri Kadıköy Adliyesi’ne yerleştirilmiş ve orada Cumhuriyet Başsavcılığı Vekilliğini sürdürmektedir.
Bu hususta yazımızın fazla uzun olmaması için burada son veriyoruz; ama nasip olursa yarın aynı hususu bu anılan zat hakkındaki meslektaşı iki hakim tarafından resmi ifadelerini sizlere aktaracağız..
Yarın ki SÖZ Gazetesinde aynı yazının devamını göreceksiniz.
Onun için bizi takip edin.. Kalın sağlıcakla.
Selam, sevgi ve saygılarımla.