YÜRÜYEN BU FAZİLET KERVANINI KİMSE DURDURAMAZ!

Evet sevgili okurlar!

Gündem yine dolu.. Olaylar diz boyu.. Fakat bir türlü Türkiye kendini uğursuzluklardan, musibetlerden, karanlık ilişkilerden kurtaramıyor.

Buna rağmen elbette ki; kervan yürüyecek...

Velev ki arkasında bozguncu, fesat ve fitne çıkaran, ürüyen mahluklar olsa bile!

Tarihinden, coğrafyasından, inancından, kültüründen, kahraman ecdadlarının tarihi değerlerinden haz alan, misyonunu aksiyona çeviren bu kervan yürüyecek ve başaracak.

Var gücüyle davasını kazanacak!

Yollarını tıkamak için nifak, fitne, fesat mayınlarını yollarına döşeseler bile bu diriliş hareketini durduramayacaklar.

İblisleşen bu nifak bezirganları hiçbir zaman amaçlarına bu ülkede ulaşamamamışlardır.. Ve bundan sonra da ulaşamayacaklardır.

Merhum Necip Fazıl Kısakürek'in dediği gibi,

"Döner şanlı çarkımız bizim

Döner illa ki döner

Gökten çakıyor haber

Geber ey çelik put geber"

Vahşi, acımasız kapitalizmin dünyayı teslim aldığı, tarihin bittiği, insanlığın öldüğü yalan!

Biz ki; her dem yeniden doğarız, diriliriz ve direniriz.

Ve insanlık bizimle her dem yeniden doğar.

Çünkü, tarihimiz insanlık için var olmuştur.

Bütün iblisler bir araya gelseler artık kesinlikle bu hızı kesemezler ve durduramazlar.

Bir mesele var ya, "Bozacının şahidi şıracı"dır diye..

Türkiye'de mevcut fesat yuvalarının temel dayanağı siyonist medyanın uşak kalemşörleridir.

Bu hıyanet erbabları milletin lehine oluşan ve milli bütünlük ve beraberlik için atılan her adımı karalamak için var olmaktadırlar.

Ama onlar ne yaparlarsa yapsınlar deyim yerindeyse "imam bildiğini okur"

Bu millet de bildiğini okuyacaktır.

Güçlenmiş, imanı ve izhanı ile cesaretlenmiş, bilinçlenmiş bir ülke toplumu artık bu çatlak seslere "Eyvallah!" demez.

Bakın Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül, YÖK Başkanlığı'na bu konuda ismi hiç gündeme gelmeyen Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde Sosyolog Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ı getirdi.

Sürpriz olarak karşılanan Özcan'ın YÖK Başkanlığına getirilmesi tüm Türkiye tarafından olumlu bulunurken, karanlığa sıkan yazar çizerler bu değerli bilim adamına envai türlü iftiralar yağdırmaya başladılar.

Demokratlığı ve bilimsel objektifliği ile bilinen bu değerli ilim adamına yavaş yavaş çamur atmaya başlamaktadırlar.

Özgürlükçü, demokrat ve yasakçılığa aman vermeyen bir karaktere sahip.. Kendini yetiştirmiş bu milletin bir evladına çok değişik yönlerle bakıyorlar.

Gah Malezya'da İslam Üniversitesi'nde ders vermiş diyorlar, gah bilmem Shicago'da öğrenim görmüş diyorlar.. Her ne olursa olsun kendini yetiştirmiş değerli bir bilim adamıdır.

Her neyse Prof. Dr. Özcan ideolojik bağnazlıktan körelmiş olmayan herkes üzerinde pozitif etki uyandıracak bir isim.

İyi bir akademisyen, iyi bir hoca, iyi bir insan, iyi bir vatansever, iyi bir inanç sahibi.

Bunlar yıllar yılı karanlıkta kalıp aydınlığı arayan bir milletin bekledikleri ufuktan çıkan güneş tuluğu gibidir.

Sayın Özcan'ın misyonunu özetlersek..

"YÖK Başkanı olarak üniversitelerde yasakçılığa karşıyım ve kaldıracağım. İkinci görevim de üniversiteyi ideolojik karanlık bataklığından çıkarıp bir bilim yuvası durumuna getireceğim. Yegane görüşüm şimdiye kadar üniversitelerde inancı gereği örtülü hanımlar kesinlikle artık o engelle karşılaşmayacaklardır. Üniversitede, marksizmin, ataizmin karanlık çukuruna saplanan gençliği sahili selamete çıkarıp inanç, milli kültür, irfan ve edeple yetiştirilecek gençlerin önünü açağım.

Bu milletimiz için bu yegane bir ümittir ve beklentidir."

Bize göre Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah Gül, yaptığı tüm güzel işlerin başında gelen bu atamadır.

Türkiye insanını gerçekten büyük bir karanlıktan kurtarmıştır.

Türkiye'nin coğrafya bütünlüğünü tehlikeye atan, milli birlik ve beraberliğini bölünme sıkıntısına getiren, maddi ve manevi değerlerden uzaklaştırmaya çalışan üniversitelerimizdeki yuvalanmış iblisane girişimler artık öyle ümit ediyoruz ki; bundan sonra yüz bulamayacaklardır.

Bu itibarla acımasız liberal sermayenin gücüyle oluşan siyasi partiler ve bu partilerin siyasi liderleriyle devletin birçok kurum ve kuruluşlarının başına getirilen hortumcu dinazorların sonu gelecektir..

Suret-i haktan kendini gösteren bu geniş mideli vurguncu anlayış bugüne kadar hep timsah gözyaşları dökmüşlerdir bu ülke için.

Ama heyhat! Ne çare ki; bunların gölgesinde terör odakları gittikçe palazlanmış, çoğalmış, kirli bir savaş sonucunda masum insanların kanları dökülmüş, ana babaların ciğerleri yanmış, gencecik gelin hanımefendiler dul kalmış, ocaklar söndürülmüş, hiç kimsenin umurunda değil.

Hep mutat bilinen politikayla atılan balonlu sloganlar gittikçe şişirilmiş ve halen de şişirildikçe şişiriliyor.

Klişeleşmiş basmakalıp cümleler kurgulanmış ve milleti böylece uyutmuşlardır.

Maarif (Milli Eğitim camiası)ndan gelen sözümona aydınlar hangi branşa atılırsa atılsınlar kendilerini gördükleri terbiye ve eğitimin etkisi altında kalarak mesleği kurnazlıklardan kendilerini kurtaramıyorlar.

Hileli sistemin hileli bürokratları illa ki mesleklerini dahi insanlık dışı kirlenmelerle yürütürler ve haksız yerde kazanç elde ederler. Helal haram demeden kayıt dışı sermaye biriktirirler.

Kimin umurunda ki!

Dedik ya, "Bozacının şahidi şıracıdır." diye..

"Suç işlediyse, devlet malını yağmaladıysa maşallah nazar değmesin.. Bağımsız adalet hemen önleyici ve caydırıcı müeyyideler yaratarak bağımsız hakim ve savcılarımızın dağıttıkları adalet sonucunda o suçtan kökten kesilmişlerdir (!)"

Fakat ne çare ki bir türlü buna rastlanılmıyor. Adalet camiası apayrı bir yörüngede yürüyor. Bakıyorsunuz ki adalet bir mahkemede karar verilmesi gerekirken, beş sene sürüyor. Oldukça suçlu olan kişiyi sanki birileri affettirmek için mürürü zamana uğratmak için; kararları geçiktiriyorlar.

Bu olumsuzlukların tümünün başını çeken YÖK'tür, üniversitelerdir ve milli eğitimdir.

Zira radikal, yerli yerinde, ilkeli bir eğitim gerçekleşmiyor ve o camiada yetişen insanlar da zaman zaman genelleme olsa dahi bakıyoruz ki haydutvari çıkar sağlayan bürokratlar olarak ortaya çıkıyor.

Oysa ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu çizgide değildir.

İnsan hakkını ve hukukunu koruyabilmek için özellikle ve öncelikle kendilerini Allah'a sadakatlı bir kul olarak görmelidir.. İnancını fiilayata, eyleme dökerek insanlık olmasından bir melek ruhunu taşımakla görevler sağlamlaşır, hak ve hakkaniyetler yerine yerleşir.

Sen bir toplumu inancından, Kur'an'ından, mukaddesatından yozlaştırarak, uzaklaştırarak, çobansız bir koyun sürüsü haline getirirsen işte sonucuna da katlanmak zorundasın.

Dağa da çıkılabilir, önleyemezsin. Dağdan inebilir yine önleyemezsin.

İnsan kanını döker zevk alır caydıramazsın. Eczacıysa mesleğin kurnaz ve hilebazlığına girer, sahte ilaç küpürlerini yeni diye bayat, zamanı geçmiş kutuların üzerine yeni olarak gösterir farkına varamazsın.

Doktoru ise, bıçak parası diye hastalardan fuzuli yüksek, kabarık para almaktan alıkoyamazsın.

Sağlık sektörü deyim yerindeyse adeta bir hile ve kurnazlıklar içerisinde kıvranıp durmaktadır. Ve devletin diğer birçok birimleri gerçekten büyük garabetler içerisinde bulunuyor..

Hiç kimse bu tür eylemleri önleyemiyor, gittikçe çoğalıyor. Zira herkesin işine böyle geliyor.

Hele adalet mekanizmasına girdiğinde savunma erki adı altında avukatlık mesleğini tümüyle çıkar ve rant mesleği olarak görmekten kendisini kurtaramaz.

Oysa ki her zaman söylediğimiz gibi, meslek itibariyle görünen adalet cübbesi siyah ve kırmızı yaka simgesiyle Hz. Ömer'in adaleti sembolize etmesi gerekirken, bakıyorsun ki birileri kendi pisliklerini kötü eylemlerini o yüce simgeyle örtmeye çalışarak, mesleğini tümüyle rantiye aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır...

İşte tüm bu olumsuzluklar çerçevesinde diyoruz ki, yepyeni bir Türkiye, köklü bir Anayasa değişimi ile evrensel bir toplum olma çabasına girmek lazım.

Bunuda halktan oyunu alan hükümetin iyi düşünmesi lazım. Attıkları her adım milli ruha uygun olması lazım.. Milletin yüreklerine serin bir su serpmesi lazım.

Saygı ve sevgilerimle...