ZALİMLERE BİR GÜN ELBETTE GÖSTERİR KUDRETİ MEVLA!

Cuma günkü yazımızın ana çizgilerinin paralelinde adım atmak, Türkiye’nin eski statükocu, bayatlamış anlayışlarla değil yeni bir Türkiye siyasetiyle tanışmak en önemli konulardan birisidir.

Barış, kardeşlik, gelişme, dostu dost olarak, düşmanı da düşman olarak görme fonksiyonunu yitirmeyen bir Türkiye.

Daha doğrusu özetlemek gerekirse;

Türkiye’nin varlığı için, ülkenin bölünmez bütünlüğü için, milli vahdetin, birlikteliğin korunması için, evet yepyeni bir Türkiye siyasetine girmek lazım.

Kişisel rant peşine düşen, önemli konuları geride bırakıp, sadece kendini ve siyasi çıkarını, rantlarını ön planda tutan liderler her kim olursa olsun, nerede olursa olsun, eninde sonunda millete karşı mahcup düşecektir.

Onun için fedakârlık her şeyin başıdır, dostluk, kardeşlik ve dürüstlük daima ön planda tutulmalıdır.

* * *

Evet, bakınız Bediüzzaman Hazretleri 1911’de Şam’da bir Cuma günü Cami-ül Emevi’de yüz bini aşan büyük bir kitleye karşı bir hutbe irad ediyor...

Ve o hutbenin adını da “Hutbe-i Şamiye” olarak tanımlıyor.

Ama ne hazindir ki 1914’lerden sonra devleti yörüngesinden çıkarıp, maceralara sokan satılmış anlayışlar, yalnız Bediüzzaman Hazretlerini değil, Türkiye’deki birçok ünlü ulema ve meşaik kesimin önünü kestiler.

Tıpkı bugünkü Suriye’nin Esed’i gibi!

İdamlara, hapis ve zindanlara sürgünlere maruz bıraktılar.

Bu nedenle Üstat bu “Hutbe-i Şamiye” eserini hatta “Gençlik Rehberi”ni, Van’da iken unutarak bir dostunun yanında bırakıyor.

Aradan 40 yıl geçtikten sonra Emirdağ’da tarassut ve devletin sürgün mezalimi altındayken bu eser ona ulaştırılıyor.

***

Bakınız, Üstat 1911’de irad ettiği “Hutbe-i Şamiye”nin temel felsefesinde şunu vurguluyor;

“Sıdk, dürüstlük, İslam’ın ve imanın es-sül esasıdır (en güçlü temel taşı).

Ve anlaşmanın, barışmanın ve ülke insanını birbirine kaynaştırmanın gerçek vasıtasıdır”

Devamla;

“Yücelmenin, ilerlemenin üstünlüğü ve hatta üstün seviyede yürümenin anahtarıdır” diyen Üstat Bediüzzaman o gün dahi İslam dünyasına seslenmiş, batı dünyanın hilebaz oyunlarına aldanmamak için büyük çaba göstermiştir.

***

Bu paralelde Osmanlı döneminin en meşhur edebiyatçılarından merhum Ziya Paşa’da bakın neyi ifade ediyor?

“Sabret siteme ister isen hüsnü mükâfat

Fikir eyle ne zulüm eylediler Yusuf’a ihvan”

Yani düşmanlık, haksızlık, hüsnü mükâfat, güzel bir ödül gösterildiği zaman; illa sonuç itibariyle vücutlar ayrı da olsa, fikir ve düşünceler yanlış da olsa bu bir araya getirir ve toplumsal konjonktürü sağlar.

“Zalimlere bir gün dedirtir kudreti Mevla

Tallahi lekad aserekallahu âleyna”

Tıpkı Hz. Yusuf’un 11 kardeşi tarafından kuyuya atıldıktan sonra, Allah tarafından kurtulan o masum Peygamber, sonuç itibariyle Mısır’ın azizinin tahtına hâkim olur ve Allah onu orda oturttur.

Ona ihanet yağdıran, mezalim uygulayan kardeşleri muhtaç olup, fakir düşer ve kapısına dayanırlar.

Ve bunu söylerler;

“Allah’a yemin ediyoruz ki, Allah seni bizden üstün kıldı”

Demek sabırla olayları karşılamak, kan ve gözyaşları dökmek yerine şefkat ve merhamet, dostluk ve kardeşlik, sıcaklığı getirir.

Yine Ziya Paşa’nın bir dizesini sizinle paylaşalım;

“Bir illeti kıl sonra mudavata tasaddi”

Yaranı ve hastalığını bil tanı ona göre tedavisine hazırlan, onu tanımadan tedavi yaparsan, ters teper.

“Her merhemi her yaraya merhem mi sanırsın”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Dünyanın küfür sistemi; elbette ki Türkiye’nin sahili selamete kavuşmasını istemiyor.

İlla kargaşa, yanlışlık, bencillik, her şeyin altını üstüne getirmek!

Onun için uyanık durmak lazım.

Zira mertlik olmazsa, cimrilik yerine oturur, kişiyi ister devlet olsun, ister örgütler olsun, ister toplum olsun, her ne itibarla olursa olsun devletleri zora bırakır.

Bu nedenle yüce kitabımız Kur’an bize “Fussilet” suresinin 34. ayetinde, düşmanlar arasında bile gerçekleşen kin ve adaveti ortadan kaldırıp, barışa sarılmanın temel felsefesini bize şu ayetle hatırlatır..

Yüce Kur’an;

“İyilikle kötülük bir olmaz, sen fenalığı en iyi şekilde sav.

O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişiyi yakın bir dost gibi görürsün”

Bu ifade insanoğlunun dönekliklerine, cehaletliklerine alıştıkları şeylerle gururlanmasına ve gittiği yolun sapık olduğunu söyleyenlere karşı kibirlenmesine, şehvetine ve menfaatine düşkün oluşuna karşı Allah’a davet görevinin gerekleridir.

Tez elden insanı Allah’a yaklaştırır.

Bu da;

Kendisine takdim edilen davetin, dostane barışın işgal ettiği makamı tehdit etme durumunda, bütün insanların ortak olduğu vasıflara karşı dava adamının takip etmesi gereken yolu anlatmaktadır.

Evet, bu gibi zor şartlar altında devlet vazifesini yerine getirmek çok zor ve güç bir iştir.

Ama o nispet de ulu ve azim bir harekettir ve gerçek yoldur.

Şu halde, Allah’a davet için söylenen söz yeryüzünde sözlerin en güzelidir ve güzel sözlerin başında semaya yükselir.

Ne var ki, söylenen sözü doğrulayıcı daha amel olması ayrıca ruhlarda Allah’a teslimiyet duygusunun yer etmiş olması icap eder.

Demek anlaşılan budur ki, iyilikle kötülük bir olmaz.

Hele hele bir arada hiç yaşamaz.

***

Onun için dava adamı kötülüğe kötülükle mukabele etmemelidir.

Çünkü iyiliğin değeri bir olmayacağı gibi tesiri de bir olmaz.

Kötülükle mukabele etmemek; nefsi arzuları alt etmeyi, sabır ve müsamahayı gerektirir.

Bu ise azgın ruhları ve nefisleri sükûnete, huzura kavuşturur.

Düşmanlıkları dostluğa çevirir, sertlikleri yumuşaklığa kalp eder.

“Sen fenalığı en iyi şekilde sav.

O zaman göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi yakın bir dost gibi olur”

Bu kaidenin doğruluğu birçok hallerde su götürmez.

Güzel bir söz üzerine, tatlı bir tebessüm ve sakin bir konuşma yüzünden şımarıklığın utangaçlığa, kızgınlığın sükûnete, heyecanın rahata döndüğü, gemiyi azıya almış, dizginleri kırmış azgın bir gazabı yumuşaklığa çevirdiği pek çok yerde görülmüştür.

En derin saygılarımla