ZULME SEYİRCİ KALAMAYIZ! (III)

Evet, sevgili okurlar.

“ZULME SEYİRCİ KALAMAYIZ” yazı serimize bugün de devam ediyoruz.

Bilindiği gibi bu ifade Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

Bu ifadenin Başbakan tarafından kullanılmasının sebeb-i mucibesi hepimizin malumudur.

Gerek Mısır olsun,

Gerek Suriye olsun

Ve gerekse de diğer İslam ülkeleri olsun.

Ülkelerinin iç karışıklıklarıyla birlikte baasçı ve dayatmacı totaliter rejimlerinin kendi milleti üzerine yağdırdıkları katliam mezalimlerine karşı susan evrensel demokratik bir dünyaya (!) seslenişi ve tepkisiydi.

Hiç kuşkusuz ki;

Başbakanın bu tarihi çağrısına karşı susan sözde evrensel demokratik dünya böylece bir kez daha gizlediği "gerçek kimliğiyle" deşifre oldu.

Yani muasır dünyamız ABD olsun, batı dünyanın diğer ülkeleri olsun, demokrasi havariliğini kimseye bırakmayan vicdan yoksunu, yoz anlayışların kimliğine sahip oldukları gün yüzüne çıktı.

Tüm dünya kamuoyu nezdinde "maskeleri" düştü.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Suriye canavarı Esed’in kendi milleti üzerine bir haftadan beri tüm dünyaya meydan okurcasına attıkları kimyasal silah en azından üç dört bin insanın hayatının yok edilmesine neden olmuştur.

Ve dünyanın buna sessiz kalarak işi birbirlerine ihale etmesi, bize göre kıyamet alametlerinden birisidir.

Zaten kıyametin kopmasına neden olan yeryüzü zulüm karanlığıyla kaplandığı andır.

İşte hal-i vaziyet kıyametin geldiğinin bir ölçüde işaretidir.

Evet, Avrupa diyoruz ve başka bir şey diyemiyoruz.

Bugün Avrupa, Amerika deyip duruyoruz.

Ümit bağlıyor herkes.

Ama ne çare ki beklenenin tam tersi ümitsizlik, mezalim, kan ve gözyaşları akmaya devam etmektedir.

***

Dün aynı bu köşede Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinden alıntı olarak yazdığımızın bir nevi devamı olarak bugün de Avrupa hakkında Üstadın o veciz ve derin manalı ifadelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ki Avrupa’nın gerçek kimliğini daha net anlayabilelim.

Üstad yorumunda şöyle diyor;

“Avrupa Fünunu ve Medeniyeti eski Saidin fikrinde ve düşüncelerinde bir derece yerleştiği için yeni Saidin fikri hareketlerinde seyir ettiği zaman Avrupa’nın teknolojisi ve medeniyeti o seyahat-ı kalbiyede (kalbinin seyahatinde) ne çare ki emraz-ı kalbiyeye inkılâp ederek (kalbinin derin hastalıklarına neden olarak) fazlasıyla problemlere neden olmuştur.

Yanlış anlaşılmasın, Avrupa iki kısımdır.

Birisi İsevilik din hakikisinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye yi beşeriye ye (insan dünyasının toplumsal yaşam tarzına) yararlı sanatları, teknolojiyi getirmiştir.

Adalet ve hakkaniyete hizmet eden kanunları takip eden Avrupa’ya hitap ediyorum.

Belki felsefe-i tabiyenin zulmetli medeniyetin (karanlık medeniyetin) Avrupa’nın günah ve pisliklerini mahasin güzel şeyleri zannederek beşeri sefahate ve delalete sevk eden, bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum.

Şöyle ki;

O zaman o sefahate ruhiyede medeniyetlerin getirdiği güzel, yararlı teknolojiden başka şeye yüz çevirerek topluma kötülükleri, zararlı ideolojileri ve inkârcı felsefeyi enjekte etmeye gayret etmektedir.

Aslında gerçek medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-i maneviyesine karşı bir diyeceğim yoktur.

Bu ikinci Avrupaya hitabım:

Kötülükleri küfür ve nifak tohumları dünya kamuoyuna enjekte eden karanlık Avrupa’ya sesleniyorum.

Ve diyorum ki ey ikinci Avrupa!

Sen sağ elinle fakin ve sapık bir felsefeyi tutmuşsun, sol elin ile de ahlaksızlığı ve zararlı medeniyeti tutup, insanlığa yutturmaya çalışıyorsun ve kendine de kurtarıcı bir dünya adını isnat ediyorsun.

Ve yalandan diyorsun ki beşeriyetin kurtuluşu ancak benim bu ideolojimle olur.

Oysaki sen bu her iki elinle tuttuğun karanlık ideolojiyle dünyadaki çağdaş katliamlara neden olmaktasın.

Senin bu her iki elin kırılsın.

Senin insanlara hediye etmiş olduğun pis medeniyetin senin başını yesin.

Ey küfür sistemlerini dağıtıp, yeryüzüne neşreden bedbaht, kirli ruh!

Acaba hem ruhunda, hem vicdanında hem aklında hem kalbinde, dehşetli musibetler olmuş, azaba düşmüş, bir adamın cisminin zahiri bir surette aldatıcı bir servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi?

Yani beşeriyet için mutluluk düşünülebilinir mi?

Hayır, buna mutluluk ve saadet diye günümüzdeki yeryüzüne enjekte etmeye çalışıyorsan, kesinlikle insanlığa hıyanet ve ihanetten başka yapacağın bir şey değildir”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri sözde evrensel, demokratik dünyayı nasıl tanımış ve nasıl suçüstü yakalamış ve nasıl insanlığa tanıtıyor.

Bize göre herkesin düşünmesi gereken ve kurtuluş yolunu aramaya çalışmak isteyen bugünkü insanlık dünyası için tek seçenek "Üstadın yolu" olması lazım.

Yoksa beşeriyet, hayat boyu özellikle siyaset alanındaki ikiyüzlü politik münafık karanlıklardan kendini kurtaramaz.

Zaten bugünkü yeryüzünde olup bitenler kendini ele vererek, deşifre olmaktadır.

Bize göre gerçek kimliğini saklayan siyaset dünyasının önemli noktalarında rol alan her kim olursa olsun, haindir ve zararlıdır.

Gerçekten gerçek yüzünü kendi insanlarına göstermeyip, değişik yüzlerle toplumların karşısına çıkan, ister Türkiye’nin siyaset alanı olsun, ister Batı dünyası olsun, ister Suriye’de olsun, ister Mısır’da olsun, ister Suudi Arabistan’da olsun, her nerede olursa olsun kimliğini gizleyen sahtekârdır, yalancıdır, kendi milletine bir baş beladır.

Özellikle Türkiye’mizde çok değişik yüzlerle siyaset meydanlarında “ülkeyi savunuyorum” edasıyla gâh Rusya’nın yanında yer alıyor, gâh Esed’in yanında yer alıyor, gâh Maliki’nin yanında yer alıyor, gâh BDP’nin yanında yer alıyor, gâh gidiyor Silivri’de Ergenekon Terör Örgütünün baş adamlarıyla görüşüyor, gâh mezhepçilik yapıyor vs. vs.

Ahtapotun yetmiş kolu gibi her tarafa kol uzatıyor.

Bize göre bu ihanetliktir, bu hıyanetliktir, bu kimliksizliktir.

* * *

Sevgili okurlar!

Dikkatimi çeken diğer önemli bir konu var.

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin birinci sayfasında gözüme çarpan bir haberi merakla okudum.

Doğrusu bana çok ilginç geldi.

Merak saikasıyla sonuna kadar okudum.

Evet, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir, bir haftadan beri Viyana’dadır.

Orada ne kadar değişik fraksiyonlar varsa hiç Kürt milletiyle uzaktan yakından alakası olmayan kesimlere seslenerek hitap ediyordu.

Ve şöyle diyordu;

“Mezopotamya’da artık tarih tekerrür etmez”

Ve devamla şöyle diyor;

"Hiçbir Alevi, Ermeni, Yezidi, Süryani Kürdistan coğrafyasında baskı ve zulme maruz kalmayacak"

Başkan Baydemir herkesi söylüyordu.

Ancak ne var ki; "Kürtlere baskı yapılmaz, zulüm edilmez" diye bir kelime kullanmadı.

Oysaki tarih tekerrür etmez ifadesi herkesten evvel Kürt milletine demesi lazımdı.

Zira cumhuriyetin kuruluşundan sonra yani 1925’lerden 1950’lere kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki insanlara, orada yaşayan Kürtlere, hepimize yapılan mezalim başka hiçbir millete yapılmamıştır.

Ne Yezidilere yapılmıştır, Ne Alevilere, Ne Süryanilere, ne de başka bir millete.

Özellikle Kürtlerin oluk oluk akan kanları o zaman yeryüzünde sosyal medya olmadığı için kimse yazamamıştır.

Şeyh Said olayı başlı başına tarihi bir olaydır.

Bir gecede, Dağkapı meydanında 47 kişi idam edildi.

Bediüzzaman Said-i Nursi’nin sürgün edilmesi ve otuz-kırk sene Orta Anadolu’da ilden ile sürgün edilip, işkenceye tabi tutulması, birer ilim yuvası durumunda olan medreselerin, Kur’an Kurslarının kapatılması, camilerin yıkılması ve buna karşı koyan insanların grup grup, bölük bölük, gizlice götürülüp kurşuna dizilmesi..

Şark-ı Anadolu'da ne kadar "asil" hanedan Kürt aileleri varsa "yerlerinden-yurtlarından" surgün edildiler.

Veya kimisi, "yok" edildi.

Ne yazık ki sevgili Başkan Osman Baydemir bunları aklının bir kenarından geçiripte, ifade etmemiştir.

Ve hatırlayamamıştır.

Doğrusu üzüldük.

Hakikaten eğer Diyarbakır’dan seçilmiş, halkın Belediye Başkanı olmakla beraber, “Tarih bir daha tekerrür etmez” ifadesini bir de Kürtlere kullansaydı ne olurdu?

Doğrusu beni çok düşündürdü.

Ama bunun cevabını da Sayın Başkan’dan mutlaka beklerim, ne söylerse de aynen bu köşede cevabını yayınlarım.

En derin saygı ve sevgilerimle.