ZULME SEYİRCİ KALAMAYIZ! (V)

Evet, değerli okurlar.

Her zaman olduğu gibi bugün de sizinle paylaşmak istediğimiz önemli tarihi bazı gerçekler vardır.

Elbette ki sağlam kaynaklı, dayanaklı konulardır bu gerçekler..

Evet, tıpkı dün burada, yine bu sütunlarda ifade ettiğimiz gibi!..

28 Şubat mahkemesinin tarihi MGK kararlarını istemine rağmen mahkemeye henüz intikal etmemiş olmakla beraber, mahkeme gerçek delile dayalı tutanaksız duruşmaya devam etti.

Ve nihayet sözüm ona rahatsızlanan tarihi komplo teorisinin baş ustası eski Jandarma Genel Komutanı ve MİT Müsteşarı Teoman Koman kendini acındırarak, tahliyesini sağlayabilmiştir.

Oysaki tam tersine mahkeme o tutanakları MGK’ndan her nedense istememiştir.

İsteyen savcılık olmuş, savcılığa MGK göndermemiştir.

Nedeni de “Devlet sırrını ancak mahkeme görebilir” diye?

Savcılığa verilmemiştir..

Ama “mahkeme isterse gönderilecektir” diye..

Dünkü yazılı medyanın haber ve manşetlerinde dava bu haliyle gündeme taşındı..

***

Mahkeme isterse o tutanakları görebilir.

"O tutanakların" tartışmalarının gölgesinde başlayan 28 Şubat davasında dün yeni gelişmeler yaşandı.

“MGK, 28 Şubat 1997 günü yapılan tarihi toplantıya ait tutanakların doğrudan mahkeme tarafından istenmediğini açıkladı, devlet sırrı niteliğindeki belgelerin yargılamanın ilerleyen safhalarında talep edilmesi halinde mahkemeye sunulacağını bildirdi”

Devlet sırrı ise de mahkeme görebilir demektir.

Demek anlaşılan odur ki;

Devlet bünyesinde, kirli ve kötü niyetli, komplo teorilerine ilişkin belge ve bulgular neyse hepsi 'devlet sırrı" olarak millete yutturulmuştur..

Ve saklı tutulmuştur.

Böylece, devleti milletin gözünde küçük düşürmüştur.

Devlete "güvenilmez" hale getirilmiş..

Bu da ayrı bir "suç' ve vatan hainliğidir.

***

MGK tutanakları..

Mahkeme her nedense bugüne kadar istememiştir.

MGK Genel Sekreterinin ifadesine göre;

“Belgeler devlet sırrı niteliğini taşıyan belgeler…

Ancak mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından yerinde incelenebilineceği belirtilerek, yetkili mahkeme isterse göndeririz..”

* * *

Evet, bu üç büyük kafa aynı zamanda iman ve inanç yoksunu büyük kafalar…

Bir önceki gün mahkemede kendilerini şöyle savunmuşlar.

Teoman Koman’ın hastalanarak tahliye edilmesi ile İsmail Hakkı Karadayı’nın, hastalığının devam etmesi nedeniyle katılmadığı duruşmada yalnız kalan Çevik Bir hazır bulunmuş.

Çevik Bir, “Darbe bizim görevimiz” demiş.

Yani 28 Şubat davasında sanıklar kendilerini ihtilalci değil, görevimizi yaptık diye savunuyorlar.

Bir şöyle diyor...

"Zira o zaman irtica iç tehditti.

TSK’nin iç hizmet kanunun 35'inci maddesini kaldırmak yetmez, şerefli subaylar yeminlerini bozmaz, o zaman irtica iç tehditti.

Eski Türk Ceza Kanununa göre fişleme diye suç yoktu.."

Çevik bir kendini böyle savundu.

Bu savunmanın içinde kelimesi kelimesine anlaşıldığına göre, demek henüz Mısır gibi o darbe tehlikesi kalkmamıştır.

Zira tehditkarane iftiralarıyla da TSK’nin İç Hizmet Kanunu olan 35. madde her ne kadar ortadan kaldırılmışsa şerefli subaylar yeminlerini bozmazlar, yine aynen devam edeceklerdir.

İrtica deyip duran bu yaftacı Ergenekoncu BÇG’nun ne kadar şerefli olduğunu, tabii bilemiyoruz.

Bunun değerlendirilmesini de siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz.

Ancak ne var ki her kim olursa olsun, nerede hangi platformda bulunursa bulunsun, hangi devlette, hangi coğrafyada olursa olsun.

Kendi milletine eften püften bahanelerle yalan uydurarak, komplo teorisi hazırlayıp, devleti ve milleti tuzağa düşürerek, yalan ve tezviratlarla dolu fişleme yaparak, ihtilal ve darbe yapan, girişiminde bulunan bırakın şerefli olmayı bize göre şerefsizliğin, hıyanetin, ihanetin, alçalışın en derin çukurundadırlar.

* * *

Bakınız, dünkü yazılı medyanın tespitlerini size sunmak üzere beraber okuyalım.

“Mısır’daki cuntadan İhvan’a ceza yağdı” başlığıyla başlayan haber şöyle;

“Mısır’da askeri mahkeme, cuntanın hedefindeki 11 Müslüman Kardeşleri (İhvan üyesini) Süveyş şehrinde vatandaşları öldürmeye teşvik etmek, 9 askeri aracı ve 3 kiliseyi ateşe vermekten ömür boyu hapse mahkum etti.

Mahkeme Adevviye meydanında askerlerin kurşunlarıyla hayatını kaybedenlerden 2 kişinin ölümünden de İhvan’ı sorumlu tuttu.

Evet, sevgili okurlar.

Başta da anlatmaya çalıştığım gerçek şu;

Darbeci cuntaların kamuoyu nezdinde kendini sureti haktan göstererek, adeta sütten çıkmış ak kaşık gibi kendini temiz ve suçsuz olarak göstermek kaydıyla yola çıkıyorlar ve darbelerini gerçekleştiriyorlar.

Bunlar gerek Türkiye’de olsun, gerek Suriye’de olsun, gerek Mısır’da olsun, gerek Pakistan’da, Afganistan’da olsun, her nerede olursa olsun.

Bunların tek kaynaklı dayanağı Siyonizm’dir, masonladır, haçlı ve içteki münafıklardır.

Bu şeytan üçgeni içerisinde beslenip, büyüyen darbe unsurlarının işi-karı hayali suçlama uydurarak, yola çıkmaktır.

O hayali suçlamayla büyük tezvirat yağdırarak, kendi milletine, devletine ve hükümetine hazırladıkları tuzak ve komplo teorilerinden başka bir şey değildir.

Bu nedenle ancak bunların taşıyabileceği isim, kamuoyu vicdanında birer sahtekar, birer münafık, satılmış piyonlardır.

Siyonizm’in ve İsrail’in haçlı ordularının birer maşalarıdır.

Bakınız, Mısır’da 200 insanı öldüren polise ödül olarak 35 milyon dolar para dağıtılıyor.

Bu dağıtılan 35 milyon dolar para eli kanlı, kiralık sözde polis bireyleridir.

* * *

Evet, yalnız burada demek istediğimiz iddiamız ve davamız tüm İslam dünyası olarak uyanık olmamız lazım..

Her zaman el ele verip, omuz omuza verip, Allah’ın huzurundaki namaz safları gibi sarsılmadan, eğilmeden, dağılmadan birlikteliğimizi korumalıyız,

Dik durmayı korkmadan sağlamalıyız.

Aksi takdirde Allah’ı tanımayan ve Allah’ın kanunlarıyla günlük hayat akışlarını gerçekleştirmeyen bir toplum olarak zafer beklemek, havanda su dövmekten başka bir şey değildir.

Yalandan balon uçurmakla bir yere gidilmez.

Dayanak noktamız, yüce Kur’an olmalıdır.

Resul-i Ekrem (s.a.v)’in İslam siyasetine dayanarak yola çıkmamız gerekir.

***

Bakınız, yoksa anlattığımız müşrikler ehl-i kitap ve münafıklar.

Bunlardan ilham alan sözüm ona kendi milletine bağlı sadakat yemini eden yalancı darbecilerin hiçbir yerde, hiçbir platformda, hiç kimseye acımazlar.

Zira haindirler.

Haine hiçbir zaman güvenilmez.

Ve hainin verdiği kararlar da geçerli değildir, bir millet için.

Düsturumuz, “Tevbe” Suresinin 8, 9 ve 10. ayetleri olmalıdır.

***

Evet, bakınız şu sure-i celilenin bize ışık tuttuğu ilahi hükümlere..

Ayetlerin meali aynen şöyledir;

“Onların bir ahdi nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek çoğu fasık ve günahkar kimselerdir”

Dokuzuncu ayet ise;

“Allah’ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları O’nun yolundan alıkoydular. Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!”

Onuncu ayet ise;

“Bir mü’min hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir”

***

Sevgili okurlar.

Bu yüce ayetlerin mana değerlerinden anlaşılan budur ki;

İslam’ın ana çizgilerine inanmayanlar, her kim olursa olsun, hangi siyasi partinin bünyesinde bulunursa bulunsun, hiçbir zaman kendi milletiyle dost olamaz.

Ancak kandırıcı olur, yanıltıcı olur, sahtekâr olur.

Tıpkı kültürümüze mal olan bir gerçek, onların siyaseti, politikası çok değişik yüzlülüktür.

Örneğin; “Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” denilmesi gibi…

Bunlar..

Yani darbeciler ve o paralelde onları savunan siyasi partiler ..

Her türlü küfür sistemine çanak tutanlar..

Onlar birebir münafıktırlar..

Sözlerine, anlaşmalarına hiçbir zaman güvenilemez, itibar da edilmez.

İslam dünyası aklını başına almalıdır..

Kur’anın etrafında toplanmalı, çember oluşturarak kendine çekidüzen vermelidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hoşçakalın.