ÇEYREK ASIR GEÇTİ!

28 Şubat'ın Sene-i devriyesi!… Hazin bir hadise!.. Ne yazık ki, Türkiye'nin siyasi tarihi benzer, bir çok "vakayı" bağrında, yaşatmıştır.. Ne ilk ne de son olandır; 28 Şubat ihaneti!!… Darbeler, vesayetler, sivil iradeye yönelik "muhtıra ve kumpaslar", tarihin derinliklerine dayanıyor!… İttihat Terraki'den başlayıp, günümüze gelirsek!… 27 Mayıs mı, 12 Eylül mü, 28 Şubat mı, 27 Nisan mı, 15 Temmuz mu?.. Hepsi, Türkiye'nin "demokrasi tarihinde" birer kara leke olarak, kanlı şekilde duruyor!…

***

O dönemde; mebzul miktar mağdur yarattı. On binlerce kişi okullarından atıldı. On binlerce kişi işsiz kaldı. Binlerce derneğin, vakfın, okulun, Kur’an Kursu’nun kapısına kilit vuruldu. Binlerce kişi “uyduruk” delillerle yargılanıp mahkûm edildi. Ki, üzerinden çeyrek asır geçtiği halde, hâlâ “içeride” yüzlerce hükümlü bulunuyor ve “iade-i muhakeme” taleplerine cevap bekliyor.

***

Kimi çevrelerin ısrarla “ulusalcı darbe” dedikleri 28 Şubat, evet, “ulusalcı” bilinen çevrelerin korkularını kullanarak bir meşruiyet alanı oluşturmuştu ama tipik bir CIA darbesiydi. Patronaj koltuğunda İsrail-ABD oturuyordu. Bu o kadar böyleydi ki, her türlü “İsrail-ABD karşıtlığı” anında cezalandırılıyordu. Kudüs Gecesi’ni hatırlayalım... Kudüs’e sahip çıkmak suçtu.

***

Netice itibarıyla "o günden, bugüne ne değişti" sorusuyla, mevzumuza dahil olursak!.. Ya da, 28 Şubattan nasıl bir ders-i ibret alarak, tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize, yaşam değerlerimize, adapte edebildik… En önemlisi de, yarınlar açısından, bir daha yaşamama adına; "neler yapabildik?"…. Sorular çok ve çoğaltabiliriz.. Ama velakin yanıtlar noktasında ülkenin mevcut hali, siyaseti ve gidişatı "pek de huzurlu" kılacak şekilde, dile gelmiyor…

***

28 Şubat'ın bugün itibariyle, üzerinden çeyrek asır geçti… Koca bir 25 yıl… "Post Modern" darbe olarak, Türkiye'nin "siyasi tarihine" not olarak düşen 28 Şubat için, birileri "bin yıl sürecek" dediğini hatırlarsak!.. Her ne kadar sürmediyse de, "zihniyet ve anlayış" henüz "kökten" temizlenmiş, ya da bir daha "yeşermeme adına" söküp atılmış değil, Türkiye üzerinden "vesayet" üretmek isteyen mahfiller!.. Bir direnç, bir "pusu" kurucu hal-i fikri dün olduğu gibi halen de kendini idame ediyor… Yoksa, hala "darbecilere" sözcü kesilenler olur muydu?!

***

Hep ifade ediyorum; "demokrasiyi" yaşatan, dirilten, güçlendiren ya da "onu yerle yeksan eden" tek güç vardır; o da milli iradenin ta kendisidir.. Yani bu ülkenin, milletidir… "Laiklik ve Kemalist" anlayış üzerinden kendilerince süreç başlatan, yürüten ve bir noktaya getirip sonuçlandıran "o zorba, o aşağılık, o ırkçı, o şoven ve o İslam düşmanı" 28 Şubat akımına, eğer ki "direnç" gösterip milli ve yerli bir "duruş" sergilemiş olsaydık, ne Çevik Bir'ler, ne de "onun" zihniyetiyle hareket edenler; "başarıya" ulaşamazdı?…

***

Ama yapılmadı.. Milli İradeyi temsil eden "siyaset" o cesareti ortaya koymadı.. Özellikle muhalefet, "milli irade" varken "siz kim oluyorsunuz" diyemedi, bilakis "deme adına" cesaret dopinginde bulundu. "Şapkasını alıp" gitmede rekor kıran dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel "işbirliğine" odaklı zihni hiç değişmedi?… Özellikle medya, "asli misyonunu" yerine getirmeyip bilakis "şakşakçılık" yapıp, "Genelkurmay'ın ışıkları sönmedi, Ordu rahatsız, Kanlı mı olacak" deyip hain anlayışa "kahramanlık" libası, giydirmeye çalıştı..

***

Bir kesim Sivil Toplum Örgütleri vardı ki!.. Yandaşın da yandaşı!… Üniversiteler.. Eli kalem tutan, fikir üretenler, devletin bizatihi "halkın güvencesi" olabilme noktasında "misyon" ortaya koyma yerine, tıpkı Abdulhamit Han'ı tahttan indirme adına "şeriat isterük" sloganı atıp, Selanik’ten yürüyen devşirmelerin "sinsi planından" beter noktada, faaliyet gösterdiler.. Bir ketumluk, bir rıza göstermişlik, sergilediler.. Bir onbaşıya, bir astsubaya "ülkenin Başbakanını kurban verecek" kadar, zilletleştiler!…

***

"Peygamber Ocağı" diye görülen, kabul edilen bu ülke insanının bağrından çıkan Asker ocağını "halkın düşmanı" pozisyonuna sokanlar, sahne aldı!!.. Kışlalar biat etti.. O şerefli kutsal üniformayı giymiş, ama "ABD ve AB'nin" zihninin ürünü olan "laiklik" kisvesi altında, sömürü ve ülkeyi milleti gerileme, "kendilerine" biat edici politikaya "biz niye alet oluyoruz" deme cesaretini gösteren, paşalar olmadı!.. Sahada var olanlar hep; maşalardı!?…

***

Ya Hakimler.. Ya  Savcılar… Kısacası Yasama, Yürütme ve Yargı mekanizması… Hiçbiri üstlendiği, üstlenmesi gereken görevi  "bir bütünlük" içerisinde sergilemediler… Bilakis ikna odalarında, toplantılarında, konferanslarında "biat edici" oldular.. Eğer ki, "zorbaca" atılan adımlara küçük bir karşı koyuş ortaya koymuş olsalardı; 28 Şubat'ın "piyon aktörlerinin" hiçbiri, "Milli İradeye" karşı bu kadar hainlik sergileyen organizasyonun içerisinde bulunmanın cüretkarlığını gösteremezdi!..

***

Güruh bir kesimin "iştahını" kabartan en büyük etken; "yancılıktı ve eyyamcılıktı?.." Çünkü, keyfi zorbalığa, işkenceye, yargısız infazlara, despotik uygulamalara yönelmelerini "tetikliyordu?…" Andıçlamaları da, brifinglerdeki "estirilen" rüzgarları da; "bir resmi görüş, bir sivil görüş" diye; pısırıklaşılan, demagoji duruşu "vurucu" kılıyorlardı!… "Postmodern" bir dikta anlayışı..

***

Tek kullandıkları sözcük "irtica.." Ki "irtica" bahaneydi çünkü "Laiklik" şahaneydi, onlar için!!!.. Bugün bile "laiklik" kendini idame ettiği gibi; bir kesim de aynı yerde hala da duruyor… 15 Temmuz sonrası bir kesimi bükemediği bileği "öpme" noktasına gelmişse de, "eski günlerin" özlemiyle yanıp tutuşanlar da, siyasi kulvarın her alanında "konuşlandırmanın" gayreti ve mücadelesi içerisinde oldukları da tartışılmazdır…

***

Yoksa, başörtüsüne, türbana, giyim kuşama dair "dil uzatma" müdahale edici fikir ve beyan ile fiziki haller cereyan, süreklilik arzıyla cereyan etmezdi!?..

***

25 YIL SONRA…

Peki, 28 şubatın üzerinden geçen zaman dilimine rağmen "bir ders-i ibret noktasında" çıkarılan dersler ve alınan önlemler var mı? Cevaplar hiç kuşkusuz ki, bu şıklar üzerine olurdu?..

***

Bugün dahi, "Bir daha askeri zorbalık mı" asla diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi "Gücü gücüne yetene anlayışı mı" asla diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi  "Sivil ve milli irade temsiliyet olmasın mı" asla diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi "İnsan hakları ve eşitlik, özgürlük herkes için" diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi "Seçilmişler, öz iradelerine sahip olmalı" diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi "Hak, hukuk, adaleti 84 milyon ülke nüfusu için istiyorum" diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi "Irk milliyetçiliğini, sınıfsal üstünlüğü kabul etmiyorum" diyebiliyor muyuz?..

***

Bugün dahi "Siyasi, sosyal, kültürel eşitlik herkes için" diyebiliyor muyuz?

***

Bugün dahi "Temsiliyette adalet ve özgürlük" diyebiliyor muyuz?

***

Sizce diyeceğim!..

Ama velakin olması gereken, hakikat şudur..

 "Ülkenin milli sorunlarının" çözümünde bir olmalıyız…

Ülke kardeşliği fikrinde ortak paydada buluşmalıyız..

"Uzlaşı" içerisinde, "birliği, dirliği, bütünlüğü" koruma adına, elbirliği içerisinde olmalıyız…

En samimi ve en halis olanı da; bugün dahil olmak üzere; 

Yasama, Yürütme ve Yargı "erkleri" bağımsız, hür ve "güçler" noktasında, "milli ve yerli" bir zihnin çatısı altında; somut duruşa sahip olmalı!….

Özü itibariyle…

Katilin, caninin, katliamcının, işkencecinin, faşistin, zorbanın, despotun, terörün, teröristin, yalancının, yağmacının, eyyamcının, hainin, kalleşin, rüşvetçinin, uçkurcunun "ne milleti ve ne de ırkı" olmaz, olamaz…

Çünkü, iyilik ya da kötülük "milli bir özellik" taşımıyor; taşıdığı ulvi değer; "insani" oluşudur…

***

28 ŞUBAT'IN BİZE YAŞATTIKLARI?..

Çok… Unutulmaz bir, "zulümlük?" ağır da bir cefa çektik…

Çatık kaşlı, nice "hakimlerin ve savcıların" mahkemelerinin "müdavimi" olduk?

Adliye koridorlarını epey arşınladık..

Gözaltılar..

Sorgulamalar..

Andıçlamalar…

25 gün içerisinde, üç farklı "fraksiyonun" üyesi diye; "JİTEM'in" sorgu odalarında epeyce, insanlık dışı muamelelere maruz kaldık…

Günlerce, ağırladılar…

Dönemin kudretlisi(!) Nuh Mete Yüksel'in "hışmına mı" uğramadık?..

DGM'lerdeki, "keyfi uygulama ve kararların" "tacizine mi" uğramadık?..

"Kürdüm" dediğim için..

Şeyh Said'in kıyamında "ona kumpas" kuranlara "işbirlikçiler" dediğim için..

Yüksekova çetesini "yazdığım" için..

İşkencecileri yazdığım için..

Urfa kapıda, bir tuğla fabrikası sahibinin oğlunun Özel Harekatçılar tarafından "öldürüldüğünü" gün yüzüne çıkardığım için…

Yani, 28 Şubat'ın karşısında duran, sürecin "şirretliğini" ortaya koyan olduğumuz için!…

Faili meçhul cinayetleri..

JİTEM'i..

İtirafçıların, gündüz cezaevinde gece "eylem ve meyhanelerde" mükafatlandırdıklarını ortaya çıkardığımız için…

Kısacası sürecin sefa çekenleri değil, cefa çekeni olduk "hakikatlerin" peşinde olmadığımız için!…

Ama, boyun eğmedik!..

O gün de, bugün de, ömrün zaman dilimiyle yarın da; 28 Şubat gibi "zihniyet ve anlayışın" zalimlerine, "dik" duracağız, karşı olacağız, "mimli ve sivil iradeyi" sahipleneceğiz!…

İnanışı, ideolojisi; ne olursa olsun.. Ya da siyasiliği...

“Tarihin en alçak, sonuçları itibarıyla en yıkıcı" ruhu teşkil eden ihanetin sene-i devriyesinde bir kez daha; "lanetliyorum!.."

***

GÜNÜN SÖZÜ

Geleceği merak etme, nasıl olsa gelecek. Ama geçecek olanı iyi düşün, çünkü aklından silinmeyecek.