DALINI BUDAĞINI KESERİM!!!…
“Sağlık Huzursuzmuş!” başlıklı yazım, dün yoğun bir tepki gördü..
Tabi pozitif yönde..
Özellikle de, Sağlık Camiasından yükselen öylesine sesler oldu ki; “bir dokun bin ah işit” misali..
Ancak “negatif” bakan da yok değildi…
Ama görünen o ki; bu huzursuzluk önümüzdeki günlerde daha belirgin ve keskinleşecek..
“İpler kopuyor..”
Kutuplaşmaların “hesap sorucu veya hesaplaşma” atmosferine, siyasi “tetiklemeyle” kent adına, camia adına, “hiç de yakışık” olmayan hallerin olabileceğine ilişkin “sinyaller” alıyorum..
Ki, her an “şimşekler” çakabilir…
Umarız ki, arenada yer alan zat-ı muhteremler; sağduyulu olurlar!..
***
İnşallah, “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisindeki repliklerde yer alan; “dalını, budağını keserim, keserim” fikriyatıyla, birbirlerine karşı hemhal olmazlar!…
Ki, Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki 7 şiddetindeki depremin de, “bu repliklerin” ilk kıvılcımı olduğunu unutmamak lazım…
Yoksa, Başhekim’in tüm kadrosu lağvedilmezdi!..
Sırada “Başhekim var mı yok mu” onu bilmem!..
Ya da diğer hastanelerde sağlık birimlerinde, ilçelerdeki hastaneler dahil!..
Ama var gibi gözüküyor..
Kesin olmamak kaydıyla!..
Bu çekişmenin kulvarında yürüyen, eski ve mevcut “vekillerin, eş dost, akrabalarının da” karşılıklı bir hırlamanın, kurtarılmış olanların el değiştirme gayreti içerisindeler..
Bir saf oluşturma cephesi söz konusu..
***
İşte bu hal-i vaziyetin sonu nereye varır bilmem!..
Ama bildiğim bir şey vardır ki; “Sağlıktaki Sağlıksız hal” hiç de huzur verici bir seyrin ve atmosferin içerisinde değil…
Gidişat her şey için, kaygı üretici!…
Hele ki, aldığım bir duyuma göre bir gazetenin imtiyaz sahibi, “iki kelam” etti diye, “aba altında” sopa gösterenler, bu kulvarda arz-ı endam ediyorsa!..
Demek ki, Diyarbakır İl genelindeki “Sağlıktaki işleyiş mekanizması” çok ama çok kirli işliyor..
Kimse; “halka hizmet” noktasında, dertli, uğraşlı, mücadeleci ve istekli değil..
Tek gaye ve düşünce kişilere, siyasilere, aile nüfuzlarına, makam ve mevki işgalcilerine “rant temini” noktasında, hizmet üretiliyor olunması…
***
Her ne kadar, mesleki yönde bizler antenleri açıp, projektörleri yakmışsak da; olup-bitenler noktasında, sizleri buradan bilgilendiriyorsak da, hiç de iç rahat değil!..
İstek ve arzu ile hassasiyetimiz şudur; “Sağlıktaki huzursuzluk ve sağlıksızlık halinin gürleşen ateşine” ilgili ve yetkili makamların, duyarsız kalmamasıdır..
Yanan ateşin daha fazla yayılmaması, yeni kıvılcımlar üretmemesi noktasında; “körükleme” yerine, söndürücü bir strateji benimsenilmelidir..
Özellikle Sağlık Bakanlığı, “ivedilikle” denir ya tepeden tırnağa, “hijyenik” bir ortamı oluşturmalı ki; kıvılcımlar işlevsiz kalsın…
Aksi takdirde; bugün dünü aratan bir yangınla karşı karşıya gelebiliriz!!..
Bilmem anlatabildim mi?!
***
BİR GARİPLİK YOK MU?!…
Evet ya!..
Demokrasi diyerek, söze giriyoruz!..
Eşitlik, özgürlük, bağımsızlık, hürriyet gibi “ulvi” kavramları, öne çıkararak kendimize has gemler vuruyoruz!..
Hak, hukuk, adalet, insan hakları gibi “hayati” öneme haiz, “yaşam serbestiyetinden” söz ederek, yaldızlı sınırlar inşa ediyoruz!!!..
Olmazsa olmazımızı da her daim için; İstiklal, İstikbal, İstikrar’dan yana tavır alarak, “dokunulamaz, değiştiremez, müdahale” edilemez diye de, Milli birliğin ve bütünlüğün şartlarına “kırmızı çizgi” çiziyoruz. Kendimizce; çimentolaştırıyoruz…
Sandık “hür irade” temsiliyetidir, millet için, ülke için, devleti aliyenin istikrarı için; “tek limandır” deriz!
Ve tabi ki, marinasını da seçmen “egemenliği” deyip hep “halkın bulunduğu cepheyi” gösteriyoruz!.
Milli iradenin “tecellisi” ve temsiliyeti ne derse; “demokrasi o kulvarda”, işlev görür hükmünü o koyar…
“Biz bizi yönetiyorsak demokrasi vardır” diyerek, bayrağı dikeriz, ülkenin ve milletin kalbi duygularına!…
***
Hasılı halk; isterse, seçerse, benimserse, içselleştirirse; “o ne derse o” deriz, demeliyiz, öyle de kabul etmeliyiz!!..
Ve bu rotada, sandığın başına gideriz!..
Ama ne var ki, sandıktan çıkan sonuç kimine göre; “negatif” bir sonuç çıktığında, “o halk” denilen olgu bir anda buldozer misali; “tu kaka” ediliyor..
“Dağdaki çoban” muhabbeti başlar..
“Benim oyum mu, onun oyu mu?”..
Anlamaz, bilmez, cahil..
Göbeğini kaşıyan adam.. ve daha nice olumsuz “kelimelerin” bütünleştiği cümleleri, “halk yerme” adına, kullanmaya başlar..
Ve seçilen yönetimi de; enva-i demokrasi dışı “kavram ve söylemle” itham eder…
***
Yani işine geldiği gibi..
Negatif olunca “anlamaz, bilmez, cahil…”
Pozitif çıkınca, “İşte halk, işte millet, en büyük, güçlü irade sahibi” denilip durulur..
Vaziyet her haliyle; “tezat ve garip.?”
Özünde ise; kazanan “kerameti kendinden menkul” kaybedenin hezimeti “göbek kaşıyan.?”
Sonuçlara karşı siyasi atlıların böylesi “kaypaklığı” hep, tersi orantıyla “kaybeden” onlar, kazanan halk olmuştur..
Belki, kısa süreliğine “söz hakimiyeti” onlarda olmuşsa da, mum gibi eriyerek, kaybeden her daim, kendileridir!..
***
SORUN AHALİYE BİR GARİPLİK YOK MU…
Daha önce de dillendirmiştim!…
Hem altılı masanın zat-ı muhteremlerine..
Hem de anket yapan araştırma şirketlerine..
Bi halka sorun; “Cumhurbaşkanını halk mı seçsin, yoksa biz deyip Meclis’teki Vekiller mi seçsin…”
***
Çıkacak sonuç, hiçbir şekilde “irade teslimiyeti” olmayacaktır.. Bunu her şart ve koşulda, ifade edebilirim..
Çünkü, hiçbir “seçim hakkından” yani hür iradenin temsiliyetinden kimse “feragat” etmez..
Ki o yetkiyi 80 yıldır “bir arpa boyu kadar” ilerletmeyen, “Seçtirenin iradesini alan seçilenin iradesiyle, bir irade teslimiyeti” sulhu getirebilmiş değildir…
***
Hep, zıtlaşma olmuştur..
Sorumsuz, sorunlu…
Neyse, bu sorunun açık ve ivedi bir şekilde halka sorulması gerekir ki, altılı masanın “Demokratik Parlamenter Sisteme” dönüş istemindeki ana gaye, gün ışığına çıksın..
O zaman; gariplik kendini ifşa etmiş olur…
***
KUZU VE DANA!
“Ciğer kebabı” polemiğinden kurtulamadık gitti..
Ne demiştik; “Ciğerimiz evrenseldir ve bizi birleştiren bir milli gurme kültürümüzdür.?”
Diyarbakır’dan, Edirne’ye kadar; “adam ol ciğerimi ye” dedik.. “Patent kimde olursa olsun” onun için bir kazanım, ülke için zengin bir gurmedir..
Şimdi neyin polemiğindeyiz, neymiş Diyarbakır “kuzu ciğeri” benimsiyor eee Şanlıurfalılar da “dana kuzusu” tüketiyor…
Peki, neyi alıp-veremiyoruz..
Bizde Patenti, “Kuzu Ciğer Kebabı” ismiyle aldık..
Şanlıurfalı dostlar da “Dana Ciğer Kebabı” diye coğrafik tescili alabilirler…
Önemli olan damak tadı, keyfin arzusu değil mi; “tercih edilen?..”
***
GÜNÜN SÖZÜ
Ne demişti zatın biri; yüz(lük) kalmadı, beşyüzlük(!) versek olmaz mı?!