ULUSAL VE YEREL RİSK MODELİ OLMALI?!…

Denir ya yetti be arkadaş!.. Yetmedi mi yani?.. Onlarca değil, yüzlerce değil, artık binlerce can kurban veriyoruz, kendi ihmaller zincirimize.. Ama bir türlü de, ders-i ibret almıyoruz.. Ve “felaketler” zinciri, kararan hayatlar, yerle yeksan olan kentler, felç olan hayatlar” tekerrür etmeye devam ediyor.. Peki, çözüm yok.. Gözyaşı döküyoruz ama timsahın gözyaşları gibi..

***

İşte deprem!.. 50 bine yakın, insanımızı kaybettik.. 11 şehir etkilendi.. 4 şehirden eser yok.. Ağıt yaktık, gözyaşı döktük.. Yaralarımızı sarmaya “yek vücut olduk..” İnsani ve vicdani, rahmani tüm duygularla.. Sonra mı, “kendin ettin, kendin buldun misali, ihmallerimize odaklandık!…”

Ne konuştuk.. İnşaatları, zeminleri, binaları, betonu, demiri, mühendisi, müteahhiti ve yerel yönetimleri.. Bir de deprem fay hatları?!..

***

Yasa, mevzuat, yönetmenlik sorgulaması yaptık!.. Bir kaç da “günah keçisi” belirleyip, cezaevine tıktık.. Peki, “hayat normale döndü” denildikten sonra ne oldu?!.. Balık hafızasıyla, olup-bitenler unutuldu.. İhmaller zinciri o biçim rant endeksli işlem görmeye devam etti. Sanki, ülke ve millet “asrın felaketleriyle” yüz yüze gelmemiş, yaşamamış, depremler olmamış gibi, takınıp durduk.. Ta ki, bir daha deprem olduğunda, “vay da vay ağlamaya başlıyoruz..”

***

İşte, sel felaketi.. Deprem sonrası ikinci bir felaket.. Hal-i hazırda, Şanlıurfa ve Adıyaman’da kaybedilen can sayısı 17.. Kayıplar da var.. Maddi ve manevi yönde büyük bir kayıp.. Şehirler nehir yatağı gibi; çamurlu suya batmış.. İnsanlar değil, otomobil değil, kamyon ve tırlar yüzüyor.. Evler su altında.. Kamu kurum ve kuruluşları battı.. Hastaneleri sel aldı.. Bodrum değil, üst katlar bile suda boğulur hale geldi.. Herşey yekün vaziyette, iflas etti...

***

Ya Diyarbakır.. Yine köprülü kavşaklar.? Yine Şanlıurfa karayolu.. Ofis alt geçit.. Bağlar, Yenişehir ile Sur.? Ki Artık Kayapınar bölgesinin en modern semti olan; 75 ve 50’nci yol.. Önceki gün bir kez daha “altyapı sorunu” tescilli kimliğiyle kendini ifade etti.. Yollar kapandı, kavşaklar Dicle Nehrinden daha azgın, suyla doldu.. Otomobiller, battı kaldı..  5 Dakikalık yolu insanlar 2.5 saatte alabildi.. Trafik keş oldu..

***

Peki şimdi neyi konuşuyoruz!.. Çarpık kentleşmeden, yanlış şehirleşmeden ve politikalarından, dere yatağından, kanalizasyondan, yağmur suyu tahliye hatlarından, bahsediyoruz!.. İyi de, biz bunları daha önce de, yaşamadık mı, konuşmadık mı, dile getirmedik mi?.. Her kış mevsiminde, iki damla yağmur, kar yağışıyla kent esaret altına giriyor.. En acı hadise ise Dicle Nehri kıyısındaki Çadır Kent oldu.. Dedik mi dedik; “risk var” burası olmaz dedik mi dedik.. Dinleyen oldu mu?!… “Varsa yoksa incelemelerde bulunduk?”

***

Biliyorum, bir kaç gün sonra yaşam normale döndüğünde, yine unutacağız.? Ve yine ihmaller zincirimizi, ikmale getirmeye devam edeceğiz!.? Rant mı, makam mı, mevki mi, siyasi mi, her ne hesap vaki ise güdülmeye, o biçim kaldığımız yerden aynen devam!.. Ta ki mevsimin sene-i devriyesindeki, yağmur ve karla yüzleşene kadar!.. Ve oluşan sel..

***

Yangın mı, çığ mı, kasırga mı, fırtına mı?!.. Yani, doğanın dengesini bozduğumuz kadar, mevcudiyetini de, korumamanın cezasıyla, yaşadığımız felaketlere karşı, aldığımız bir tedbir, çıkardığımız bir ders olmadığı için; “çözümsüzlük girdabında, kalıp duruyoruz!..” Hep ifade etmişimdir; doğal afetlerle alakalı ülkenin bir  “risk modeli” olmalı..

***

Ülke sathı için, “ulusal bir risk kalkanı”, şehirler için de kendine özgü bir risk kalkanı olmalı ki; olası felaketleri “en düşük hasarla, zayiatla” atlatabilelim.. Yani bir zihin, bir akıl, bir politika değişimiyle; afetleri “yekün bir fikri bakış” modeliyle ikmal etmemiz gerekir!.. Yoksa; can da, mal da, şehirler de, ilçe ve köyler de kurban vermeye devam edeceğiz!..

***

GÜNÜN SÖZÜ

Ehil ve liyakat vaki değilse bilki; felaket kaçınılmazdır…

***

HAYIRLI CUMALAR