CAHİLLİK SUÇ MU - MUTLULUK MU?

Cehalet! Binlerce tanımı yapılabilir. Aklın sınırlarını zorlamamak,

Gördüğü bildiği ile yetinmek, körü körüne inanmak.

Hayatın, kavramların, kişilerin değişebilirliğini takip etmemek, aynı noktada takılıp kalmak, okuyup eğitim gördükten sonra bile eşşekliği baki kalmak.

Hayatın ipini takip edebilecek imkânı bulamamak.

Bilmeden anlamadan habire konuşmak…

Cahillik suç unsuru sayılmalı derdim bir zamanlar şimdi bakıyorum ama mutlular diyorum.

Benden senden bizden daha mutlular. Farkındalık kazanmışlardan daha sade, beyinlerinde daha fazla boş alan olduğundan mıdır nedir tasalarının sayısı daha az daha küçük.

Düşünen, kendini geliştiren, üç beş konu hakkında fikir sahibi olan, doktoralar yapan insanların hemen hepsin türlü türlü stres

Ve insanın insana kattığı zalimliklerle mücadele ediyor kendine dert ediniyor. Mutlu olmanın yollarını arıyor.

Günümüz insanı mutluluğu, kendini rahatlatmanın yollarını; yoga yaparak, psikologların kapısını çalarak, insanlardan arınıp yalnız kalarak, düşünmesin diye kendini caddelere kaldırımlara vurarak,

Sağlamaya çalışıyor. Herkes Bir şeylere sıkı sıkı bağlanıyor.

Kimi kahveye kimi şaraba, kimi gözünde azıcık ışık gördüğüne, kimi eşyalara nesneye, kimi kitaplara, kimi işine, yani herkes kaçıyor içindekilerden.

Bağımlılıklarımız artıyor çünkü içimiz mutsuz.

Spor artık sadece bedene iyi gelsin diye ruha iyi gelsin diye yapılıyor.

Kitaplar kültür artsın diye değil, insanlardan uzakta bi dünya vadettiği için okunuyor. Tabi bunlar bilinçlenenlerin tercihi azıcık rahat etmenin yollarını arayanlar.

Cahiller öyle mi? Hayır! Mutlu olmanın yollarını aramıyorlar

Zira mutlu olmadıklarının farkında değiller.

Zihni ne kadar geliştirirsen sana o kadar çok soru sorar. Sorduğu her sorunun cevabı sende yoktur.

Ya da çözmeye muktedir değilsindir. Sonra işin yok ki kafa yor düşün içinden çıkmaya çalış.

Bir gün yakın bir köyde tandır ekmek pişiren 2 bayana denk geldim, çok uyumlu çalışıyorlardı. Ev işlerinde yardımlaşıyorlardı.

Biri çocuklarla ilgilenirken diğeri kümesten yumurtaları topluyordu.

Gülüyorlardı birbirlerine sohbet ederken, gözlerinde yorulmuşluk yoktu.

Önce gelin görümce sandım onları, muhabbet ilerleyince iki kuma olduklarını öğrendim yani bir adamın 1. Ve 2. Eşleriydiler.

Ve bu durum hiiiç rahatsız etmiyordu onları çünkü kabullenmişlerdi.

Eğitim görmemişlerdi, kitap gazete okumuyorlardı, haber programları ilgilerini çekmiyordu, zaten anladığım kadarıyla vakitleri de yoktu bunlar için.

Çamaşır bulaşık, 2 katlı evin işleri, tavuk hindi beslemek, küçük bostanlarına sebze ekip toplamak gibi daha kainatsal işleri vardı.

Özendim…

Kafalarında kavramlar silsilesi yoktu. İlk insan nasıl oluştu, ilk domates toprağa nasıl düştü, evrim nedir?

Onları hiç ilgilendirmiyordu.

Siyasetçileri de tanımıyorlardı, Beethoven ile Tolstoy’u da.

Savaş, ölümler, doğal felaketler uğramadığı müddetçe yaşantılarına, sırtları yere gelmezdi.

İki ucu sivri bıçak gibi olgular. Bilin, öğrenin, farkındalık kazanın, daha çok geliştirin kendinizi, daha çok çalışın, daha çok tartışın, kafanızı her geçen sene gelen yeniliklerle doldurun,

Yeni aletler, yeni akımlar, hep bir adım öne bir adım daha… ve sonuç mutlu muyuz?

Dünya da insanlık da geliştikçe dibe batıyor.

Öğrendikçe çoğaldıkça evreni ayaklar altına alıyoruz. Hem soyut hem somut.

Güneşin enerjisini bile tükettik, 50 yıl sonra su da yok artık.

Hep avcı toplayıcı topluluk olarak mı kalsaydık acaba?

Milyonlarca yıl önce yaşayan göçebe toplulukların da kendilerine göre stresleri vardı lakin bu günleri görseler cahilliklerine şükrederlerdi.

Şunu vurgulamaya çalışıyorum ne kadar boş kafa o oranda az tasa.

Her durumu, sorunu, olayları, anlamak kavramak, bilmek sonuca götürmeye yetmiyor çoğu zaman. Bireysel olarak her şeyin erki elimizde değil.

Sonuca ulaşamayıp çözüm üretemediğimiz yerde de sıkıntı baş gösteriyor.

Aydın olman, 6 duyuyla algılıyor olman, bir anlam teşkil etmiyor.