HUDUTSUZLAR
Cemaati toplanmıştı Mürşit’in, oda gelenek olduğu üzere beyaz cübbesini giydi ağır ağır indi merdivenlerden.
Aleyküm selam dedi müritlerine, sohbetini arzu edenlere. Aranızda hudut bilmeyen var mı? diye sordu mürit.
Birbirine bakındı cemaat, kimi anlamadı, kimi toplulukta konuşmaya çekindiğinden sessiz kaldı.
Belirli noktalarda durmayı bilmeyene hudutsuz denir,
Israrla ‘istenmeden’ vermeye kalkışana hudutsuz denir,
Haber vermeden misafirliğe gidene hudutsuz denir, dedi mürşit.
Evladın da olsa birinci dereceden yakınında olsa ergin yaşını geçmişse eğer karşıdakinin yerine karar verene hudutsuz denir.
Dünyaya yalnız geldik, toprağa da yalnız gömüleceğiz. Etrafınızdaki kalabalık yoldaşlık içindir. Birbirinizin sınırlarına tecavüz etmek için değildir.
Buradan çıktığınızda şehirdeki bentlere bir bakın, sel suları rahatsızlık verdiği için çekildi o bentler.
Siz Üç beş kelam ettikten sonra karşınızdaki susuyorsa siz de susun.
Sükût altındır…
Müritlerden biri söz istedi. “Bir akrabam var çoğu zaman telefonla aradığımda telefonu açmıyor, bazen bir gün sonra bazen geri dönmüyor” dedi.
Şimdi soruyorum üstadım ben mi hudutsuzum, yoksa o mu insani değerlerden bihaber?
Mürşit derin bir nefes çekti, eğer bu hal hatır sormalar karşılıklı değilse ve sen günde 3 - 5 defa arıyorsan, sen ölçüyü bilmiyorsundur.
Yok öyle değilse, insani değerlerden bihaber değildir diye hüküm veremeyiz evlat. Belki de istenmiyorsundur. İnsanoğlu sevmediğine meşguldür!
İnsanların söylediklerine duyma, davranışlarını duy.
Bizler zamanla, mekanla, nefesteki sayıyla, kalpteki atış hızıyla dahi sınırlı yaratıldık, sınırlı varlıklarız. Biri baharı yaşarken diğeri kışı yaşıyor, biri doğarken diğeri ölüyor.
Tabiatta denge vardır. O halde yaradılışımıza ve tabiatımıza neden uygun davranmıyoruz.
Ölçüyü ve dengeyi neden kaçırıyoruz.
Ülkeler arasında neden sınır vardır hiç düşündünüz mü? diye sordu mürşit.
En arkalardan heyecanı sesine yansıyan bir ses yükseldi.
“Çarşı Pazar karışır, her ülkenin toprak bütünlüğü vardır, yığılmalar yaşanır kaynaklar yağmalanır, aidiyet – kimlik ortadan kalkar dolayısıyla düzensizlik olur” dedi.
Mürşit tekrar söz olarak ülkelerin durumunu insana evirdi.
Her kişinin benlik bilinci vardır, kişilerin zamanı yağmalanır, kişinin kimlik bilinci zarar görür, sınırların ihlal edilmesi saygısızlıktır ve saygısızlık sevgisizlik doğurur.
Sevgi duymayan insan sınır çizer sonra sen sınır çizene öfkelenirsin. Oysa çuvaldızı kendine batırıp ölçülü ve müdahaleci olup olmadığını sorgulamalısın.
Her kişinin benlik istekleri ve doğruları farklıdır. Saygı duyup bir adım geri gitmek gerekir. Kendi istek ve doğrularını karşı tarafa dayatırsan karşıdakinin benlik sahasını ihlal etmiş olursun. (Kim olursa olsun)
Hudutsuzluk sergileyen her insan bunu art niyetten yapmayabilir hatta bazen iyi niyetinden bu haller içine girebilir. Derin tefekkür içinde olmamanın sonucudur yani eylemden önce düşünmemezlik halidir. Ey cemaat adım dahi atmadan önce tefekkür ediniz.
Karşıdaki almak istiyorsa eğer verdiklerin kıymetlidir.
Çok konuşursan dinlenmezsin, sık gittiğin yere rahatsızlık verirsin, samimiyetin ölçüsünü kaçırırsan cıvık addedilirsin.
Bundan yüzyıl önce eşler birbirlerine seslenirken isimlerinin yanına bey – hanım eklerlerdi. Ne kadın erkeği ne erkek kadını sorgulamazdı, deşmezdi, imtihana tabi tutmazdı.
Öyle kadim zamanlardı ki cep telefon icat edilmemişti kimse kimseyi üst üste 10 defa arayarak özgürlük sahasına giremezdi.
Zamanın tuncuna denk gelmiş olabiliriz canım cemaat, kendi rotamızı mesafe bırakacak şekilde ayarlayalım…
Müritler her hafta olduğu gibi bu haftada derin düşüncülerle ayrılıyorlardı, dergâhtan. Mürşitleri her buluşmalarında bambaşka yerlerden bam tellerine dokunuyordu.