EN KUVVETLİ SİLAH
İnancın yaydığı enerjinin kuvveti joule biriminden hesaplanamadı henüz.
Çünkü görünmeyen bir yerlerde. En kuvvetli silah inançtır.
İnanmak ile görmek aynı şeydir. Sadece biri soyuttur. İnanırsan gerçekleşir teorisi, sosyolojik bir safsata değildir.
İnandığın vakit (konu ne olursa olsun) o olguya içsel bir enerji aktarmış olursun.
Lakin inandığını düşündüğün kavramın üzerine ufak bir şüphenin gölgesi bile düşse gerçekleşmeme riskini yaratırsın kendi ellerinle.
Önce gözle görüp sonra inanmaya meyillidir beyin. Ama inanç ruhla ilgili kavramdır.
Ruhu eğitmek gerek…
Kanser hastalığını yenenlerin % 99 u kanseri yeneceklerine inancı tam olanlardır.
Aldığın ilacın, hiçbir şeye yaramayacağını düşünerek içersen, gerçekten bir işe yaramaz.
Enerji yüklersen yani inanarak içersen seni iyileştirir.
Baş ağrısını gideren ilaç değildir, ilaçla geçeceğine dair inandığın fikir baş ağrısını dindirir.
Bir hikâye ile eklemek istiyorum;
Diyarbakır da Ermenilerin yaşadığı dönemlerde Hançepek mahallinde ermeni bir çift yaşarmış. Yıllarca çocukları olmamış.
Denemedik tıbbi yöntem bırakmamış yine de sonuç alamamışlar. Aynı mahallede Müslümanların bir şeyhi ikamet ediyormuş.
Şeyhe ziyarete giden her Müslümanın, dileğinin – isteğinin gerçekleştiğini gören ermeni kadın eşine “bizde şeyhe gidelim bize de muska yapsın” demiş.
Eşi; “ yahu kadın biz Hristiyan’ız şeyh bizi kabul eder mi?
Kadın diretmiş “ şeyhe giden eli boş dönmüyor, ne var sanki aynı Allah’a inanıyoruz” demiş.
Eşini bir şekilde ikna etmiş. Şeyh ermeni aileyi huzura kabul buyurmuş amma Müslüman olmadıklarından çok da dikkate almamış.
Rasgele bir kağıdı felak-nas benzeri bir sureyle doldurup, onlara vermiş. “bunu yastığınız altına koyun “ demiş.
Ermeni aile şeyh onları geri çevirmediği için çok mutlu olmuşlar ve yürekten inanmışlar muskanın tutacağına.
Müslümanlardan daha emin vaziyette ritüeli yerine getirmişler, denenmemişi denemenin umudu da eklenince… Beklemeye başlamışlar.
Uzun bir süre geçmeden kadın hamile kalmış. Sevinçten deliye dönen ermeni çift hadiseyi şeyhin muskasından bilmişler.
Ama oradaki kutsal İNANÇ ENERJİSİDİR.
Hediyelerle birlikte şeyhe gidip oracıkta Müslüman olmuşlar. Şeyh sarsılıp yaptığında da utanmış, oda anlamış önemli olanın safi – duru inanç olduğunu sonrasında her yerde anlatmış hikâyeyi bizim şeyh.
Eskiden, binlerce yıl boyunca tanrılara sunulmak üzere insanlar ve hayvanlar kurban edilirdi çeşitli toplumlarda. Bazen tanrılara yapılan bir ön ödeme bazen de halkın hatalarının bedeli olarak.
Peki, ne oluyordu tanrılara kurban verilince, yağmur yoksa yağmur yağıyordu,
hastalıklar varsa kayboluyordu. Bir rahatlama, esenlik, şehre huzur geldiğine dair sayısız hikâye okudum.
Onların tanrıları rüşvetleri kabul mu ediyordu? Oradaki güç de iyiliğin esenliğin geleceğine dair şüphesiz inançtı.
Sadece inanç ile olmazları olduruyorlardı. Kolektif bilinç ile hareket edilirse, dağları yerinden oynatmak mümkündür.
Kolektif bilinç demişken bazen müminler arasında salavat zincirleri oluşturulur.
Toplu yapılan dua ve isteklerde (eğer istek namümkün bir şey değilse) muhakkak gerçekleşir. Kolektif bilinç devreye girer ve evrene muazzam bir enerji yükler.
(yani herkesin aynı anda aynı şeyi düşünüp, istemesi)
Hangi dilde olduğunun söylendiğinin hiçbir önemi yoktur. O enerjiyi gözle göremeyiz.
Tıpkı sesi, TV radyo frekanslarını, ısıyı göremediğimiz gibi.
Bunların hepsi enerjidir göremiyoruz ama hayatımızda ki varlıklarını kimse inkâr edemez.
Söz de bir enerjidir. “ senden bir halt olmaz” diyorsanız birine muhtemelen ondan bir hayır göremeyeceksiniz, çünkü hükmü vermişsinizdir zaten.
Ellerimizi, vücudumuzu sürekli yıkıyoruz kirden arınsın diye ruhu düşünceleri yıkamak kimsenin aklına gelmiyor.
Kırıcı söz, beddua, negatif karamsar cümleler dilin ve ruhun kiridir. Aslında karşıdakinden çok kendi dünyamızı enerjimizle kirletiyoruz.
Özetle; kendini daima en iyiye layık gör, yapamam deme yapabileceğine inan, (lafla değil ruhla) buna gücüm yetmez deme yeteceğine inan.
Hayrınıza olan şeylere inanın, klişe olacak ama denemesi bedava.