KERBELA 1.BÖLÜM
Ağlıyorum öyleyse varım…
Lakin benim gözyaşlarım içime akıyor görebilene aşk olsun ya da görebilenle aşk olsun.
Bizim banyoda bir ayna var akşam rutininde tıraş olurken bir şeyler fısıldıyor kulağıma bu akşam dedi ki “ömrün bitti ne bok anladın şu hayattan” dur daha genciz deyivermek geçti içimden başında saç kalmadı ulan neren genç senin. Öyle ya her bir hikâye, bir tutam saç yoldu benden.
Diyarbakır’dan Çınar’a yoluculuk yaptım ben deyim toyluk siz deyin gençlik zamanlarına o zamanlar saçlarım var halen.
Benim talihim gibi koyu kırmızıya boyanmış balkonumuzdan, onun güneşe boyanmış sarı balkonunu gözlerdim hep. Aşk demek hafif kalır belki ama idare edin lügat ta başka kelime yok.
Cansiperane sevmiştim, gördüğüm oydu hissettiğim ondan da üstündü.
Aşkı beni şair yaptı daha ne olsun. Eksik olmasın oda sevdi. Kavuşamayınca aşk olur derler biz kavuşamadan önce de âşıktık.
“Önümüz kış “ derdim bana güneş olurdu. Şiir yazmazdım o zamanlar çünkü şiir hep benimleydi. Ne zaman ki gitti işte o vakit şair oldum ben.
Neredesin sen diye sormazdık birbirimize çünkü biz gönüllerde buluşurduk daima. Tuşluydu dönemin telefonları anlık görüntü atamasak da birkaç yüz mesajın belini kırmışlığımız vardı çok şükür.
Birbirinden emin olmak kadar daha kıymetli bir duygu var mıdır şu hayatta. Bir birbirimizin ayaklarının altına evreni sereceğimizden emindik.
Neslin en son temiz aşkını biz yaşadık desem acaba abartmış olur muyum?
Kürtlerin makûs tarihi kendini yineledi ve onu başkasına verdiler. Çeyizimiz kursağımızda kaldı. Şu sokakta ev tutarız diye hayal kurmuştuk tam da o sokakta ona başkasıyla ev tuttular.
Kelimelerim acı gelmiyor size değil mi? Öyle bu hikâyeleri çok duydunuz bir tek ben değilim ki. Başkaları da aynı yollardan geçince acı azalıyor insanların nezdinde.
Dertler kendini tekrar edince azalmıyor bizler dertlerin arsızı oluveriyoruz.
Bir Kaya’nın üstüne çöker hasbihal ederdik Zeynep’imle ne ufuk çizgisini, ne su parıltısını, ne bir hayvan ne de bir bina görürdük. Bizim gözlerimiz ve algılarımız birbirimize aitti.
Geniş zamanlarda da, dar zamanlarda da gönülden sadece birbirimize aittik.
Her güzel şeyin sonu vardır derler. Sonunu gördük. Birbirimizin yüzünün erimiş çizgilerini göremeden.
Ben onun nine o benim dede olduğumu göremeden sonumuzu öylece seyrettik.
Gece gece nereden gittim şimdi ben çınara. Kapıda hanımın sesiyle irkildim. Utanma ile karışık mahcubiyet duygusu hissettim de niye?
Ne yaptım ki şimdi ben niye utanıyorum tıraş oluyordum aklıma geçmiş üşüşmeden.
Demek ki kaderde yaşadığın aşktan utanmakta varmış. Dur daha bitmedi o kader var ya o kader ne zaman bana denk gelse hep Retro Merkür sürecine giriyor. Kadere söve söve çıktım banyodan.
Ertesi sabah ılık bir rüzgâr karşıladı beni evin kapısından çıkarken. İşe gittim, alışveriş yaptım bir dizi sorumluluk yerine getirdim.
Ellerimde ki poşetleri gördüler de Omuzlarımda ki yükü kimse görmedi.
Yeni dünyanın monoton robotları misali akşam yine bizim aynanın karşısındayım. Bu akşam ki perdede eski nişanlım vardı bu şerefsiz ayna yemin etmiş bana huzur vermeyecek.
Taşradan, üzülenlerin, ezilenlerin, dolandırıcıların, manyakların arasından geçip kendi hikâyeme ulaştı zihnim.
Zeynep evlenip birkaç mevsim devirdikten sonra beni de hayata bağlamak için var gücüyle çalışan ailem yara bandı olsun beni evermeye çalışıp durdular.
İçim istemiyor içim diye bağırıp durdum küçük harflerle ama dinlemediler.
İkna edilip tanıştırıldım siyah saçlı ortalama bir güzelle. Bana göre mi güzeldi yani? hayır. Dünyaya göre bizimkilere göre, bana göre güzel hâlâ Zeynep’ti.
Sigara üstüne sigara, çay üstüne çay içtiğim bir akşamda anlaştılar gidip istediler kızcağızı. Gecenin sonuna doğru idrak edebildim o kızı bana istediklerini. O saniyelerde kendime kızdığımı da hatırlıyorum “lan salak, kızla tanıştın görüştün, gezdin. İtiraz etmedin tabi sana isteyecekler kasap kazıma ‘mı istesinler.”
Anlayacağınız baskın bir duygum yoktu.
Sanırım anlatmadım o ara sosyoloji okudum ben. Şehirler yanıyor her gün olaylar çıkıyor. Ben yanan lastiklerin ardından bakıp acaba benim içim mi daha çok yanıyor yoksa bu lastik mi diye düşünüyorum.
Maşallah diyeceksiniz bir Kürt vatandaşı olarak ne kadar duyarlı ne kadar sosyalistsin. Aslında nişanlanmaya ramak kalırken bir ara eylemlerden birine atayım da kendimi bende arada ölürüm kurtulurum diye düşündüğüm oldu.
Ona da mecal bulamadım herhalde.
Sevgili nişanlım benim yerime gidiyordu zaten. Ben onu siyah kürtlüğünden uzaklaştırmaya çalışıyordum hep.
Ailecek devrimciydiler. O konferans benim bu miting senin, geziyorlardı.
Başkaldırmayı seviyorlardı. Benim kaldıracak başım mı vardı.
Bende şehirler bombalanırken hep şiir yazarak daha naif bir yaşamı tercih ettim. Yaza yaza aşk acımı hafifletmeye çalıştım.
Yeri geldi nişanlımı sever gibi oldum ama bu seferde koyu renkli sol sosyalist Kürt kimliği ev hanımı olmasına mani oldu.
Adımı Hüseyin koymuşlar ya Hüseyin ismi ker belayı da beraberinde getirmiş kaderime. O sürekli hararetli hararetli bölgenin ve şehrin kaderinden bahsederken başımı iki elimin arasına alıp dinlemekten yorulmuştum.
Birkaç tutam saçta o günlerde kaybettim. Benim kabul etmediklerim onun kabul etmedikleri derken o halka çıktı parmaklarımızdan. Yolun ortası mı yarısı mı bilmiyorum artık kurtulduk birbirimizden.
Biraz buruk ama omuzlarımdan yük kalkmışçasına yürüdüm Dağ kapı sokaklarında akşamın sessizliğini yüreğime bastım.
Eve geldim ki ne göreyim benim yerime kararlar alınmış yine.
Telefonum çalınca banyo aynasıyla vedalaştım. Bu gecelik saldı beni.
Eş anlamlı sıkıntılar yaşayalım diye sabah oldu. İşyerinde ki koltuğa yaslandım. Ve sizin adına şiir dediğiniz birkaç satır karaladım.
“ahh deli ettin mecnun gibi gelsen de bir, gelmesen de
Terk eyledin aslı gibi gelsen de bir, gelmesen de”
Sağdan soldan başıma toplandılar, ooo yine şiir mi yazıyorsun dediler, âşık mı oldun dediler, ne aşkmış kardeşim dediler…
Dediler de dediler güldüm geçtim bende.
Akşam banyoya girmemeye yemin içtim. Ayna bana geçmişimi hatırlatmasın diye. Bir ara fırsat bulursam kırıp atacağım yoksa kafayı yedirtecek bana.
Hatunum, resmi evliliğim, çayını aldı karşımda ki koltuğa kuruldu. Sonra ben kafamda düğün gecemize gidiverdim birden.
Söylemedim değil mi size eski nişanlımla biz düğün tarihi belirlemiştik. Aldığımız eşya girdiğimiz masraf boşa gitmesin biraz da el âleme olan inatçılığımızın heybetini göstermek adına aynı gün evlendirdi beni ailem.
Aynı salonda aynı gün yakın bir akrabamla evlendim. Düğüne gelen arkadaşlarım gelin adayının değiştiğini görünce kısa bir şok yaşasalar da 2 delilo bir govendle hikâyenin üstünde durmadılar.
Bende evlendiğime göre bende konunun ehemmiyeti üstünde durmamışım demek ki yıllar sonra muhasebesini yapıyorum.
O günlerde nasılsa bundan sonra Zeynep kadar kimseyi sevemem âşık olamam artık diye düşünmüş olmalıyım ki evlendiğim kişinin kimliği beni pek ilgilendirmemiş.
Anladım ki sorun ayna da değilmiş. Bana geliyorlar yavaştan. Akli melekelerim saldırı altında.
O kadar bunalım yazdım ki şimdi bana kekrem suratlı, mutsuz, bedbaht zannediyor olabilirsiniz. Oysaki gerçek öyle değil.
Talih, dozer gibi üzerimden geçse de gülmeyi ve azmi eksik etmedim ceplerimden.
Hayattı bu devam ediyordu bu deveyi güdecektim herkesler gibi. Yedim yedirdim, koştum düştüm, menfaatsiz yardım ettim hep, tatsızlıklara da şahit oldum daha nice belalar gördüm de delmedi,
acının Allah’ını tatmıştım erken yaşta diğerleri çekirdek etkisi yarattı.
Aynı yastığa baş koyduğum eşime Zeynep kadar yanmadım. Sevdim sevginin hangi çeşidiyle bilmiyorum. Kıskançlık kavgaları da yaptık bir ömrü yarılamaya yakınız.
Ona da acıdığım günler oluyor, sinirlendiğim günler oluyor, şiir yazdığım günler oluyor, elinden tuttuğum sarıldığım günler oluyor, içimden sen hayatıma nereden çöreklendin dediğim günler oluyor.
Duygu durumum; ruh halime göre şekil alıyor kadıncağızın bendeki yeri. Oysa derinden bir yerlerden biliyorum ki aşk ya da gerçek sevgi böyle bir şey değil.
Zeynep’ten bana yadigâr kalan şairlik palazlana palazlana devam ediyor. Bir gün yine şiir okuduktan sonra abim “40 sali evina te ne qedîya “ deyiverince aydım.
Ben belki de yıllardır benden giden kadınıma değil de aşka âşıktım.