KİMLİK – AİDİYET

Hayata gözlerimizi açtığımız anda kim olduğumuzu (kısmen), kime ve nereye ait olduğumuz belirleniyor başkaları tarafından. Biz seçemiyoruz bir çok hususta ki aidiyetimizi ne ailemizi ne de vatan ve uyruk seçebiliyoruz.

Büyüyünce kimlik kağıdınıza baktığınızda dini İslam, uyruğu Türk, anne filankes baba filankes.

Ben seçmedim kabul etmiyorum diyemiyor hiç kimse.

Çünkü bir vatana bir de aileye ait olmak zorunda insanoğlu. Aidiyet esasen kuvvetli ve pozitif bir kavram. Topluluklara ait olmak güzeldir eğer topluluklar güzelse.

Etrafında kiler hangi dili konuşuyorsa sende o dili konuşuyorsun. İçine doğduğun Şehrin adı neyse oralıyım diyorsun.

İlerleyen yıllarda tahsil hayatın elverdiyse doğduğun yurdun dışına çıktın bambaşka şehirler, bambaşka kültürler bambaşka diller konuşuluyor.

Örf adetler apayrı, ideolojiler bambaşka.

Ben karar verdim Avrupalı olacağım diyemiyorsun.

Tut ki dedin. Geçmiş olsun. Doğduğunda sana biçtikleri ırk, köken, isim, dil üzerine yapışmış vaziyette. Sen başka bir uyruğa ait olamazsın.

Olmaya kalkışsan bile mutlu olamazsın ya da varlık gösteremezsin. Büyürken oynadığın halk oyununu orada toplulukların sergilediğini göremezsin.

Kendi dilini konuşamazsın. Kalabalık ortamda seni parmakla gösterdiklerinde o bir alman, Türk ya da Kürt’tür diyecekler.

Sen sabaha kadar de ki ben ait hissetmiyorum, ben seçmedim ki doğduğumda seçmişler.

Israr edersen asimile olmuş diyecekler uyrukdaşların. Karşı köyde seni benimsemeyecek hiçbir zaman çünkü oralı değilsin. İcra ettiğin meslek alkışlanabilir.

Kişiliğin takdir ve beğeni toplayabilir yabancı bir toplumda, ama uyruğun ne ise o kalacaksın.

Mesela ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılara bakın veya bizden Avrupa ya gidenlere.

Hem iş hizmet anlamında sömürülüyorlar. Hem de istenmiyorlar.

 Bizim Türklerin yapmak istemediği alt segment işlerde Suriyeli ve Afganlar çalışıyor çok cüzi maaşlara ağzını açanda bunlar ülkelerine dönsün diye kin kusuyor.

Avrupa da öyle, mülteciler hiçbir zaman sevilmez, öteki görülür.

Neden? Buralı değiller bitti. Zihinlere kazılmış bir kimlik mevzusu.

Desen ki boş ver uyruğu, dili, herkes hür yaşasın el ele kardeşçe.

Oda olmaz. Dinlediğimiz müzikler başka, yemek yeme biçimlerimiz başka, inandığımız peygamberler başka. Biri operaya gitmek ister, diğeri camiye.

 

Biz daha kendi uyrukdaşlarımızla kavgasız bir arada yaşamayı beceremiyoruz nerde kaldı yabancılarla mutlu mesut yaşayacağız.

Kimlik kelimesi zaten bünyesinde ben ve öteki tartışmasını barındırır.

Kendi ülkesinde kişi aidiyeti sıradandır. Ne zaman ki yurdunun dışına çıkar kendi vatanına, uyruğuna, kültürüne daha sıkı sarılır yıllarca hep böyle gözlemledim.

Bir nevi doğduğun yer kaderindir tezi de doğrulanmış oluyor. Çünkü başka bir ülkede ötekisin.

Bunun önüne geçmeye çalışan toplumbilimciler ve küreselciler de yok değil. Dünya yavaş yavaş sanki benzerlikler yüzyılı dedikleri uyruğun, dilin, dinin hatta cinsiyetin aslında önemli olmadığı hür dünya modeli çizmeye başladılar.

Dünyanın neresinde olursa olsun yurttaşların kendi kültürleriyle veya nasıl diliyorlarsa varlıklarını diğer insan kardeşleriyle etkileşime girerek olgun, aydın ortaya koyabileceklerini savunuyorlar.

Diledikleri kadar denesinler ben sonuç vereceğini şimdilik ihtimal vermiyorum. Yine hikayeler bir Türk, bir Fransız, bir Alman diye başlayacak. Bunun için en başta uyruk kavramı ortadan kaldırılmalı ki o da mümkün gözükmüyor.

Göçmenler bir devletin vatandaşlığına sahip olsalar bile, kendileri ve aileleri birden fazla devletle ilişki içerisindedir. Ulus devletler için farklı toplumlarla ilişkisi olan göçmenler bölünmüş bir sadakat taşımakla ya da homojen millet anlayışına aykırı olmakla itham edilebilirler.

Bunun değişmesi yüzyıllar alır ve yine bir sürü savaş gerekebilir.

O yüzden aidiyetlerimizi sevmeye bakalım.