NASIL DÜZELİRİZ
Bir malikâne düşünün; aşçısı var, bahçıvanı var, hizmetli var, şoför var, danışmanlar var, muhasebeci var…
Şoför lastiği kasten patlatıp anlaşmalı olduğu lastik bayisinden yenilerini sipariş ederse…
Aşçı beceriksizliğinden şeker yerine tuz katarsa…
Muhasebe 3 kalemlik gideri 8 kalem gösterip yolsuzluk yaparsa…
Danışmanlar her şey yolunda algısı yaratıp 3 maymunu oynarsa…
Bahçıvan esasen bahçenin ihtiyacı olmayan alet edevat gübreyi kendi kardeşinin açtığı firmadan satın alırsa…
Hizmetli nasılsa malikâne zengin deyip aslında hiç malikâneye girmemiş temizlik malzemelerini faturalarını muhasebeye verirse…
Malikâne sahibi ne yapsın?
Yakaladığının boynuna vuruyor elbet. Ama tıpkı Yaşar Kemal’in İnce Memed adılı romanında olduğu gibi bir maho ağa gidiyor yerine başka maho ağa geliyor ve gelen gideni aratıyor.
Bazen danışmanlara kulak kapatıp, Osmanlı padişahları gibi tebdili kıyafet ile çarşı Pazar gezmek, piyasa nasıl kontrol etmek elzemdir lakin minareyi çalan kılıfını her daim uyduracaktır.
Biz nasıl düzeliriz malikâne sahibini değiştirerek mi?
_ hayır!
Zihinleri değiştirerek.
Nasıl yaşarsanız öyle yönetilirsiniz.
Geldiğimiz nokta da “ekonominin hali içler acısı” deniyor.
Ama hiç kimse insanlığın hali içler acısı demiyor.
Depremden sonra iş yüklenen TOKİ’yi teknisyeninden tutun hiyerarşinin en üst kişisine kadar dolandırmak için sıraya girenlerin hali içler acısı değil öyle mi?
2.000 liralık evini 10.000 liraya kiraya verenin hali içler acısı değil öyle mi?
İçeceğin vergisi az diye yemek satıp içecek fişi satan esnafın ahlakının hali içler acısı değil öyle mi?
Mercimeği bulguru saklayıp fiyatının yükselmesini bekleyen çiftçinin hali içler acısı değil öyle mi?
Malikâneye 3 katı fiyatına mal satmak için kâğıtlara 50 takla attıranların hali içler acısı değil mi?
Malikaneyi toparlasın diye getirilen, dev ekonomi mühendisinin faturanın büyük akçesini maaşlı çalışandan çıkarmaya çalışması içler acısı değil mi?
Eğer malikânenin yüksek vergilerle sizi kazıkladığını düşünüyorsanız bir kere daha düşünün.
Sizde malikâneyi kazıklıyorsunuz. Her şey karşılıklı, ödeşmiş oluyorsunuz.
(kazıklama imkânı olmayan maaşlı çalışanları tenzih ediyorum)
Her zaman söylerim, yazarım serbest piyasa bizim ülke zihniyetine göre değil.
Dünya da kabul görüyor olabilir, bizi de kâğıt üzerinde büyüyor gösterebilir ama asla ve kat’a Türkiye zihniyetine uygun değildir.
Çünkü biz başımız da çoban olmazsa birbirimizi kazıklayan bir milletiz.
Zannediyoruz ki A partisi iktidardan düşer de B partisi gelirse her şey yoluna girecek.
Bu kötü gidişe kurban arıyoruz. Birileri gelsin bizi kurtarsın istiyoruz fakat dönüp topluluk olarak bu kötü gidişattan birazda bizlerin sorumlu olduğunu kabul etmiyoruz.
Malikâne sahibini suçlayacak olursam üzülerek söylüyorum ki bizi yeterince denetleyemediği için suçlayabilirim.
Ama orada da şöyle bir husus var, denetlemeler cezaları, yaptırımları ve cezaevleri yollarını doğurur.
O zaman da bir güruh, vaaay Abdülhamit’in istibdat dönemi geri geldi diyecek.
İnsan haklarından dem vuracak, özgürlükten dem vuracak, bu ülkede serbest piyasaya geçer akçe sen beni içeri atamazsın diyecek de diyecek.
Siz malikâne sahibine şükredin ben malikâne sahibi olsam tüm ticaret ehli şimdi hapisteydi.
Bu çözüm mü oda değil.
Çözüm; ahlaklı, dürüst, ben merkezli değil biz merkezli düşünebilen çocuklar yetiştirmek.