Denizli Hayatı Devamıdır-17
Evet, bu dört ismin cilveleri en cüz'îden en küllîye kadar cereyan ederler. Meselâ, nasıl ki bu ağacın menşei olan bir çekirdek, Allah ismine mazhariyetle o ağacın gayet mükemmel programını ve icadının noksansız cihazatını veteşekkülünün bütün şeraitini câmi' bir kutucuktur ki, hafîziyetin azametini ispat eder.
Âhir ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o ağacın işlediği bütün fıtrî vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ı saniyesinindüsturlarını ihtiva eden bir sandukçuktur ki, âzamî derecede hafîziyete şehadeteder.
Zâhir ismine mazhar olan o ağacın suret-i cismâniyesi ise, öyle tenasüplü ve san'atlı ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zîynetler ve yaldızlı nişanlar ile tezyin edilmiş, güya yetmiş renkli bir hûri elbisesidir ki, hafîziyet içindeazamet-i kudret ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmeti gözlere gösterir.
Bâtın ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel ve mu'cizatlı bir fabrika, bir destgâh, bir kimyahâne ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki, hafîziyetiçinde kemâl-i kudret ve adalet ve cemâl-i rahmet ve hikmeti güneş gibi ispat eder.
Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır. İsm-i Evvelcilvesiyle güz mevsiminde hafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarşafını giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilatına dair İlâhî emirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelendüsturların listeleri ve geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife-i amelleri vedefter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i Zülcelâl-i ve'l-İkramın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.
Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşrolabilen bütün sahâif-i amallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelâlin dest-i hikmetine teslim eder Hüve'l-Âhir ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.
Ve bu ağacın zâhiri ise, haşrin üç yüz bin misallerini ve emarelerini gösteren üç yüz bin küllî ve çeşit çeşit çiçekler açıp hadsiz rahmâniyet ve rezzâkiyet verahîmiyet ve kerîmiyet sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle Hüve'z-Zâhir ismini, meyveleri, çiçekleri, taamları sayısınca lisanlarıyla zikredip medh ü senâ eder, gündüz gibi ("Amel defterleri açıldığında." Tekvir Sûresi, 81:10.") hakikatini gösterir.
Bu haşmetli ağacın bâtını ise, hadsiz ve hesaba gelmez muntazam makineleri vemizanlı fabrikaları kemâl-i dikkat ve intizamla işlettiren öyle bir kazan ve destgâhtır ki, bir dirhemden bin batman taamları pişirir, açlara yetiştirir. Ve öyle bir mizan ve dikkatle işler ki, zerre kadar tesadüfün karışmasına bir yer bırakmıyor. Hüve'l-Bâtın ismini zeminin içyüzüyle, yüz bin dille tesbih eden bazı melâike gibi, yüz bin tarzlarda ilân edip ispat eder.
Hem arz, senevî hayatı haysiyetiyle bir ağaç olduğu ve o dört isim içindehafîziyeti ve onunla haşir kapısına bir anahtar yaptığı gibi; aynen öyle de, dehrî ve dünya hayatı cihetiyle yine meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir muntazamağaçtır. Ve o dört isme öyle bir mazhar, bir âyine ve âhirete giden bir yol açar ki, genişliğini ihataya ve tabire aklımız kâfi gelmiyor. Yalnız bu kadar deriz:
Nasıl ki bir saatin saniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık saatin milleri birbirine benzer, birbirini ispat eder. Saniyelerin hareketini gören,sair çarkların hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur. Aynen öyle de, semâvât vearzın Hâlık-ı Zülcelâlinin bir saat-i ekberi olan bu dünyanın saniyelerini sayan günler ve dakikalarını hesap eden seneler ve saatlerini gösteren asırlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini ispat eder. Ve bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı kat'iyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki bir baharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emârelerle haber verir diye, Hafîzismi ile "O Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir ve Bâtındır." Hadîd Sûresi, 57:3. isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir meselesine, mezkûr hakikatle cevap veriyorlar.
Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki;
· İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,
· Ve hakikat-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi,
· Ve kâinat Kur'ân'ının âyet-i kübrası,
· Ve İsm-i Âzamı taşıyan âyetü'l-kürsîsi,
· Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri,
· Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru,
· Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat vesarfiyatına ve zer' ve ekilmesine nezarete memur,
· Ve yüzer fenler ve binler san'atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve en mes'uliyetlinâzırı,
· Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı,
· Ve cüz'î ve küllî bütün harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı,
· Ve semâvât ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan,
· Ve önüne iki acip yol açılan, birinci yolda zîhayatın en bedbahtı ve ikinci yolda en bahtiyarı,
· Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,
· Ve Kâinat Sultanının İsm-i Âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi' bir âyinesi
· Ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,
· Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı,
· Ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsizdüşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı,
· Ve istidatça en zengini,
· Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde,
· Ve bekàya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekàya karşı arzusunu tatmin etmeyen,
· Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,
· Ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden, böyle yirmi küllî hakikatler ile Cenâb-ı Hakkın Hakismine bağlanan,
Ve en küçük zîhayatın en cüz'î ihtiyacını gören ve niyazını işiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâlin Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatıalâkadar edecek ef'âlleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıyla yazılan ve herşeyden ziyadeo ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhalde ve hiçbir şüphe getirmez ki, bu yirmi hakikatın hükmüyle, insanlar için bir haşir ve neşir olacak ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatını vekusuratının mücâzâtını çekecek ve Hafîz ismiyle cüz'î-küllî kayd altına alınan heramelinden muhasebe ve sorguya çekilecek ve dâr-ı bekàda saadet-i ebediyeziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak ve bu âlemde çok tâifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.
Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fiilen cevap verdiği halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekàya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatler lisanlarıyla edilen ve Arşı ve ferşi çınlatan dualarını işitmemek ve ohadsiz hukuku zayi etmek ve sinek kanadının intizamı şehadetiyle sinek kanadı kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlerin bağlandıkları insanî istidadatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o istidat ve arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve hakikatlerini bütün bütün israf etmek öyle bir haksızlıktır ve imkân haricinde ve zalimâne bir çirkinliktir ki, Hak ve Hafîz ve Hakîm ve Cemîl veRahîm isimlerine şehadet eden bütün mevcudât onu reddeder, "Yüz derecemuhal ve bin vech ile mümtenidir" derler.
İşte biz Hâlıkımızdan haşre dair sorduğumuz suale Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl,Rahîm isimleri cevap verip derler: "Biz hak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize şehadet eden mevcudâtın tahakkuku misillü, haşir haktır ve muhakkaktır."
Hem madem... (Daha yazacaktım, fakat güneş gibi malûm olmasından kısa kestim.)
İşte geçmiş misâllerde ve madem'lerdeki maddelere kıyasen, Cenâb-ı Hakkın yüz, belki bin esmâsının kâinata bakan isimlerinin herbirisi, nasıl ki mevcudattaki âyine ve cilveleriyle Müsemmâsını bedahetle ispat eder; aynen öyle de, haşri vedâr-ı âhireti de gösterirler ve kat'iyetle ispat ederler.
Hem nasıl Hâlıkımızdan sorduğumuz sualimize, o Rabbimiz bütün fermanlarıyla ve nazil ettiği bütün kitaplarıyla ve müsemmâ olduğu ekser isimleriyle bize kudsîve kat'î cevap veriyor; aynen öyle de, melâikeleriyle ve onların diliyle daha başka bir tarzda dedirir:
"Sizin zaman-ı Âdem'den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüşmenizin yüzertevatür kuvvetinde hadiseleri var. Ve bizim ve ruhanilerin vücutlarına veubudiyetlerine delâlet eden hadsiz emâre ve deliller var. Ve biz âhiret salonlarında ve bazı dairelerinde gezdiğimizi, birbirimize mutabık olarak sizin kumandanlarınız olan enbiyalarla görüştüğümüz zaman söylemişiz ve daima da söylüyoruz. Elbette bu gezdiğimiz bâki ve mükemmel salonlar ve bu salonların arkalarında tefriş vetezyin edilmiş olan saraylar ve menzilller, hiç şüphemiz yoktur ki, gayetehemmiyetli misafirleri o yerlerde iskân etmek üzere bekliyorlar. Size kat'î beyanediyoruz" diye sualimize cevap veriyorlar.
Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı
tayin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş. Biz dahi, ilmelyakîn mertebesindenaynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere, herşeyden evvel bu üstadımızdan, Hâlıkımızdan sorduğumuz suali sormaklığımız lâzım geliyor. Çünkü o zât, Hâlıkımız tarafından herbiri birer nişane-i tasdik olan bin mu'cizatıyla, Kur'ân'ın bir mu'cizesi olarak, Kur'ân'ın hak ve kelâmullaholduğunu ispat ettiği gibi; Kur'ân dahi, kırk nevi i'câz ile o zâtın bir mu'cizesi olup, onun doğru ve Resulullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber, biri âlem-i şehadetlisanı (bütün hayatında, bütün enbiya ve evliyanın tasdikleri altında) diğeri âlem-i gayb lisanı bütün semâvî fermanların ve kâinat hakikatlerinin tasdikleri içinde binler âyâtıyla iddia ve ispat ettikleri hakikat-i haşriye elbette güneş ve gündüz gibi bir kat'iyettedir. Evet, haşir gibi, en acip ve en dehşetli ve tavr-ı aklın haricinde bir mes'ele, ancak ve ancak böyle harika iki üstadın dersleriyle halledilir, anlaşılır.
Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur'ân gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufûliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerdeizah az olur.
Elhâsıl: Madem Cenâb-ı Hakkın ekser isimleri âhireti iktiza edip isterler; elbette o isimlere delâlet eden bütün hüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahidelâlet ederler.
Ve madem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekànın dairelerini gördüklerini haber veriyorlar; elbette melâike ve ruhların ve ruhaniyâtın vücut ve ubudiyetlerineşehadet eden deliller, dolayısıyla âhiretin vücuduna dahi delâlet ederler.
Ve madem Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın bütün hayatındavahdâniyetten
sonra en daimî dâvâsı ve müddeâsı ve esası âhirettir; elbette o zâtın nübüvvetine ve sıdkına delâlet eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri—bir cihette, dolayısıyla—âhiretin tahakkukuna ve geleceğine şehadet ederler.
Ve madem Kur'ân'ın dörtten birisi haşir ve âhirettir ve bin âyâtıyla onun ispatına çalışır ve onu haber verir; elbette Kur'ân'ın hakkaniyetine şehadet ve delâlet eden bütün hüccetleri ve delilleri ve burhanları, dolayısıyla âhiretin vücûduna vetahakkukuna ve açılmasına dahi delâlet ve şehadet ederler.
İşte bak, bu rükn-ü imanî ne kadar kuvvetli ve kat'î olduğunu gör!