YEDİNCİ Kısım: AFYON hayatı-20
Acaba bu bedbahtlar, dünyayı ebedî ve herkesi kendileri gibi, "Dini ve imanı dünyaya âlet ediyor" tevehhümüyle, dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa, uhrevî hayatlarını feda eden ve mahkemelerde dâvâ ettiği gibi, bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatı ile değiştirmeyen ve siyasetten ve siyaseti işmam eden maddî ve mânevî mertebelerden, ihlâs sırrıyla, bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül eden ve siyasete, meslek itibariyle, tenezzül etmeyen ve kendini nefsi itibariyle talebelerinden çok aşağı bilen ve onlardan daima himmet ve dua bekleyen ve kendi nefsini çok biçare ve ehemmiyetsiz itikad eden bir adam hakkında, bazı hâlis kardeşleri, Risale-i Nur'dan aldıkları fevkalâde kuvve-i imaniyeyi, onun tercümanı olan o biçareye—tercümanlık münasebetiyle—Nurların bazı faziletlerini ona isnat etmek ve hiçbir siyaset hatırına gelmeyerek yüksek makamlar vermek ve haddinden bin derece ziyade hüsn-ü zan etmek, eskiden beri, üstad ve talebeler mabeyninde câri ve itiraz edilmeyen bir makbul adet ile, teşekkür mânâsında pek fazla medh-ü sena etmek, hiçbir kanunla suç olabilir mi?
Gerçi mübalâğa itibariyle hakikata bir cihette muhaliftir, fakat, kimsesiz, garip ve düşmanları pek çok ve onun yardımcılarını kaçıracak çok esbap varken, insafsız çok muterizlere karşı, sırf yardımcılarının kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalâğalı medhedenlerin şevklerini kırmamak için, onların medihlerini Nura çevirip bütün bütün reddetmediği halde, onun bu kabir kapısındaki hizmet-i imaniyesini dünya cihetine çevirmeye çalışan bazı resmî memurların ne derece kanundan, insaftan uzak düştükleri anlaşılır. Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Hiç telâş ve merak etmeyiniz. Hakkımızdaki her hadisede, hem perde altında, hem neticeler itibarıyla, hem rahmet ve inayetin iltifatları ve tebessümleri, hem kader ve kısmetin ve adalet ve şefkatin terbiyeleri var olduğu kat'î ve mükerrer tecrübelerle tahakkuk ettiğinden, biz en acı vaziyet ve sıkıntılara karşı, kemal-i sabır içinde şükretmekle mükellefiz. Ve ciltleri ve derileri soyulan "Cercis aleyhisselâm" gibi, binler, milyonlar hakikat mücahitlerinin hakaik-i imaniyenin kudsî hizmetinin bir nümunesine mazhar olan Nur şakirtlerinin çektikleri zahmetler, o eski zatların zahmetlerine nispeten binde bir olmaz. Ve ücret ve kazanç cihetinde, inşaallah birdirler ve beraberdirler.
Saniyen: On bir defa bana suikast eden ve dört defa mahkemeleri aleyhimize sevk edip üç defa hapse sokan gizli düşmanlarımızın Nurlar hakkında plânları akîm kaldığından, bütün desiseleriyle, ehemmiyetsiz şahsıma karşı sıkıntı, tecrid-i mutlak ve kimse ile temas etmemek ve damarıma dokundurmakla işkenceler verdirmeye çalışıyorlar. Ben de, o işkencelerin altında inayetin iltifatını görüp tahammül ederek şükrederim. Zannederim, herbirinizden vücutça on derece zayıf ve on derece ziyade sıkıntılarıma karşı tahammülüm, sizin gibi kuvvetli ve âlicenap zatların, küçücük ve geçici ve cüz'î sıkıntılarınızı nazarınızda hiçe indirir diye, daha size tesellî vermeye lüzum görmüyorum.
Salisen: Şimdi, şahsımı çürütmeye çalıştıklarından ve sıktıklarından ve ihanet ettiklerinden dolayı sıkılmayınız. Çünkü, Nurlara ve talebelerine ilişilmediğine bir alâmettir ve tam aldandıklarına bir emaredir. Yani, kıymeti, hüneri şahsımda zannedip beni sıkıyorlar, çürütmek istiyorlar Bu aldanmalarında pek büyük bir maslahat ve Nurlara çok faidesi var. Benim tam yapamadığım vazife-i şahsiyemi ve hizmet-i Nuriyemi bu suretle menfî bir tarzda bana yaptırıyorlar. İnşaallah, o nispette sevap kazandıran kusuratlarıma kefaret olur.
Rabian: Gizli münafıklar, her nasılsa bazı resmî memurları aldatıp, "Said ile görüşen, dost ve Nurcu olur. Kimse temas etmesin" diye onları evhamlandırmışlar. Hattâ, heyet-i idare ve gardiyanlar dahi benden kaçıyorlar. Ben de memnun oluyorum ve bu hale şükrediyorum. Sizlerle sureten görüşmediğimden zararı yok. Çünkü bir hanede maddeten ve mânen ve ruhen ve kalben ve vazifeten ve fikren ve muaveneten daima beraberiz. Mânevî görüşüyoruz, yeter. Said Nursî
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur'âniye ve imaniyede fedakâr ve metin arkadaşlarım,
Birkaç gündür sizinle kalemle konuşmadığımdan sıkılmayınız. Şimdi iki noktayı beyan etmek kalbe geldi.
Birincisi: “Allah'ın kullarını sevk ettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır.” sırrıyla, teslim ve tevekkülden sonra tesellî hissettim. Şöyle ki:
Bizi, hususan Çalışkanları tahliye etmeyip ve tefrik etmeyerek tehir etmelerinde, inşaallah maddî bir zarara mukabil, mânevî yüz menfaat ve kazanç olacak. Meselâ, Ankara'nın altı makamatına gönderilen ilmî ve imanî ve pek kuvvetli müdafaat, şimdi yirmi gündür onların nazarlarındadır. Hem onun kıymettar hakikatleri, hem alâkadarların merakla nazar-ı dikkatlerini celb eden meselemizin safahatı, o makamatı elbette lâkayd bırakmazlar. Herhalde, eğer o hakikatlere mağlûp olmasaydılar, şimdiye kadar bize tecavüz ve şiddetli iş'ar ve emirler olacaktı. Eğer olsaydı, hakkımızda habbeyi kubbe yapanlardan tereşşuhatı hissedilecekti. Demek hakikat galebe etmiş, olsa olsa tedafüî bir vaziyetle bize hafif bir ilişmek olur. Ben kendi hesabıma, o netice için, şimdiye kadar maddî zarar ve sıkıntılarımın yüz derece fevkinde mânevî kazancım var. Sizden herbir kardeşimizi, benden ziyade hissedar biliyorum. Demek, tahliyemizin tehiri hayırlıdır. Hem, Çalışkanlardan üç kardeş, pek çok Nur şakirtlerini buraya gelmekten kurtardıkları gibi, haklarında edilen iftiralar vasıtasıyla dahi, Risale-i Nur'un bir cihette, şimdiki mahkemenin nazarından kurtulmasına bir vesile oldular. Bu iki kıymettar kazanç onların hususî tahliyeleriyle bozulacaktı. Hem, onların Nurlara pek ciddî alâkaları halkın nazarında sönecekti.
DEVAM EDECEK