“BATININ İKİYÜZLÜLÜĞÜ” (III)
Evet, sevgili okurlar.
Dün de siz değerli okurlarımızla tefrikayla (bölünmeyle),
inançsızlıkla ilgili önemli başlıklar altında birçok gerçekleri kaleme aldık.
Ve sizinle gerek ülke çapında olsun, gerek coğrafyamızda
olsun, çok önemli bazı mevzuuları mülahaza ettik..
Hem de Kur’andan önemli ayetlerin yüce meallerini
aktararak, tüm çıplaklığıyla, geçmiş yüzyıl içerisinde ülkemizde, coğrafyamızda
yaşanan olup bitenleri, her şeyi dile getirmeye çalıştık.
Bugün aynı tarzda daha çarpıcı bazı konuları sizinle
paylaşmayı devam edeceğiz..
Bunu kendimize görev telakki ediyoruz ve diyoruz ki bu
ülke insanı 7’den 70’e kadar yüce İslam dinine intisap etmiş insanlarız.
İster Türk’ü olsun, ister Kürt’ü olsun, ister Arap’ı
olsun, ister Acem’i olsun…
Bir kıbleye yöneliyoruz, bir kitaba inanıyoruz, bir
Peygambere intisap etmişiz.
Ülkemiz de bir, vatanımız da bir.
Bölünmeyiz..
Bu kadar birler içinde yaşayan bir toplum, hiçbir zaman bölünmeye,
parçalanmaya, kan dökmeye rıza göstermez, gönül vermez.
Fakat buna rağmen görünen odur ki yüzyıldan beri ve her
gün biraz daha hız kazanarak terörün bölgemizde oldukça baş göstermesine,
doğrusu bir mana verilemiyor.
Acımasızca dökülen masum insanların kanı ve söndürülen
nice ocaklar, gözü yaşlı anneler, eşler ve kalan yetimlerin ahû eninleri,
figanları arş-ı alaya yükseliyor.
Fakat bu memlekette acıma hissi duyan yok.
Hayır.
Mutlak bir ekseriyet içerisinde vardır da.
Kötülüklere dayalı tahribatların önlenmesi, radikal
İslami gerçeklere dayanmadığı müddetçe o bozgunculuklar, o kötülükler, o
tahribatlar tez be tez ortadan kaldırılamıyor.
Bu bilimsel bir gerçektir ki yüce İslam dinine inanan bir
ümmette, eğer içinde masum insanların kanı dökülüyor, heder oluyor ve
katillerin, canilerin yaptıkları yanına kar kalıyor veya böylesine
acımasızlıklarla devlet ve millet el ele verip büyük bir birliktelik içerisinde
ittifakla bunları ortadan kaldıramıyorsa…
Vay o ülkenin ve milletin haline..
Ki yaşadığımız hal ortada…
***
İnanın, sevgili dostlar.
Ülkenin geleceği hiç de iyi görünmüyor.
Zira “Görünen köy kılavuz istemez” örneğiyle yola
çıkarsak…
Bunu görüyoruz.
İsim olarak Müslüman’ız diyoruz.
Ülke bütünlüğü içerisinde bir inanca mensup bir milletiz,
bir kıbleye yönelmiş bir ümmetiz, bir kitaba inanmış bir kavimiz, bir Allah’a
inanmış müminler topluluğuyuz diyorsak da…
Fakat “Vahdet’ül Müslimin (Müslümanların ittihat etmesi)”
gereken manayı bulamıyoruz.
Yaşatamıyoruz.
Zira yüce İslam dini bize şunu emrediyor;
Müminler bir arada olup, birbirinin dertleriyle
dertlenmiyorsa veyahut bir ceset bir vücut gibi değilse veyahut büryan-i marsus
denilen güçlü binaların duvarları gibi birbirine dayanmıyorsa, o ülke kuru
İslamlık iddiasıyla bir yere varamaz.
Zira “İslam her müminin, diğer kardeş müminin dertleriyle
dertlenmediği müddetçe mümin olamaz” ilkesiyle yola çıkmıyor da onun için bu
tefrika, bu bozgunculuk, batıl, dışardan ithal edilmiş menfi unsuriyet ve kirli
kavmiyetçilik davası, İslam kardeşliğini, İslam muhabbet ve sevgisini ortadan
kaldırmaya güç gösteriyor ve ne yazık ki başarıyor.
* * *
Evet.
Her zaman olduğu gibi bu köşede hadis ve ayetlerden
dayanaklı delilleri siz değerli okur dostlarımızla paylaşıyorsak.
Fakat arkamıza bakıp olayları incelediğimizde hiç de öyle
değildir.
Zira iman kulağıyla ve basiret gözüyle gerçekleri
görmüyor veya görmezden geliniyorsa, kimse kusura bakmasın, o zaman beklenen
yıkım badiresi de kaçınılmaz olur.
Evet, bilindiği üzere Efendimiz (S.A.V), Medine’ye
yerleşirken Huneyn Savaşı’ndaki Ensar ile Mücahirler arasında hafif bir
sarsıntı söz konusu oluyor.
Efendimiz (S.A.V), Ensarlara sesleniyor, diyor ki;
“Siz batıl ve sapık yollarda olduğunuz zaman, Allah sizi
benimle hidayete getirmedi mi? Fakir
iken yüce Allah benimle sizi zenginleştirmedi mi, mal mülk sahibi etmedi mi?
Aranızda büyük bir düşmanlık söz konusu iken sizi kardeşçe kalplerinizi
birbiriyle telif etmedi mi?”
Böylece Ensar kardeşlerimiz kendilerini toparlamaya
çalıştılar ve Muhacir kardeşlerimizle aynı İslam hukuku çerçevesinde birbiriyle
yeniden sarılıp kardeş olmaya devam ettiler.
* * *
Evet, sevgili dostlar.
Gerçekten, Kur’anın işaret ettiği gibi Efendimiz
(S.A.V)’in sünnet-i seniyyeleri de o cihette bizi uyarırken, şu halde bugünkü
yeryüzünde Müslümanların ittihadı (birlikteliği), kardeşliğin idame edilmesi
yoksa bunun manası demektir ki gerek İslam dünyası olsun, gerek Türkiye olsun,
gerek coğrafyamız olsun…
Bunun için beklenen tehlike yıkımdır, düşmana karşı
zillettir, meskenettir ve uçurumdur.
İslam’ın emrettiği gerçekler paralelinde İslam’ın
öngördüğü kardeşlik inancına rağmen, İslam ülkelerinin bugün bölük pörçük
oluşumu, ayrılışlar ve parçalanmalar, kavgalar ve dökülen masum insanların kanı
ve iç kavgalar tümüyle İslam’ın ortaya koymuş olduğu hukuk gerçeklerinin
ortadan göçüp uçması yüzündendir.
İslam hukukunun bulunmadığı bir ülke, zaten isteler de
hiçbir hükümetin çabalarıyla, hiçbir devletin ortaya koymuş olduğu dışardan
ithal edilen yasalarla o toplum kendini kesinlikle toparlayamaz.
Bunları iddiadan ibaret söylemiyoruz..
Tamamen, tarihi kültürel inanca dayanarak bunları
söylüyoruz.
* * *
Bakınız, sevgili dostlar.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Alak” suresinin son ayeti
bize bunu hatırlatıyor;
“Hayır, hayır. Sakın ebu cehil ve onun yolunda giden
sistemlere uymayın, onlara itaatkar olma. Allah için secdeye kapıl ve Allah’a
yaklaş”
Batıl sistemlere, tefrikalara (bölünmeye), dinsizliğe
dayalı sistemlere sakın inanma, uyma. Zorlandığın an secdeye kapıl ve Allah’a
yaklaş.
Evet, hadis imamlarından İmam-ı Müslim bu ayetin
hulasasını Efendimiz (S.A.V)’den bir Hadis-i Şerif olarak şöyle rivayet ediyor;
“Başkasına zulmetmekten kendinizi sakındırın. Zulüm demek
karanlık demek.. Uygulayanı da, karanlıklara gömer.
Müslüman kitle olarak cimrilikten kendinizi sakındırınız.
Allah yolunda harcamamak ve insanların gönlünü kazanıp,
İslam’a davet etme yerine cimrilikle İslam’dan uzaklaştırmaya neden olma.
Cimrilik, ister birey olsun ister toplumsal olsun,
sahibini hilake götürür.
Zulüm ve toplumdaki ciddilik; o toplumu öylesine hilake
ve yok olmaya götürür ki kendi aralarında birbirlerinin kanını dökmeye
sürüklenirler..
Bir de haksız yere başkasının hukukuna tecavüz etmekle,
mal ve mülkünü telef etmekle, o ülkeyi haram yemekle, kan dökmekle yok olmaya mahkûm
eder.
Örnek mi istiyorsunuz..
İşte, Suriye..
İşte Irak..
İşte Mısır..
İşte Libya ve daha nice İslam ülkeleri..
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi dün yeni Başbakan adayımız Sayın Binali
Yıldırım Beyefendi, Diyarbakır milletvekilleri ve bazı Bakanlarla ayağının
tozuyla Diyarbakır’a teşrif etti..
Şehir merkezinden 20 km uzaklıkta bulunan Tanışık
Köyü’nün Dürümlü Mezrasını ziyaret etti.
Malumunuz üzre, geçen hafta Perşembe günü terörün hıyanet
erbapları tarafından büyük bir katliama maruz kalan Yakar ve Yaman ailelerinin
taziyesine katıldı.
Üzüntülerini dile getirdi, merhum şehitlerin ruhuna
Fatiha okudu ve ailenin ızdırabını paylaştı.
Zaten devletten beklenen de budur.
Ve o taziye esnasında insanlardan hatır isteyip,
Ankara’ya geri dönerken şöyle bir ifade kullandı.
Hem de çok önemli bir ifade.
Gerçekten ümit verici ve teselli veren bir ifade ki
devlet büyüğüne bu yakışır zaten.
Dedi ki;
“Bu terör belasını milletimizin gündeminden çıkaracağız,
ama mutlaka çıkaracağız”
Bu şekilde taahhütte bulundu..
Ve bir müjde de verdi… Dedi ki;
“Ayın 28’inde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan
ile tekrar Diyarbakır’a geleceğiz ve bu mağdur, muzdarip her iki aileyi ziyaret
edeceğiz.
Devlet olarak yanlarında yer alacağız…”
Gerçekten bu ifadeler birçok gönülleri fethetmiştir.
En azından o ailelerin ızdıraplarını aza indirmişlerdir.
Birçok insanın, özellikle Diyarbakır insanının kalbine
manen de olsa su serpmiştir.
Biz de Diyarbakır’ımız adına o mağdur ve masum her iki
ailenin adına Sayın Binali Yıldırım’a teşekkür ediyor, kamuoyu adına
saygılarımızı sunuyoruz.
Keza muhterem Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır’a teşrif
etmesini de dört gözle bekliyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar..