“EY KÜFÜR VE KÜFRÂNI DAĞITIP NEŞREDEN BEDBAHT RUH!?” (II)

Bir önceki sohbetimizin devamı olarak haftanın ilk gününde sizinleyiz.. Yazı başlığımız yerini koruyor.. Çünkü bu ifade, çağımızın allamesi Üstad Bediüzzaman Sad-i Nursi Hazretlerine aittir.. Lem’alar isimli kitabının, 17. Lem’asının içinde bu ifadeyi Avrupa’yı tanımlarken kullanıyor.. Avrupa’yı da iki kategoride değerlendiriyor.. Birincisi, Avrupa’nın teknolojisi..  İkincisi, Avrupa’nın yaşam ve medeniyet anlayışı… Teknolojisine, insanlara yarar ve menfaat getiren yararlı bir ruh tanımında bulunuyor… İnsanlık hakikatine hizmet eden Avrupa’nın, bu yöndeki şahsiyet-i maneviyesini de övüyor..

***

Ve Üstad diyor ki…  “İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san'atları, adalete ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eder.. İşte, ben bu birinci Avrupa'ya hitap etmiyorum.”

***

Üstad, “Felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, her şey doğaya bağlıdır, doğa kanunu diye karanlık bir medeniyetin toplumlara, insanlara getirdiği ve çok pahalıya sattığı sefâhet ve dalâlet yollarını anlatırken” bozulmuş İkinci Avrupa’ya şöyle hitap ediyor…

-“O zaman, o seyahat-i ruhiyede, medeniyetin güzellikleri ve fennin ve teknolojinin yararından başka mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa'nın şahs-ı mânevîsine karşı demiştim:

***

Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, "Beşerin saadeti bu ikisiyledir." Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek!

***

Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın, cismiyle zâhirî bir surette, aldatıcı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mesut denilebilir mi?

***

Âyâ, görmüyor musun ki, bir adamın cüz'î bir emirden meyus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazip ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor.

***

Hâlbuki senin şeâmetinle kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş'et eden bir biçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba, zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mesut denilebilir mi?

***

İşte, sen biçare beşeri böyle baştan çıkardın; YALANCI BİR CENNET İÇİNDE CEHENNEMÎ BİR AZAP ÇEKTİRİYORSUN.”

***

Evet, sevgili dostlar!

“Tarihten” ders çıkarmak lazım.. Bugün değil, asırlardır İslam Dünyasına bela kesilen, özellikle Türkiye’mizi ağına alan kirli ideoloji ve anlayışlara, ne yazık ki “siyaset dı” verilmiştir?  Nam-ı diğeri, Politika… Ne yazık ki öyle.? İşte hali alem orta yerde.. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin özetle buraya aktardığım beyanları ve yazıya başlık olarak kullandığımız ifadesi bir bütünlük içerisinde, “bugünkü medeniyet” adı verilen yaşam halimizi ortaya koymaktadır…  “Ey küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh!”

***

İslam Dünyası, özellikle Osmanlı İmparatorluğunun “içteki hain ve devşirmelerin, masonik zihniyetin biat edicileri” tarafından yıkıma uğratılması, Türkiye Hilafet-i İslamiye’nin dağılışıyla, “benlik kaybına” uğradı… Tüm değerlerinden, inanç ve kültüründen, medeniyetinden uzaklaştı…Batı dünyasının küfür ve küfranını beşeriyete neşreden o bedbaht ruh söz sahibi oldu.. Ve İslam dünyasının en ulvi alanlarına girerek zehir akıttı, akıtmaya ve dolaşmaya da devam ediyor…  Her girdiği alanı; “et yiyen virüs” gibi, çürüterek öldürüyor…

***

Yüz yıldan beridir Türkiye’de “çağdaşlık, medeniyet, insanlığa hizmet” kavramlarını kullanan bir ideoloji var.? Ki bu ideolojiyi işleten de müesses bir nizam var.. Ne yazık ki tam tersi istikamette küfür ve küfranı dağıtıyor, neşrediyor ve bedbaht ruhlarla, ülkeyi ve milleti karşı karşıya bırakıyor.

***

Görevimiz ve üstlendiğimiz misyon gereği, burada bir çok memleket meselesini kaleme alıyoruz… Olumlu veya olumsuz yaşanan, yaşatılan meseleler kadar, olabilecekler ya da önlem noktasında önerilerimiz oluyor.. Ve bunu da yasalar çerçevesinde, gücümüzün yettiği kadar, icra etmeye çalışıyoruz… Gayemiz ve temel ilkemiz de toplumumuzu yasalar çerçevesinde uyarmaktır.. Doğru yolu bulmada, rehber olabilmektir…

***

Bu uyarıyı yaparken, aynı zamanda mevcut müesses nizamı savunan, gölgesine sığınan, kurtuluş çaresini onda bulan yanlış siyaset yoluna giren ruhlara da hitap ediyoruz ve diyoruz ki; “doğru yolu” seçin!

Şu mevcut 1982 Anayasasının 58. Maddesine bir bakarsak.. Neyi içeriyor, vurguladığı hakikat nedir, kendi özüyle örtüşen ya da örtüşmeyen yönü nedir?

***

58. madde aynen şöyle;

“Devlet, İstiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.

Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.”

***

Devlet gençliğin korunmasıyla ödevlidir. Gençler Türk toplumunda önemli bir yer işgal etmişlerdir ve etmeye devam etmektedirler. Gençlerin yetiştirilmeleri ve gelişmeleri için gerekli eğitimi sağlamak ödevi 42. Maddede düzenlenmiştir.  Bu maddenin birinci fıkrasında bu eğitimin ve yetiştirmenin istikametini tespit etmiştir, gençlerin eğitim dışı tehlikeler olan alkolizme, keyif verici zehirlere, kumara, suçluluğa karşı korunmaları da devlete yüklenmiştir.

* * *

Denir ya, buyurun buradan yakın!… 58. Maddenin içeriği, sahadaki uygulama, devletin ortaya koyduğu politika ve diğer yasalarda yer alan mevzuatlara bakıldığında, hele ki günlük yaşamdaki hal-i durum “tümüyle” çelişkiler yumağını ortaya koymaktadır.. Neden derseniz? Şöyle ki; “Cehaletten, rezaletten, fuhuşattan, sarhoşluktan gençliği uzak tutun” deniliyor.. Ve bunun için de; “Devletin tüm imkânlarını harcayarak, topluma faydalı birer evlat yetiştirin” uyarısında bulunuyor…

***

Peki, mevcut iktidarda bulunan AK Parti dahil olmak üzere, 1.5 asırdan bu yana mevcut müesses nizam dahil, gelen-giden iktidarlar, muhalefet partileri, seçilmişler noktasında hangisi bu minvalde “bir adım atmış” veya atılması yönünde öncülük yapmıştır.. Hangi iktidar “alkole karşı, fuhuşa karşı, cehalete karşı” önlemler alıp, yasaklar getirmiştir.. Hayır.. Bilakis, “çağdaşlık ve özgürlük” adı altında; toplumu dejenere eden, ahlaki erozyona uğratan, aile kurumunu çökerten iş ve işlemlere tabiri caizse icazet vermiştir…

***

Sesleniyorum, müesses nizamın savunucularına ve siyasal iktidar ile muhalefetine, meclisteki 600 milletvekiline! Hanginiz veya sizden kim; “devlet bütçesinden büyük para ayırıp da imanlı, Allah’tan korkan bir gençlik, topluma yarar getiren bir evlat yetiştirme çabasını göstermiştir?”  Ne mümkün biriniz çıkıp, “işte benim eserim” diyebilmeniz.. Hiç mümkün değildir.  Mevcut siyaset diliniz, ne yazık ki aldatıcı bir dil olup, geleceğini sağlam bir siyasi koltuğa bağlamak üzere envai türlü, topluma gerçek dışı şeyleri aktarıyor… Sadece maddeye tapan bir siyaset ikmal ediliyor… Batı dünyasından ve Amerika’dan himmet bekliyorlar..

***

Var mı, Anayasanın 58. Maddesinin ruhuna uygun olarak hareket eden? Şöyle çevreye bir bakarsak, karşımıza kocaman bir “HİÇ” çıkıyor… Netice itibariyle, faydalı, yararlı bir gençliğin yetiştirilebilmesi için yazımıza başlık olarak kullandığımız o bedbaht ruhu, tez elden toplumun içinden arındırıp söküp atmak gerekiyor… Bu da Kur’an ilmiyle, İslam terbiyesiyle mümkündür? Aba ecdatlarının geçmişteki kahramanlıklarını örnek alan bir eğitimle, ancak sağlanabilinir…

***

Sevgili okurlar…

Yaşadığımız hal, bizi yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Âl-i İmrân” suresinin 85. Ayetine götürüyor..

Ayetin meali şöyle..

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”

Yani, İslam’a yüzünü çeviren, her kim olursa olsun ahirette büyük hüsrandan, zarardan, pişmanlıktan kendini kurtaramayacaktır.

Hâsılı kelam…

Yegâne kurtuluş çaresi inandığımız ve bağlı bulunduğumuz İslam’dır.. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimdir.. Hz. Muhammed (S.A.V)’in gerçek yoludur…

Bu paralelde yürüyemeyen bir siyaset, bir devlet, bir toplum, peşinen pusulasını şaşırmıştır.. Kıblesini değiştirmiş bir halde, yok olmaya mahkûmdur…

Zira Üstad Bediüzzaman yine diyor ki;

“Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası.”

En derin saygı ve sevgilerimle.