“İki gözümüzü çıkarmaya çalışanlar, kaybettikleri gözleriyle kalacaklar”!?

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Beştepe'deki Elektrik Santralleri Toplu Açılış Töreni'nde konuştu.

Her zaman olduğu gibi konuşmasında yine dünyaya açık ve net mesajlar verdi.

Bunun içindir ki “iki gözümüzü çıkarmaya çalışanlar, kaybettikleri gözleriyle kalacaklar” diye çok güzel ve tarihi bir ifade kullanmıştır.

Aklı başında olanın, dost olsun düşman olsun, Erdoğan’ın ne söylediğini anlaması gerekir.

Kelimesi kelimesine yaptığı gerek açıkça, gerek işari ve imai yollarla olsun konuşmaları, gerçekten başta BM olmak üzere tüm haçlı dünyaya adeta siyaset ve ahlak dersi vermektedir.

Buna rağmen bu köşede her zaman ifade etmeye çalıştığımız konuların başında gelen gerçek budur ki ne yazık ki dünya kulağını buna tıkıyor, duymak istemiyor, anlamak istemiyor.

Oysaki bizi içten vuran bu emperyalist dünya, bundan yüz-yüz elli yıl önce yapmış olduğu projeler tamamıyla bir bir Osmanlıya yönelik gerçekleştirilmiş projelerdir.

O plan projelerin tümü mekirden, hileden, hud’adan ibaret olup, cihanşümul bir devleti yok ettikten sonra, Hilafet-i İslamiye’yi de dağıtabildiler.

Bu yapılan hileli plan, mekirli tuzak, ne yazık ki içimizden ve tüm İslam dünyası arasından, I. Dünya savaşından sonra ortaya çıkmış ki başta Osmanlı dahil olmak üzere tüm İslam ülkelerini içten vurmuştur.

Ve içten kiralık ajan ve piyonlar temin edebilmişler.

1908’li yıllarda II. Meşrutiyet gerçekleştirildikten bir yıl sonra, Abdülhamit’i tahttan indirmekle, hain İttihat ve Terakki partisinin başta gelen üç ana unsurlarından; Mithat Paşa, Cemal Paşa, Enver Paşa olmak üzere ki bu paşalar ne yazık ki ne yaptıklarını bilerek veya bilmeyerek emperyalist, haçlı ve Siyonist dünyaya alet olmuşlardır.

Osmanlı ordusunun üniformalarıyla bu devleti, bu milleti içten vurdular.

Adeta piyon hizmetlerini yaptılar.

I. Dünya Savaşından sonra mağlup düşen Osmanlı bünyesinde artık barınamadılar.

Daha sonra kaçtılar.

Her biri bir tarafa kaçtı ve dışarıda öldüler.

Aynı o anlayış, aynı o uzantı 1923’lere kadar devam etti.

1923’te kurulan cumhursuz bir cumhuriyetin gerçekleşmesiyle adeta milli mücadelede verilen mücadeleyi yalanlamak üzere ortaya çıktı.

Ülkenin ve milletin birer tane başı durumunda olan ulema kesimlerine el attılar.

Susturmaya çalıştılar.

Dava adamı durumunda olan ümmetin ulemaları susmadı.

Hiçbir âlim, hiçbir mürşit, o küfrü temsil eden zındıka cereyanlarına karşı susmadılar, susmak da istemediler.

Altı oklu CHP’nin şeflik ve dipçik zorbalığıyla başta İskilipli Atıf Hoca dahil olmak üzere İngilizlerin direktif ve kumandaları altında ülkenin her köşesine, başta Şeyh Sait olayı dahil olmak üzere ülkede adeta terör estirildi, isyanlar çıkarıldı ve bunu tek parti döneminin zorbalığıyla gerçekleştirdikleri halde büyük bir tezgâh ile başkasına mal ettiler.

Örneğin; Şeyh Sait olayı, Diyarbakır yöresinde kasıtlı olarak ortaya çıkartıldı.

Yani tahrik ettiler, halkı galeyana getirdiler.

Dini vecibeler ortadan kaldırılınca elbette ki “Allah” diyen hiçbir Müslüman bunu içine sindiremediği için, tek partinin uygulamalarına karşı çıkınca büyük katliamlar meydana getirildi.

Konya’da, Karadeniz’de, Orta Anadolu’da, Trakya’da, ülkenin birçok coğrafyasında, sözüm ona Kemalist Atatürkçülük devrim ve inkılâpları adı altında ümmetin bin senelik inancı elinden zorla alındı.

İslam dünyasının kullandığı bin senelik bir İslam alfabesini 1 Kasım 1928’de ortadan kaldırıp, “Harf İnkılabı” adı altında zorla Latince harfleri kanunlaştırdılar.

“İslam dini” kelimesini anayasadan sildiler ve “laiklik” kavramını kurdular.

“Demokrasi ve cumhuriyet” kavramlarını kullandılar ise de tamamıyla içi boş.

* * *

Önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi “Cumhuriyet”, Cumhursuz bir Cumhuriyet olarak kullanıldı ve toplumsal katliamlar gerçekleştirildi.

“Meşveret” kelimesi tamamıyla Şura-yı Devletten ibaret olup, milli iradeyi yansıtan bir mana olmaktan çıkarılıp, sadece boş kavram olarak kullanıldı.

“Hürriyet” ise soysuzlaşmaya yönelik, başıboş, manasız bir kavram olarak serserilere verildi.

Yani inanca dayalı hürriyet kalmadı.

İnanç, kültür, tarih, düşünceyi ifade etme hürriyeti yerine, sarhoşluğa, kumarbazlığa, fuhuşa, uyuşturucuya vs.

Ne kadar ahlak dışı unsurlar varsa onlara serbestiyet getirildi.

İşte bu yapılan uygulamalar, rasgele uygulamalar değildir.

***

Sevgili okurlar.

Tamamıyla Osmanlıyı ve Hilafet-i İslamiye’yi ortadan kaldırma projesinin sonucuydu.

Bu plan ve projelerin de haçlı İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Amerika ve Siyonist İsrail Yahudileri tarafından Türkiye’de uygulanmasını istediler.

Bunun başlangıcı İttihat Terakki partisinin hıyanet anlayışı tarafından uygulamaya konuldu.

Ama tüm çıplaklığıyla İttihat Terakkinin ektiği o tohumlar, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra filizlendi ve ürün verdi.

Ama uğursuz, bereketsiz bir üründü.

Adeta zehir ve zakkum ürünüydü.

Masum insanların kanıyla, canıyla, malıyla bedel ödediği bir üründü.

İşte bundandır ki o günlerden bugüne dek bu toplum bir türlü iki yakasını bir araya getiremiyor, rahat nefes alamıyor.

Gelen giden siyasi unsurlar, politik madrabaz anlayışlar, hep o yasalar çerçevesinde, o vesayetçilik anayasası kumandasıyla işbaşına gelenler de ona mütabaat etti, uymak zorunda kaldılar ve harfiyen her şey A’dan Z’ye kadar uygulandı.

93 - 95 yıldan beri bu uygulama şekli, adeta boğucu ve bunaltıcı bir hava içinde hükümranlığını sürdürmüş ve bugün daha fazlasıyla devam ediyor.

14 yıldan beri gerek Başbakanlık dönemi olsun, gerek Cumhurbaşkanlığı dönemi olsun…

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm dirayet ve yüksek ilmi ve siyasi kariyerlerine rağmen, hala bu memleket bir türlü kendine çekidüzen veremiyor.

Çünkü bakınız hain ve bozguncu fesat unsurlar, her gün ülkenin bir köşesinde bomba yüklü araçlar patlatıp, nice ailelerin yok oluşu ve ocakların söndürülüşüne sebebiyet vermesine rağmen, batı dünyası adeta Avukatlık yaparak arkalarında duruyor.

Özellikle Avrupa Parlamentosunun komünist, marksist üyeleri ve bazı karanlık ajanslar, PKK terör örgütünün yanında yer almak istiyorlar.

İslam’ın ve Osmanlının dünkü tapusu olan Suriye ve Irak’a dahi ABD el uzatıyor, göz dikiyor ve hayali terör örgütlerini oluşturuyor.

Bu oluşturulan terör örgütleri de ne yazık ki İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan, toplumun en gaddar, acımasız, dinle imanla alakası olmayan örgütleri de güçlendiriyor, kışkırtıyor ve Türkiye’nin üzerine saldırmaya çalışıyor ki hain Saddam 6 yıl öncesinden ülkesini darmadağın etmişti.

On binlerce insan evsiz barksız kalmakla birlikte bir o kadarı da öldü, göç etti, memleketini bıraktı.

Ve bugün başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelere sığınmaya zorlandılar.

Bu edepsizliğin acaba tarihin neresinde yeri var?

Bu acımasızlık, bu küfürbazlık, bu şerefsizlik, sözüm ona medeni dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilmektedir.

İşte bundandır ki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, bunu içine sindiremiyor, iman gayretiyle her halükarda kendi toplumuyla bunları paylaşıyor ve dünyaya seslenerek bunların ayıplarını yüzlerine vuruyor.

Ondandır ki küfür dünyası Erdoğan’ı çekemiyor, içine sindiremiyor, adeta patlıyor-çatlıyor.

Ne kadar terör iğrençlikleri varsa, içimizden kendini bilmeyen bazı hain komitecileri kiralayarak bu işleri gerçekleştiriyorlar.

İnşallah ümit var olalım ki bunların geçmişe yönelik tarih boyunca aba ecdatlarının Peygamber silsilelerine karşı yaptığı bozgunculuk nasıl ki boğazlarında, gırtlaklarında kalmışsa…

Bugün de aynı o bozgunculuğun uzantısı olan Türkiye’de, Suriye’de ve Irak’ta onlar hedeflerine ulaşamayacaktır.

İnşallah o niyetleri kursaklarında kalır, siyasi gırtlaklarını tıkatır ve onları boğdurur.

Allah’tan böyle ümit ediyoruz.

Her ne kadar ABD, BM ve diğer emperyalist ülkeler FETÖ gibi insanları aleyhimize kışkırtıp saldırtıyorlarsa da saldırtsınlar.

O güvendikleri FETÖ’nün de ümidi geri teper, onlara çarpar.

Ki nitekim görünen manzara da bundan ibarettir.

En derin saygı ve sevgilerimle.