“POST MODERN İNSANSIZ VE ALLAHSIZ BİR DÜNYADAN GEÇİŞ SÜRECİNDEYİZ!? (II) “

Hem de dehşetli bir süreci yaşıyoruz… Toplum ve ülke olarak; “iliklerimize” kadar yaşadığımız gibi; 1.5 asırdır, vesayeti altında bulunuyoruz!.. Toplumsal yıkım, toplumsal cinnet hali daha ne zamana kadar sürecek? Doğrusu bu “bedbaht” halin mahkumiyetini ne zamana kadar yaşayacağız o meçhulümüz! Ama görünen o ki; hiç de iyi bir hal, bir aydınlık söz konusu değil.. Ki dün bu minvalde hayli kapsayıcı ve uzun uzadıya, “derin acıları” içeren hadiseleri sohbetimizde dile getirdik…

***

Hep ifade ediyorum!.. Keşke günümüzdeki Türkiye ve Türk siyasetine yön verenler de “yaşanan, yaşatılan ve dikte edilen” acı gerçeklerimizi dile getirmiş olsaydı.. Buna dair çözümler üretebilseydi! Ama heyhat! Dün olduğu gibi bugün de “toplumdan” uzaklar.. Hakikatlere “üç maymun” siyasetini sergiliyorlar.. Görmedim, duymadım, bilmiyorum.. Var olan “kavram kargaşasıyla” toplumu tarihsel kimliğinden soyutlayıp, ecdadının yolundan, ayırmaktır!..

***

İşte sohbetimize başlık olarak kullandığımız ifade de; ülkenin ve toplumun hal-i vaziyetine nelerin sebebiyet verdiğini “gün gibi” aşikâr ediyor… Bakınız dünkü yazımızın bir bölümünde şöyle bir not düşmüştük… Demiştik ki;

“Ne yazık ki ve ne hazindir ki “vahşi” bir atmosferin içerisinde, böylesi dehşetli bir süreci yaşıyoruz! Ve görünen o ki “tez be tez” bu inkâr ve asimilasyon girdabından kurtulamayacağız! Çünkü “kurtuluşa” dair ortaya konulan tezler, siyaset, söylem ve eylemler” ne yerlidir, ne millidir, ne de tarihi bir kimliğe” sahiptir!

Cehaletin zifiri karanlığında ülkenin ve milletin yürüdüğünü göstermeye yetiyor da artıyor…”

***

Aslında bu son cümle olan “Cehaletin zifiri karanlığında ülkenin ve milletin yürüdüğünü göstermeye yetiyor da artıyor” ifadesi oldukça anlamlıdır.

Bakınız, sevgili okurlar.

Bizi günlük hayat akışları içerisinde ilgilendiren en önemli görüntü, siyasetin topluma yansıyan görüntüsüdür.

Oysaki siyasi anlayışın varlığı, milleti yönlendirmektir, yönetmektir, idare etmektir…

Hepsinin başında gelen de; “millete hizmetkâr” olmaktır.

Eğer bir siyaset, milletin hizmetkârı değil de hezimetkârı olursa, vay ki vay o milletin haline?!

Çünkü milleti oldukça hezimete, yok olmaya, perişanlığa götürür…

Ki ortaya konulan bu siyaset, siyaset değil sadece değişik yüzlülüktür, yalandır, kandırmacadır, devletin imkânlarını kullanarak milletin cebine göz dikip, söğüşlemektir…

Oysaki toplum, siyaset dünyasından hizmet bekliyor..

Ve bu hizmetlerin başında müreffeh bir yaşam biçimini istiyor..

Barışı ve kardeşliği getirmeye çalışan bir siyasi atmosferin oluşmasını ve oluşturulmasını istiyor…

Bunu görmeyince hayal kırıklığına uğrar.

Siyasete ve siyaseti temsil edenlere nefretle bakar, kınar..

Günü ve zamanı gelince de, kendisine verilen “oy yetkisiyle” hesabını sorar…

***

Dünkü konuları tekrar etmeye gerek yok…

Sözün özüyle; Türkiye insanı asırlardır siyasetten ve siyaseti ortaya koyan anlayıştan hep “ciddiyet” istemiştir.. Ciddi bir misyonun sergilenmesine onay vermiştir…

Yalan söylemeyen..

Kirli anlayışlara girmeyen..

Kendi menfaatini düşünmeyen..

Rant ve koltuk sevdasına meyil etmeyen…

Kirli fikirlerin ve düşüncelerin peşine düşmeyen..

Irkçılığı, şovenizmi, ötekileştiren zihniyetleri ayakları altına alan siyaseti istiyor..

Bu yolda; “halka hizmet hakka hizmettir” şiarında olan siyaseti benimsiyor, tercihini ve oyunu buna göre veriyor…

Ama ne hazindir ki; tüm bu istemlere rağmen “siyaset ve onun misyonunu üstlenen aktörler” tersi yönde, yürümektedirler..

Bugün dâhil, gerek muhalefet olsun, gerekse de geçmiş bir yüzyıllık zaman dilimi içerisindeki yaşana gelen siyaset atmosferinde yürüyen iktidarlar olsun, hepsi tersyüz edilmiş gerçek yüzünü bir türlü topluma göstermemişlerdir…

Toplumu, tüm beklentilerinden mahrum bırakmıştır.

Bakınız Meclis’te “Bütçe Görüşmeleri” süreci başlamış bulunuyor…

Sanırım, bir iki hafta sürecek..

Meclis Tv’de canlı olarak; bütçe görüşmeleri ekranlara geliyor..

Dün izledim..

Milletvekillerinin bütçe görüşmeleri esnasında birbirlerine ağır hakaret etmeleri, ağır küfürler savurmaları, yumruklaşmaları ve saldırı modunda bulunmaları; gerçekten beni “dehşete” düşürdü…

Milli iradeyi “temsilen” meclise giden milletvekillerinin hal-i durumu böyle olmamalı!..

Hele ki, birbirlerine sandalyeleri fırlatma hali, hatta Ekim ayında bir CHP milletvekilinin telefonunu kürsüde çekiçle kırma hali…Vahim bir hal..

* * *

Der demez insan soruyor..

Bu aziz milletimiz böylesi bir siyaset ve siyaseti icra eden şahsiyetlerin hal ve hareketleriyle mi karşılaşması gerekiyordu?

Ne yazık ki!

Tarihi Osmanlı İslam İmparatorluğunun birer ahfat ve evlatları durumunda olan bu milleti temsil edenler sanki başka bir dünyadan gelen sarhoş kafalılar olarak, meclisi doldurmuşlar..

Rüşvetçi ve rantiyeci kafalar mecliste olabiliyorsa ve birbirlerine saldırıyorlarsa…

Her biri zilzurna sarhoş şekilde; “ne yaptığını” bilemez durumdaysa…

Denir ya vay ki, vay!

Bu millet bu manzarayı görmeye layık mı ki, böylesi acı tabloya şahitlik ediyor!.

Başlığımızda kullandığımız gibi “POST MODERN İNSANSIZ VE ALLAHSIZ BİR DÜNYADAN GEÇİŞ SÜRECİNDEYİZ!?” ifadesiyle birlikte dünkü yazımızda da değindiğimiz gibi “Türkiye’nin zifiri cehalet karanlığında yürüdüğü, kendini zaten ele veriyor”

Gün geçmiyor ki Kuzey Irak’tan şehit cenazeleri gelmesin?

Gün geçmiyor ki Suriye’den şehit cenazelerine gözyaşı dökmeyelim?

Anadolu’da yaşayan nice ailelerin ocağına kor ateşi düşmesin?

Hani demişler ya;

“Ateş düştüğü yeri yakıyor” örneğiyle yola çıkarsak, siyasetin aldatmaca göstermeleriyle o cenazeler “Allahû Ekber” nidalarıyla defnediliyor.

Naaşları Türk bayrağına sarılarak cenaze merasimi yapılıyor.

“Kahrolsun terör, kahrolsun PKK, kahrolsun DEAŞ vs. vs.”

Şehitler ölmez, vatan bölünmez” gibi alışıla gelmiş sloganları atmakla yetiniyoruz.

Ama olan o gencecik kuzulara oluyor.

Ana babalarının yüreğine kor ateşi düşüyor.

Düğün merasimini bekleyen nişanlılar veyahut henüz bekâr olan gencecik yavrular.

Hükmen ve manen birer darbe olarak ailelerin ocağına düşmesine rağmen…

Başta söyledim ya, ancak cenaze merasimlerinde “başımız sağ olsun” gibi alışıla gelen sloganlar atmaktan başka bir şey yok.

Oysaki siyasetin varlığı müreffeh bir Türkiye’nin varlığı demektir.

Siyasetin varlığı, ailelerin ekonomiksel sıkıntılardan uzak mutlu bir hayat yaşamak şekli demektir..

Ama siyaset dünyası her nedense bunları bir türlü kendine simgelemiyor, umursamıyor.

Sadece oy peşinde.

“Ben nasıl rakibimi mağlup edeyim de iktidar koltuğunu kapayım..”

Böylesi anlayışa sahip siyaset, Türkiye’yi bir yere götüremez.

* * *

Bakınız, CHP lideri Kılıçdaroğlu bir hafta 10 günden beri bas bas bağırıyor..

Türkiye’ye, iktidara, dünyaya, millete “sesinin” çıktığı kadar bağırıyor.

Vizyon toplantısını anlatıyor.

“Türkiye’yi düşünen herkes önerilerimizi doğru buldu” diyor.

Oysaki selefi Ecevit gibi dışarıdan mali danışman getirmeye çalışıyor.

Objektif Ecevit’in tarihine, biyografisine baktığınız zaman bir dönem “Kıbrıs Fatihi” olarak göstermişti kendini(!)

Kurtarıcı Karaoğlan (!) olarak Anadolu’nun yollarına, dağlarına, taşlarına ismini yazdırmıştı.

Oysaki sonuç itibariyle çıktı ki bir balon!

Kandırma rezaleti oldukça alenileşti..

Nihayetinde 1999’da üçlü koalisyonun başındayken “hıyanetini” ve gerçek kimliğini ilan etti.

Başbakan olarak Türk milletinin anlayışına karşı “hıyanetini” ilan etti..

Halkın seçtiği Merve Kavakçı’nın başörtüsüne ağır hakaretler yağdırdı..

“Bu kadına haddini bildirin, meclisten dışarı çıkarın” diye bağırdı…

O seçilen milletvekili, başörtüsünden dolayı meclisten çıkarıldı…

İşte bakın, buna gülelim mi, ağlayalım mı sevgili dostlar.

Bu millet vizyonunu, misyonunu keşke tamamıyla aksiyona çevirmiş olsaydı.

Meşru zeminde, gerçek manada aba ecdadının kendilerine bırakmış olduğu helal mirasa sahip çıksaydı.

O mirasın en yücesi, en değerlisi, Osmanlı kültürüdür, ümmetin inancıdır, İslam’dır, İslam tarihidir.

Bin seneden beri yaşana gelen Kur’an harfleridir.

Örf, adet, gelenek, görenek, aile mutluluğu ve terbiyesidir.

Ailenin bütünlüğüdür..

Ailenin yüce ahlakla donatılmış bir Anadolu potansiyelidir.

Oysaki bu dışarıdan ithal edilmiş, Ecevit gibi hıyanet erbaplarının Türk siyasetine el koymaları, hep aldatmacalarla buraya kadar getirilen Türkiye’nin bugünkü hali, bize göre hiç de iç açıcı bir hal değildir.

Kılıçdaroğlu bundan bir ay evvel Amerika’ya gitti, İngiltere’ye gitti..

Şimdi de gelmiş diyor ki;

Vizyonumuzu herkes beğendi.

Onun vizyonu; diyor ki ben 500 milyar dolar Türkiye’ye kredi getireceğim.

Nereden getirecek?

Evet, Türkiye’yi sömüren, Osmanlıyı yıkan, İslam düşmanı olan devletlerden getirecek?.

Getirir de ne yapar?

Ülkeyi tümüyle satar.

Hani bir ara Recep Tayyip Erdoğan Katar’dan 15 milyar dolar yatırım getirmişti de CHP’nin hıyanet anlayışı bas bas bağırıyordu ve diyordu ki “Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi sattı.”

15 milyar dolar nerede, 500 milyar dolar nerede?

O zaman sormazlar mı?

Yahu ben bunu Erdoğan’a karşı söyledim, bu yaftaları yapıştırdım.

Peki, benim bu yaftalarım ne olacak?

500 milyar doların faizi tek başına ülkemizi yutar, tabi o da gerçekleşirse.

İşte Türkiye’nin hal-i pür melali bundan ibarettir sevgili okurlar.

Fazla uzatmaya gerek yok.

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az.”

***

Her zaman bu köşede bu misyonumuzu tekrarlayarak siz değerli okurlarımızla ve kamuoyuyla paylaşmak istediğimiz olay bu;

Bu şekildeki siyaseti temsil eden siyaset anlayışı, bu memlekete bölücülükten, tefrikadan, parçalamadan, kinden ve nefretten başka bir şey kazandırmamıştır ve bundan sonra da kazandıramaz.

Şu parti olur, bu parti olur anlayış aynı!.

Hangisi iktidara gelmişse, hep kandırmacayla toplumu kaygan zemin üzerinde yürütmeye çalışmıştır..

Oldukça terör alevlenmiş, barut fıçısı gibi her zaman patlıyor.

Balon siyasetten başka toplum bir şey bulamıyor.

Yukarıda da belirttiğim gibi;

Ecevit’in kendini “Kıbrıs Fatih’i” olarak ilan etmesi, dağa taşa “Karaoğlan” diye kendini yazdırması, alevlendirilmiş bir yalan siyasetin sonucudur…

Oysaki tarih sayfalarına baktığımızda, Ecevit’in biyografisinde göreceğiz ki tümüyle Yahudi’ye hizmet etmiş bir insan.

Rahşan Ecevit, ihtida etmemiş bir Yahudi ve Türk siyasetine müdahale etmiş.

Geçmişe yönelik bu maceralar, Türkiye’yi hep zifiri karanlıklarda yürütmüştür.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Hep yalan dolan.

Onun için müreffeh bir hayat bulamıyor Türkiye..

Hep endişeli.

Gerçi biz burada felaket tellallığı yapacak bir anlayışa sahip değiliz.

Böyle de anlaşılmasın.

Ama bir medya grubu olarak da gerçekleri kamuoyuna söylemek temel amacımızdır.

Evet, Ecevit böyle.

Ecevit’in Rahşan Hanımı böyle.

Ya İsmail Cem?

Koalisyon dönemlerinde sürekli olarak siyasetin ön planında tutulan İsmail Cem.

Yahu Allah billah aşkına.

Şu İsmail Cem’in biyoğrafisine bakın, aslına astarına bir bakın.

Sabataist ve Müslüman olmayan bir insan.

Ama isim değişikliğiyle, koskocaman Türk siyasetinde büyük bir rol oynadı.

Ecevit döneminde en önemli görevi Dışişleri Bakanlığıydı.

İşte sonuç olarak sizlerle paylaşmak istediğimiz gerçekler bunlardır.

Bu millet, kaygan zemin üzerinde yürümemelidir.

Bu millet, zifiri cehalet karanlığından kendini kurtarmalıdır.

İlme, imana, İslam’a yönelerek yeniden bir çekidüzen vermelidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.