“TÜRKİYE MÜSLÜMAN’DIR VE MÜSLÜMAN KALACAKTIR?”…

Yazıya başlık olarak kullandığımız ifade, tarihi bir öneme sahip olduğu gibi, değer ölçüsü yüksektir.. Çünkü bu ifade, merhum şehit Başbakan Adnan Menderes’e aittir..  Türkiye’nin siyasi tarihindeki ilk demokrasi şehidi olan Menderes, bu tarihi vecize niteliğindeki ifadeyi, 1955’te Konya’da katıldığı bir etkinlikte haykırıyor.. Ne hazindir ki vesayetçi anlayış Menderes’e, “Türkiye Müslüman’dır ve Müslüman Kalacaktır” sözüyle hasım kesilerek, nihayetinde “60 darbesiyle” onu ve iki Bakanını idam etti.

***

Bu köşeden hep ifade ediyorum, Türkiye’nin ve Türkiye insanının tek hasmı vardır; o da müesses nizamdır, “laiklik” adı altında, İslam’a ve Müslümanların yaşamına karşı hasım kesilen anlayıştır.. Aslına bakılırsa tüm sorunların baş müsebbibi mevcut sistemdir, Sekülarizm’dir ve Kemalizm anlayışıdır. Bugün değil, 1.5 asırdır bu topraklarda batılın ve batının adına vesayet üretmektedir.. Siyonizm’in ve emperyalizmin lojistik desteğiyle, içimizdeki devşirmelerin yarattığı tahribat, Türkiye insanı açısından sömürgeci devletlerle yapılan savaşlarda verilen kayıplardan daha ağır olmuştur…

***

Harf devriminden tutun da şapka kanununa kadar, 1923’te imzalanan zafer diye yutturulan hezimetli Lozan anlaşması ve tek parti şeflik dönemi, bir bütünlük içerisinde, bin yıllık bir devlet anlayışı, toplumsal inanç, kimlik ve medeniyet, “çağdaşlık adı” altında, batıla ve batıya kurban edildi.. Az sonra, merhum Menderes’in “vecize” ifadesinin detayını, tarihsel geçmişini ve bedeline odaklı analizim olacak.. Ama önce, bir önceki yazımla alakalı bir hatırlatmada bulunmak istiyorum..

***

O yazımda, mevcut siyasilerimize iktidar ve muhalefet noktasında, “eleştirilerimiz” oldu, özellikle toplumun beklentileri açısından.. Ki eleştirilerimize de devam edeceğiz.. Çünkü ahalinin talepleri, istek ve beklentileri özellikle, “inanç ve yaşam” noktasında yüksektir… Özü itibariyle istenilen “samimiyet ve ihlaslı bir birliğin, dirliğin, kardeşliğin” olmasıdır…

***

Siyaset “çift dilini” terk etmeli. Hizipleştiren, kutuplaştıran, şiddeti ve şirretliği körükleyen düşüncelerden, siyasi ve ideolojik akımlardan vazgeçin.. Vatanın bölünmez bütünlüğünde hem fikir olun. İttifak içerisinde olun.. Birbirinizi kırmadan, incitmeden, kavga etmeden, sövüp saymadan, sağduyulu olun.. Kini, nefreti, öfkeyi, buğzu, haset, riyakarlık ve birbirinize iftiraları terk edip, tozlu raflara bırakın. Ülke için, millet için, devlet için ne gibi güzel işler varsa, onu yapın..   Halk için hangi siyaset yararlıysa, o rotada yürüyün…

***

Ey muhalefet, Cumhurbaşkanına karşı yürütülen hasımane tutumu terk et.. Ağza alınmayacak kirli salya akıntıları var ki akla ziyan.. Şeref, namus ve haysiyet zedeleyici hal ve hareketler terk edilsin.. Elbette ki, devletin başı olma vasfıyla Cumhurbaşkanı da, aynı hassasiyet ölçüleriyle, hareket etmelidir.. Batı ve batıla endeksli olmamak kaydıyla, ne ABD’den ne de başka bir dünya ülkesinden, ülke idaresi için “beklentiler içerisine” girilmeden, milli ve yerli projeler kim ve kimden gelirse gelsin, hiçbir siyasi ayırım yapılmadan desteklenmeli, sahiplenilmelidir… Ki toplum da açık çek vererek, her daim destekler, desteklemektedir de!?

***

Amma velâkin, projeler, planlar, direktif ve talimatlar ABD veyahut diğer haçlı emperyalist ülkelerden hangisinden gelirse gelsin, patent kime ait olursa olsun, kamu vicdanı ne bunları kabul eder, ne güvenir ve ne de hiçbir siyasi parti, lider, ideoloji sineye çekebilir? Bizim bu söylediklerimizi, yazdıklarımızı kanıtlayan İngiltere’nin son Başbakanı’nın LIZ TRUSS “Ben Devlet siyasetimi İsrail’den yana tutarım, Siyonizm yanlısıyım ve Siyonist’im” diyerek açık ve net olarak tavrını ortaya koyan bir devletin Başbakanına rağmen, nasıl olur da İngilizlerle müttefik oluruz, AB’ne girmeyi bekliyoruz? Kabul edilmemesi gerektiği gibi karşı da durulmalı… Çünkü Türkiye hep böylesi siyasi olaylarla sınanmıştır.. Onun içindir ki, CHP’ye hiçbir zaman bu halk, “iktidar olma” şansını vermemiş, imkan tanımamıştır… Vereceğe de pek benzemiyor.

***

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, dün itibariyle ABD’ye gitti.. 8 ila 13 Ekim’de orada siyasi faaliyetlerde bulunacak…

Der demez insan soruyor, “hayrola ne bu ziyaret?”?

Hele ki seçim sath-ı mailinde bir ana muhalefet partisinin lideri olarak, ABD’ye gitmenizin alamet-i farikası nedir?!

Hayra alametse ne âlâ… Eğer hayra alamet değilse, illaki işin içinde oyun var, hile var, tezgâh var.

***

Hiç kuşkusuz ki, bu hile ve mekir de Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik, kirli plan ve projedir… Hem dış mihraklardan, hem de iç mihraklardaki piyon kesimlerden gelebilecek “kalleşlikler” içeriyor.. Yaşanan ve yaşatılan hallere bakıldığında, halkın dediği şu;

Lütfen siyaset dünyası artık yalan söylemesin.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Yalan dolanla yapılan siyaset, kesinlikle milletin aleyhinedir.

Ülkenin bütünlüğünü zedelemeye yöneliktir.

Hile ve mekirlerle doludur.

Bu hal iyi hal içermez…

Ve 2023 seçimlerini milli ve yerli olmaktan çıkarır…

Özetle, siyasetin “dış orijinli” anlayışın vesayetinden kendini arındırıp, milli ve yerli olması gerekir.. Ki seçimlere; milli bir ruh hakim olsun…

Hem siyasi partilerin çalışma programları da bu ruha odaklı olması lazım…

Buna da milli irade denir.

***

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi dış mihraklardan alınan talimatlarla siyaset olmaz, politika olur, o politika da çift yüzlülük içerir.. İhanetleri bünyesinde, barındırır..

Halkın karşısına çıkan çift yüzlü siyasetin neticesi de olmaz, sonuç da alamaz…

***

Şu hakikate dikkat çekmeden geçmek istemiyorum…

Objektif tarih, hiçbir zaman yalan söylemez. Göz gördüğüne ilişkin yalan söylemez.. Neyi görürse onu ifade eder.. Tıpkı fotoğraf makinesi gibi neyi görürse onu çekip kaydeder..

Hiç unutulmasın ki Türkiye’deki siyaset dünyası da bırakın çarşıda, pazarda, şehirlerde okumuş akademisyenlerin kontrolünde olmasını, o zaten vardır.

Ama köydeki, dağdaki, namus dairesinde hayvanları güden bir çoban dahi bugün bu siyaseti artık kontrol ediyor, gözden geçiriyor, takip ediyor, olup-biteni görüyor..

Kim ne derse, onu vicdan terazisine koyuyor, ona göre işlemde bulunuyor..

Onun için, siyaset madrabazlığında yapılan oyunlar, hile ve mekirler hiçbir zaman bu toplum nezdinde, sonuç vermemiştir.

Geçici olarak sonuç verse de sonuçsuz kalmıştır, çözüm üretici olamamıştır… Geçmişten ibret almak lazım…

* * *

Gelirsek yazı başlığımıza…

Merhum Menderes, 1955’te Konya’da katıldığı bir etkinlikle, CHP’nin inatlaşmasına karşı haykırarak, “BU MEMLEKET MÜSLÜMAN’DIR VE MÜSLÜMAN KALACAKTIR” ifadesini kullanmıştı…

Bu tarihi konuşma, doğru söyleyen tarih sayfasında kayıtlı…

Ki Merhum Menderes’in huzur-i ilahideki amel defterine de kaydedilmiştir.

İslamiyet’e sahip çıkma ruhunu taşıyan devletin bir Başbakan’ı olan Menderes, partisinin içinde bulunan masonik kafalar tarafından “çembere” alınmıştı… 33 derece bir mason kafaya sahip olan dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, halkın salt çoğunlukla seçtiği Menderes’e diş biliyordu…

Ki “İslami kimliğinden” dolayı Menderes, İnönü’nün hışmına, garezine ve kinine hep maruz kaldı…

Ama tüm bunlara rağmen, inandığı davada zerre-i miskal taviz vermeden İslam’ın bayrağını dalgalandırmıştır…

Ki katıldığı her toplantıda, bu vecize sözü tekrar ettirmiştir…

“TÜRKİYE MÜSLÜMAN’DIR, MÜSLÜMAN KALACAKTIR”

Menderes bu davasında “şehit” edildi.. Yanında iki bakanı.. Ki bugün, Türkiye’nin siyasi tarihinde demokrasinin “ilk şehitleri” olarak anılıyorlar..

Ruhları şad olsun..

Menderes’in ifade ettiği gibi gerçekten Türkiye Müslüman’dır ve Müslüman kalacaktır.

Ama mevcut siyasetin basmakalıplığıyla değil, tam sağlam bir kalıpla gelecektir.

Öyle ümit ediyoruz ki yüzde 99’u Müslüman olan bu milletin şiarı ve şuuru İslam’ın bütünlüğünden yana olacaktır…

İslam’ın ve Kur’anın ana çizgileri, ana hatları, bu topluma tanıtılmaya devam edilecektir.

Toplumun gençliğinin ruhi derinliklerine, İslam enjekte edilecektir ve yeniden büyük bir filizlenme olacaktır.

CHP’nin küfrüne, yalanına, inkârına, inadına rağmen…

* * *

Sevgili okurlar.

CHP son günlerde, seçim sath-ı mailinde çıkıp seçim propagandası olarak bir yandan “Helalleşelim” diyor?

“Hakkınızı bize helal edin, CHP olarak tek parti şeflik ve dipçik partisi olarak nam vermişiz, siz de bize kin kusuyorsunuz, bizi affedin” demiyor, diyor ki “gelin helalleşelim.”

Bu da yetmiyormuş gibi son günlerde seçim yatırımı olsun diye “Biz kadınların başörtüsünü meclise götürelim, yasaya bağlayalım” gibi yaftalar atıyor.

Oysaki zaten AK Parti, bu kanunu çıkarmıştır ve zaten herkes kim ne giyerse giyebilir, kim açık saçık dolaşıyorsa dolaşıyor, buna da demokrasi deniyor zaten!.

Bu da milliyetçi, muhafazakâr, inanmış bir parti olan AK Partinin projesidir.

Ki bize göre bu da çok büyük yanlışlıklarla doludur.

Zira Cumhurbaşkanımız diyor ki;

“Samimiyseniz, gelin bu teklifinizi yasalarla değil, anayasa değişikliğine götürelim.”

Onlar da tabi samimi olmadıkları için zigzag çiziyorlar.

Halbuki tüm partiler samimi olduğu zaman, yalnızca başörtüsünü meclise götürmek, yasalaştırmak değil, daha birçok sorunlar var…

“Gelin el birliğiyle bu sorunları da çözelim, anayasa değişikliğiyle bu millete rahat bir nefes aldırtalım” demeleri gerekir..

Faizinden tutun da fuhuşuna kadar, uyuşturucusuna kadar, günlük hayat akışları içerisinde bocalanıp duran milletin, birçok yasadışı uygulamalara maruz kalmasına kadar, her gün yapılan suçların haddi hesabı yok.

Bu suçları işleyen suçluların gittikçe çoğalmakta olduğunu Hindistan’daki “Sağır Sultan” dahi biliyor.

Ama her nedense, siyasilerimiz görmezlikten geliyor.

İllaki milleti oyalamak için, kandırmaca bazı öneriler ileri sürülüyor..

“Görünen köy kılavuz istemez” misali yola çıkarsak, samimiyet bunu ister.

Bu yüce İslam dinine sahip çıkılıyorsa, yalnız kadının başörtüsü değil, kadının haysiyet şerefine uygun bir yasa getirilip giyiminden tut tüm günlük yaşam tarzına kadar, aile barışına kadar; huzurlu olması lazım…

Öylesine yasaları gerçekleştirelim ki bunlar artık bir hukuk unsuru olarak anayasaya girsin.

Yasalar ise bugün var yarın yok, değiştirilebilir.

Ama anayasa teminatı altına alındığı zaman millet rahat bir nefes alabilir.

Elbette ki kadının açılıp saçılması, gençlerin şehvetlerinin aşırı derecede tahrik edilmesine neden olan bir fitne unsuru haline getirilmesi de ayrı bir muamma olduğu gibi kimin suçudur?

Hangi rejim buna göz yumuyor?

İslam’da var mı böyle bir şey?

Madem ki İslamiyet’ten dem vuruyoruz, İslam buna kırmızı bir çizgi koymuştur, bu çizgiyi aşmamak kaydıyla İslamiyet’i yaşayacaktır.

Eğer bu çizgiyi aşarsa, o kadının tavır ve hareketlerinin affedilecek bir yanı yoktur.

Hele hele Milli Eğitim’deki derslerin içeriği, talim, terbiye müfredatı…

Hele hele Allah’tan uzak bir öğretim sistemi!

Hele hele ailesinden, benliğinden uzak bir gençliği yetiştirme müfredatı.

Evet, “benim sorunum yalnız kadının başörtüsüyle bitmez, benim sorunlarım çoktur, onları İslam terazisiyle tartın sonra bana gelin” diyen millete, siyasiler kulak vermelidirler.. Aksi takdirde; halk onları görmez!

En derin saygı ve sevgilerimle.