“TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR” SORUSUNU AKLIMIZA GETİREN BİR YAZARIN YAZISI..!?

Denir ya; nerden başlasak?.. Ne yazık ki, dört bir taraf travma geçirtiyor.. Ülke ve millet olarak içten içe; “et yiyen virüslerin” saldırısı altında bulunuyoruz.. İnanç ve değerler, milli kültür, medeniyet anlayışı alabildiğine “erozyona” uğratılıyor.. Yaşamın her alanı “kısır döngü” içerisinde, bir avuç azınlık ama üstünler sınıfında kendilerini görenler tarafından, “açık ve aleni şekilde” vesayet altında tutuluyor.. Ve ne acı bir gerçektir ki, bu azınlık zümre “bin yıllık tarihi ve kültürü” inkara tabi tutuyor..!!

***

Gerek siyasi kulvarda, gerekse sosyal yaşamda, özellikle fikir üreten sözde yazar-çizerlere bakıldığında; çok dehşetli bir tabloyla yüz yüze geliniyor.. Onun için de der demez, tarihine vakıf olan, düşünebilen “Türkiye nereye gidiyor” diye, sorgulamadan kendini alı koyamıyor.. Ama diyeceksiniz ki, buna verilebilecek yanıt var mı?.. Ya da cevap.. Aslında yanıt var olduğu gibi cevap ta nettir.. Ama velakin, müesses nizam her şeyi “meçhuller” hanesinde vesayet altında tuttuğu için, “kendi üretimini” dikte ediyor..

***

Gel gelelim, “Türkiye nereye gidiyor” sorusunu, akla getiren “bir yazarın” yazısına!.. Yazı, Sözcü Gazetesinin meşhur(!) kalemlerinden Emin Çölajan’a ait… Yazısı gerçekten derinden derine insanı, her yönüyle düşündürüyor. Ve aynı zamanda, sorgulatıyor da.. Ülkenin ve milletin hal-i perişanlığı nereye kadar?!.. Bu ülkede bu kadar mı sahipsiz ve biçare?..” Sıralanıp gelen sorular silsilesinde, “Bu devleti kim içten içe vuruyor, kim ülkeyi kaotik ortama sürüklüyor, milleti ve devleti birbirine hasım eden zihniyet, kimin?”.. Evet, ülkenin hal-i pür melalinin ortaya koyduğu benzer nice sorular var.. Çünkü hal-i alem orta yerde cereyan ediyor…

***

 

“Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, karşımıza çok büyük dehlizler çıkmaktadır.. Geçmişimize yönelik, yakın tarihimiz olan Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, ortaya konan siyasi stratejide sanki Türkiye’nin bir geçmişi yok, bin yıllık bir tarihe sahip değil?!.. Tek bir tarih var, o da Cumhuriyet sonrası!… Türkiye’nin tarihi ancak 1923’ten başlıyor.. Ne diyelim, maşallah (!) nazar değmesin, evlere şenlik... Vay da vay…

***

Denilmez mi hani Selçuklu İslam İmparatorluğu?.. Nerde Osmanlı İmparatorluğu?.. Ki öncesinde, Abbasiler, Emeviler.. Bunlar, bu coğrafyada yer alan devletler değil miydi?!… İslamla müşerref olan milletler, bu topraklarda yaşamadı mı?!.. Osmanlı ki, 1909’lara kadar… Tam 624 yıl süresince, bu topraklar başta olmak üzere yeryüzünün ekseriyetine hükümran olmadı mı?!.. Bir ümmet olma şiarıyla, devletler ihdas etmediler mi?!… Bu topraklarda İslam bayrağını dalgalandırıp bir İslam İmparatorluğu oluşturulmadı mı?!…

***

Ki, Kur’an’la tanıştı.. Kur’an’ın harfleriyle eğitimini ve müfredatını oluşturdu.. Bin yıllık bir geçmişin kültürünü, dünyaya yayarak, hükümran oldu.. Büyüdükçe büyüdü.. En bariz şekliyle Konstantiniye’yi fethetti..  Günümüzdeki İstanbul’u, Doğu Roma İmparatorluğu’nun elinden Osmanlı İmparatorluğunun başkomutanı Hz. Fatih Sultan Mehmet Han aldı.. Dünyanın en büyük kiliselerinden olan Ayasofya Kilisesi’ni büyük camiye çevirdi.. Toplumun gençliğini keskin zekayla yetiştirdi.. Harikalar üstüne harikalar yaratıp, tarihe şan ve şerefle, altın harflerle, destanlar yazdırıldı… Arap harfi dedikleri Kur’an harflerini iman şuuruyla, sahiplendi!…

***

Ne hazindir ki. 1909’lardan sonra, yani ulu hakan o büyük Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilişiyle, “inkar ve asimilasyon” başladı.. O gün kurulan İttihat Terakki Cemiyeti, buldozer misali, Osmanlı’yı içten içe yıktı.. Cemiyetin büyük kadro üyelerinin yüzde doksanı Selanik devşirmelerinden oluştu.. Masonik kafalar, Ermeni devşirmeler, sözüm ona jön türk dedikleri genç Türklerden üretilen turan anlayışı enjekte edildi.. İşte bu vesayetçi zümre vasıtasıyla Osmanlı “et yiyen virüsü” kapan bir vücut gibi, hasta yatağına düşürüldü… Önce birinci dünya savaşına ülkeyi sokarak, yenilgiler yaşattı. Osmanlı denilen İslam memaliki yok edildi…

***

Yoksa, 1915’te Çanakkale Savaşında yenilen ve ülke topraklarından atılan İngilizler bir kaç yıl sonra, ülke idaresini ellerine geçiren devşirmelerin ve masonik kafaların sayesinde, “tek bir kurşun sıkmadan” İstanbul işgal edilebilir miydi?!… Ne mümkün?.. Bu işgalci devlet İstanbul’da kaldığı müddet içerisinde, neleri dayatmadı ki?! 1918’de Mondros Mütarekesi yapıldı.. 1920’lerde Sevr Antlaşması.. Ardından da, 1923’te Lozan Antlaşması.? Ne hazindir ki, “bu anlaşmaların hepsine de zafer anlamı” yüklendi..  Ama heyhat ki, heyhat!

Bu her üç anlaşma da devletin ve ülkenin aleyhine idi.. Zafer deniliyordu,  oysa ki temeli tamamiyle hezimetti.. İşte Türkiye bu manzarayla karşı karşıya kalmak zorunda olurken, tabi bin yıllık tarihi tamamıyla sildiler. Osmanlı tüm gerçeğiyle tarihten silindi.. Hatta bırakın Osmanlı Devleti’ni, bin yıllık bir İslam tarihi, bir İslam kültürü, bir İslam medeniyeti toz olup, yok edildi..

Bunu yapanlar da, içteki devşirmeler.. Dedik ya İngilizlerle işbirliği yapan, “sözde kahramanlardı.”… Gizliden gizliye piyon devşirmeler Osmanlının son kalesi olan Türkiye’yi tepeden-tırnağa devşirdiler.. Önce, peyderpey Kur’an harflerini değiştirdiler… Sonra, Milli Eğitim’in ders müfredatlarını değiştirdiler…

***

Tevhid-i Tedrisat adı altında, bunlar yapıldı.. 1938’lerde Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Köy Enstitüleri kuruldu.. Köy enstitüleri kurarken de kız öğrencilerle erkek öğrencilerin koğuşları da, banyoları da, tuvaletleri de aynıydı. Tuvalet kanallarında ceninler bulunuyordu. 1940’larda Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in bakanlığı adına tümüyle bir İslam medeniyeti kökten yok edildi.. Ders müfredatları tamamen din dışı tutuldu.. Harf inkilabıyla, bin yıllık geçmiş, kültür, medeniyet yok sayıldı.. 12 yıllık yani 1938 ile 1950 yılları arasındaki süre içerisinde İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı olarak görev yaptı..

***

İslamı kökten yok etme gayreti içerisine giren bu ne idüğü belirsiz anlayışın sahipleri ne yazık ki o günlerden itibaren Türkiye’yi tüm imkanlarıyla ele geçirdiler.. Tüm Türkiye insanını kısa bir süreç içerisinde dininden, imanından, Kur'anından, ezanından, alfabesinden, harfinden, hulufatından her şeyinden tamamıyla sıyırıp attılar… Tüm gerçeklerinden uzaklaştırdılar… Gençlik her gün biraz daha İslama yabancılaştı..

***

Yoksa, Emin Çölajan gibiler, bu ülkede ve bu millete karşı ahkam kesici olmazdı.. Üstünler sınıfı olarak, kalem oynatmazdı?!.. Bakınız, 25 Ekim 2022 tarihinde “Derin Yorum” başlığı altında yazdığı makale, bütünlük içerisinde akla ziyan!… Bazı satır başlarını sizinle paylaşmak istiyorum.. Çünkü millet olarak “bizi kimler içten içe vuruyor” sorusuna yanıt bulmalıyız?!…

İnanın sevgili okurlar!

Bu yazının ana çizgilerini okuduğunuz zaman insan dizlerine vurarak “Eyvah Türkiye nereye gidiyor” demek zorunda kalıyor. Türkiye’nin içinde dost görünümlü nice düşmanlar var? Türkiye kültürel olarak, medya olarak nasıl arkadan vuruluyor? Nasıl, ihanet hançerleri indiriliyor.. Ahalinin, ciğerlerine malum küfür hançeri nasıl da saplatılıyor?!

Ve ne yazık ki sistem de bunlara kulaklarını tıkayıp üç maymunu oynuyor..

 “Görmedim, duymadım, bilmiyorum?”..

Ama yönetim olarak, gelen giden iktidarlar, bu milletin kesesine, cebine el uzatıyor.. Vergi alıp, bütçesini temin ediyor.. Büyük Millet Meclisi’ne ve iktidar partilerine bu millet bütçesiyle imkan sağlıyor.

Millet manen ve maddeten mevcudiyetten her gün biraz daha uzaklaştırılıyor olmasına rağmen, bu yetmiyormuş gibi, dinine, imanına, geçmişine, kültürüne, tarihine hatta vatanın birliğine küfrediliyor ve sessiz kalınıyor.

Evet!

Bakalım, Çölajan’ın “Sırada harf devrimi, dil devrimi varmış!” başlıklı yazısının, satır başlarına…

Çölajan şöyle diyor:

“Sevgili okurlarım, günümüzdeki iktidarın temel söylemlerinden, temel hedeflerinden biri Cumhuriyet devrimlerine karşı çıkmaktır.

Bunu her fırsatta dile getirmekten kaçınmazlar.

Bazen gizlice, bazen de uluorta, saçma sapan, mantıksız bir biçimde…

İşin temelinde tek bir özlem yatmaktadır:

Arap hayranlığı, Arapça ve Farsça özlemi!

Ama geçti o günler bayım, çoktaan geçti.

???

Yıl 1928…

Osmanlı çürümüş, bitip tükenmiş ve beş yıl önce Cumhuriyet ilan edilmiş…

Edilmiş ama geçmişin karanlık izlerini üzerimizden söküp atmamız henüz mümkün olmamış.

Yüz yıllar boyunca küçücük çocukların zoraki eğitimi bile sadece Arap harfleriyle, Kur'an okumayı öğrenerek geçmiş.

Cumhuriyet ilan edildiği zaman okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 5, kadınlarda yüzde bir dolaylarında.

Eğitimsiz, her açıdan cahil bir toplum.

Kullanılan bir tek dil var:

Ne idüğü belirsiz Osmanlıca.

Arapça, Farsça ve Türkçe'nin karışımı bir dil.

Eğitim derseniz çocuklara sadece Arapça Kur'an öğretiliyor. Çocuklar sallana sallana Kur'an ezberliyor…

Ve Türkiye'de hâlâ o günlerin özlemi içinde olanlar var. Üstelik onlar memleketimizi yönetiyor!

???

AKP'nin Meclis Grup Başkanvekili olan Mahir Ünal isimli şahıs birkaç gün önce ‘muhteşem', hem de ‘bilimsel' bir açıklama yaptı!

Şu sözlerine bakınız:

“Cumhuriyet maalesef (ne yazık ki) bizim lügatımızı, alfabemizi, dilimizi, hasılı (özetle) bütün düşünme setlerini yok etmiştir. Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye'de yaşanmıştır.”

İyi ki yaşanmış…

Yaşandıysa ne güzel olmuş!”

***

İşte zehir akan bir yazı!…

Ne idüğü belirsiz bu yazar ne idüğü belirsiz bir gazetenin köşesinde, bunları zikrediyor…

Yıllardan beri Türk insanına, Türk insanının dinine, imanına, Kur’anına hakaretler yağdırıyor..

Küçük düşürüyor..

AK Parti’nin Meclis Grup Başkanvekili’ni hedef alarak hükmi küfürlerini ve hakaretlerini sıralıyor…

Ama her nedense yukarda dedik ya Türkiye iktidarıyla, muhalefetiyle, sağcısıyla solcusuyla ne yazık ki, böylesi zihniyetlere üç maymunu oynuyor.

“Görmedim, duymadım, bilmiyorum?”

Mahir Ünal hiçbir cevap vermedi. Tabiri caizse, söylenenlere kulağını tıkadı…

Tüm bunlar bize göre Türkiye için bir zül’dür, bir tezelzüldür, bir yıkımdır, arkadan vurulmadır..

Hatta Türkiye insanının ciğerine gizli dış mihraklar adına zehirli hançeri saplamaktır.

Ve ne yazık ki başta iktidar partisi olan, muhafazakar, milletin dinine imanına sahip çıkarım demekle iktidara gelmiş olan bir parti, ketum takınıyor…

Devletin tüm kilit noktaları elinde olduğu halde, islama böyle düşmanlık besleyen zehirli kalemlere de göz yumuyor…

Sus pus içerisinde, içine sindiriyor…

Gerçekten, yaşanan hal hiç de iyi bir hal olmadığı gibi, zihni çökertircesine düşündürücüdür…

En derin sevgi ve saygılarımla…