“ZAMAN GÖSTERDİ Kİ CENNET UCUZ DEĞİL, CEHENNEM DE LÜZUMSUZ DEĞİL”!
Evet, sevgili okurlar.
Bugünkü sohbet yazımızın başlığından da anlaşıldığı gibi
dünya geçici bir dünya olma hasebiyle, içindeki olup bitenler başıboş değildir.
Her şey zamanına göre değerlendirilir, biçimlendirilir ve
sonuç güzel çıkarsa, güzellik yapan kişi veya kişiler güzelliklerle yâd edilir,
kötü çıkarsa aynı o kötülüğü işleyen kim ise tarih onu kötülüklerle yâd eder.
İyilik ve güzelliklerin mükâfatı bu dünyada verilmiş
olduğu gibi, öbür dünyada da hiç zeval görmeyen, sonuçlanmayan, eksilmeyen bir
mükâfat ki cennet mükâfat olarak verilir.
Kötülükler ise genellikle bu dünyada işleyenlerin
karşısına mutlaka kötülükler olarak çıkacağı gibi öbür dünyada da cezasını
ebedi bir cehennemde görecektir, layık bulunduğu yere de gönderilecektir.
Demek ki “Zaman gösterdi ki; Cennet ucuz değil, Cehennem
de lüzumsuz değil” ifadesi boşuna değildir.
Kim neye layıksa onu görecektir, onunla mutlaka
karşılaşacaktır.
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzre dün çağımızın dünya devleti durumunda olan
ABD’nin 58. Başkanlık Seçimiyle 45. Başkan seçildi.
Seçim sonucunda zafer, cumhuriyetçi Donald Trump’ın oldu.
Hilary Clinton ise büyük bir farkla kaybetti, geriledi.
Demek ki her zaman her yerde her devlet yeni isimleri,
yeni misyonları, yeni ideolojileri taşıyan insanları istiyor.
Hele hele deneyimli bir ABD politikası başta olmak üzere…
Gerek Hilary Clinton olsun, gerek eşi Bill Clinton olsun,
gerek Obama’nın yanlış ve çarpık politikasındaki beraberlikleri olsun, bize
göre yıpranmış ve kadın olma hasebiyle ABD çağdaş bir millet olduğu için
bildiklerini okur ve tecrübelerinden kendini geçirir.
Onun için de, tercihini Donald Trump’tan yana kullandı.
ABD’ye hayırlı olsun demekle beraber, tüm dünyaya da
hayırlı olsun.
İnşallah, inançsız ve katı yüreklilikle zaman zaman
kendini gösteren Trump, seçim esnalarındaki söylediklerinden değil, dünyanın
istek ve iradesi paralelinde bir siyaset gerçekleştirir...
Yoksa başta söylediğim gibi kötülükleri yapan hiç kimse
iyilikle yâd edilmediği gibi, iyilikler yapan hiçbir insan da kötülükle yâd
edilemez.
Bu itibarla ister şah olsun, ister geda olsun…
Kendi varlığına güvenmesin, dönen kâinat çarkı hiçbir
zaman ters dönmüyor ve yörüngesini şaşırmıyor, geç de olsa kötülüklere karşı
hak daima tecelli eder.
Bu nedenle “Cennet ucuz değil” kavramı çalışmasız,
çabasız, muattal, tembel hiç kimse bu dünyada cennet mükâfatını ve mutluluğunu
bekleyemediği gibi öbür dünyada da ucuz ucuz cenneti elde edemez.
Çalışmak şarttır, elzemdir ve haktır.
Ama her alanda…
İster siyaset alanı olsun, ister ticaret olsun, her ne
alan olursa olsun…
Kötülükler de öyledir.
Hele hele bu kötülüklerden insanlara karşı doğan mezalim
çeşitleri, zulüm, rejimlerden, ideolojilerden mütevellit olan zalimlik içeren
unsurlar ve o zulmü işleyen zalimler, hiçbir zaman bu dünyada da öbür dünyada
da mükâfat beklemesin.
Zira yaptıklarından dolayı illaki cehenneme layık olacak
ve başıboş olmayacak.
Bilinmelidir ki Cehennem, bu tür insanlar için
yaratılmıştır.
Bu dünyada kendini cehennemvari sıkıntılardan
kurtaramadığı gibi öbür dünyada da aynı sıkıntılar onu bekler.
* * *
Evet.
ABD yeni siyaset oluşumunu bekliyor.
Keza tüm dünya gözünü artık ABD’ye doğru Trump’a
odaklamış durumda, bekliyor.
Bakalım Trump ne yapacak?
İnanıyoruz ki batı dünyası olsun, ABD olsun, BM olsun,
ehl-i kitap olmakla beraber, yani dinleri Hıristiyanlık olmakla beraber, batıl
ve hurafelerle dolu olmasıyla birlikte, onları tarih boyu inandıklarından
caydırmazlar.
Caydıracak hiçbir unsur görmüyorlar.
Kitaplarında talim terbiye ve eğitimde ne görüyorlarsa
onu uygularlar.
İster siyahı olsun, ister beyazı olsun, ister nereli
olursa olsun, illaki okutulan derslere inanıyorlar…
Kendilerine gelenek ve görenek haline getirdikleri tüm
örf adetlerini de uygulamaktan vazgeçmezler.
Kendi millet, ülke ve devletleri namına ne yararlıysa onu
yaparlar.
Ama diğer milletleri de tanımazlar, tam tersine özellikle
İslam dünyasını kendine mustazaf, güçsüz, geri kalmış ülkeleri de sömürürler,
talan ederler.
Buna karşı hiç kimseye taviz vermezler.
Nitekim W. Bush döneminde Saddam ile çarpışırken, Saddam
acımasız antidemokratik bir varlık olarak gördüler, ki öyleydi.
Irak halkını kurtarmak için “Biz yeni demokrasiyi
getiriyoruz” diyen başta Bush olsun, Obama olsun, hep öyle teraneler döktüler
ve arada nerdeyse 10 seneye yakın bir süreç geçmek üzere Irak’ta “Demokrasinin
zerresi” yok.
Bilakis kan var, gözyaşları var, talan var, yağmacılık
var, soygun var, bir toplumun, bir ülkenin yok etme planları var.
Her ne kadar ehl-i kitap, yani semavi bir dine mensup
olarak kendilerini tanımlamak istiyorlar ise de siyasetleri hiçbir zaman dinin,
hele ki semavi bir dinin zerresine yaklaşmıyor bile.
İlla yağmacılık, illa sömürü, illa emperyalist hakimiyet
söz konusu.
Onun için, bunlar her şeyden evvel “insan temel hak ve
özgürlükleri” kavramını kullanıyorlarsa da uzaktan yakından alakaları yok.
Eğer insan temel hak ve özgürlüğünün tanınması ve
tanımlanması öncelikle Allah’ın tanımasına bağlıdır ve İslam dininin Son Peygamberi
olan Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirdiği kanun ve yasalara inanacaklardı.
O zaman, insan bir nebzecik de olsa “Evet bunlar hak
yolunda” diye düşünülebilinirdi?
Ama heyhat!
Allah’ı tanımayan hiçbir devlet, hiçbir ülke, hiçbir
millet, hiçbir siyasetçi-politikacı, insanları da tanımaz, insanlara da acımaz.
Tıpkı vahşi canavarlar gibi…
Egosunu düşünür, yırtar, parçalar, yer bitirir, döner bir
de diş ve tırnaklarının kirasını ister.
Bu münasebetle Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;
“CENNET UCUZ DEĞİL, CEHENNEM DE LÜZUMSUZ DEĞİL”
* * *
Sevgili dostlar.
Tüm bunlara rağmen, ehl-i kitap dedik ya bunlara…
Kural ve kaidelerinden vazgeçmezler dedik bunlara.
Bunlar, her halükarda hayatları boyunca ülke insanlarının
menfaat, yarar ve çıkarlarını dünyanın hiçbir şeyine değiştirmezler.
Kendi aralarında devlet büyüklerine hakaret etmezler,
hele hele din adamlarını işkenceye tabi tutmazlar.
Kilise, batıl ve hurafe bir inanç merkezi olmakla
beraber, başları göklere yükselse dahi o devlet adamları kendi din adamlarına,
kiliselerine dokunmazlar.
Saygı gösterirler, kutsarlar ve herhangi bir siyaset
lekesini de dokundurmazlar.
Maalesef Türkiye gibi veyahut diğer bazı İslam ülkeleri
gibi Osmanlının yıkılışından sonra I. Dünya Savaşındaki mağlubiyet neticesinde
oluşan devletçiklerin başına piyon yöneticiler getirildi…
Özellikle Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan sonra
milletin büyüklerine karşı ilmiyle, inancıyla, tedrisatıyla amel eden,
memleketin en ileri gelen ulemalarına karşı yapılan iğrenç mezalim ve kirli
hükümranlık, hem de tek parti şeflik ve dipçik dönemlerinde yaşatıldı.
İnsanların tüylerini ürperten mezalimlerle, insanları
insanlıktan çıkartı...
Evet, sevgili okurlar.
Dün bir internet sitesinden, Mustafa Kemal Atatürk’ün
imzasını taşıyan bir belge elime geçti.
Bu belge 16.05.1935 tarihli bir belge.
İbretengiz olan bu belgenin kupürünü siz değerli
okurlarımızla paylaşmak üzere veriyoruz.
Bu belgenin kaynağı çok değer verdiğim Saygıdeğer İlim
Adamı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün kaleminden, aynı zamanda Risale Ajans’ta da
yayınlanmış durumda.
Evet.
Metin aynen şöyledir;
Bilindiği üzere “Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri
cumhuriyetin kuruluşundan sonra kurulan I. Büyük Millet Meclisine davet
ediliyor.
Bediüzzaman, o mecliste uzun bir zaman içerisinde gidip
geliyor, Ankara’da kalıyor ve meclis üyelerinin adeta durumlarını kontrol
ediyor.
Bakıyor ki her şeyden evvel meclis üyelerinin birçoğu
namaz kılmıyorlar.
Oysaki Kurtuluş Savaşımızdaki, milletin göstermiş olduğu
başarı neticesinde “Allahû Ekber” nidalarıyla gösterilen milli başarı ve
performans sonucunda düşman kovuluyor ve İstiklal kazanılıyor.
Ama Cumhuriyet kurulunca Büyük Millet Meclisi
gerçekleşince, o milli mücadele kahramanlığı nerdeyse arka plana alınıyor.
Bediüzzaman tabii ki bir İslam âlimi olma hasebiyle bazı
eleştiri babında gördüklerini devlet büyüğü olan Mustafa Kemal’e iletiyor ve
eleştiriyor.
Tabi o dönemde, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve Başbakan
da İsmet İnönü…
Bediüzzaman diyor ki;
“Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merdüttür, onun
için insan varlığının neticesi Allah’a ubudiyet, kulluk görevinin yerine
getirilmesi esastır ve tüm ibadetlerin başını çeken de Namaz’dır.
Namaz kılmayan da haindir, hainin hükmü merdüttür”
Bunun üstüne Bediüzzaman’a karşı kin ve nefret
besleyenler, bundan sonra Bediüzzaman’ı rahat bırakmazlar.
Başbakanlık Vekâlet Muamelat Müdürlüğünün 25. 04. 1935
günlü ve 2/2460 sayılı kararname ile Bediüzzaman Hazretleri, Türkiye’nin her
tarafına sürün sürün sürdürülüyor, sürgüne tabi tutuluyor.
Mahkemelerce cezaevine konuluyor ve acımasızca insanlık
dışı muameleye tabi tutuluyor.
Bediüzzaman gibi bir İslam âlimi başta olmak üzere daha
nice din adamları, bu olaydan sonra ya idam, ya sürgün veya müebbet hapisle
karşı karşıya kalmaktan kendilerini kurtaramadılar.
Eski Dar’ul Hikmet-ul İslamiye üyesi olan Bediüzzaman
güya Şeyh Sait İsyanı ile ilişkiliymiş bahanesiyle sürgün gittiği Isparta’da
rahat durmayarak dini ve irticai hareketlerde bulunduğundan, daha fazla burada
kalması zararlı imiş deniliyor."
Bu ibret belgesini sizlere paylaşmak istedim.
Bediüzzaman Said-i Nursi insanlık dışı mezalimle karşı
karşıya kalıyor.
Bir zaman ihtiyarlık vaktinde “Eskişehir hapsinden bir
sene cezayı çekip çıktım” diyen Bediüzzaman, beni Kastamonu’ya sürgün ettiler.
Polis karakolunda iki üç ay misafir ettiler.
Beni sadık ve yakın dostlarımla görüşmekten alıkoydular.
Münzevi, tek kişi hücrede tabi tuttular.
Yaptıkları işkenceye hiçbir insan dayanamaz.
Mahkemece beraat ettiğim halde, Mustafa Kemal Atatürk’ün
talimat ve emriyle hazırlanan bu belge nedeniyle bu kez Kastamonu iline tabi
tuttular.
Beni oranın nüfus memurluğunun sicil defterine
kaydettiler.
Ben artık Bitlis Hizan ilçe doğumlusu değil, Kastamonulu
bir vatandaş oldum.
Yani Eskişehir mahkemesi ve hapsinin ardından
Kastamonu’da bir sene polis gözetimi altında tutulmak üzere gönderildim ve
oranın nüfusuna kaydedildim.
Evet, sevgili okurlar.
İşte bu nedenle başta ifade etmeye çalıştığımız gibi
“Cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil” ifadesi, Bediüzzaman’a aittir..
Hurşit Paşa’nın mahkemesi olan İstiklal Mahkemesinden
beraat eden Bediüzzaman, Beyazıt meydanında “Zalimler için yaşasın cehennem”
diyerek yürümüştür…
En derin saygı ve sevgilerimle.