ALLAH, BETERİN BETERİNDEN SAKLASIN..!?

Amin.. Bir değil, bin değil, milyon değil, milyarlarca kez ifade etmemiz gerekir bu duaya “amin” diyerek!”!.. Çünkü, yaşadığımız felaket karşısında yapabileceğimiz, sığınabileceğimiz tek dal ve dua bu?… Ki kıbleye dönen, ellerini semaya açan, Cenab-ı Hakka yalvaran her Müslüman’ın “ağzından dökülen” bir ifadedir bu dua…

***

İman etmemiz gerekir ki, Allah’ın yeryüzünde ne kadar muhafız koruyucu melaikeleri varsa da, bir o kadar da tam tersine gaddar ve elim azap verici melaikeleri de vardır… Bu itibarla biz de diyoruz ki, Cenab-ı Allah, bize şefkat ve merhamet sıfatlarıyla muamele eylesin.. Cenab-ı Allah’ın kâinat içerisinde hadd-i hesabı olmayan bilmediğimiz, görmediğimiz gizli orduları mevcuttur… O ordular, insanların şiddetinden, yanlışlıklarından, hatalarından, isyan ve küfürlerinden dolayı hiddete geldiği zaman, ilahi emirle harekete geçerler..

****

Görevlendirilen o orduları hiç bir güç durduramaz, engelleyemez, ki haberi de olamaz.. Ansızın yer küresini sallar.. Yerin altını yerin üstüne, yerin üstünü de yerin altına götürür… Yer de, yerin üzerinde yaşayan tüm canlıları da helak eder.. Ve her hiddetinin, şiddetinin, tepkisinin bir nedeni ve sonucu vardır.. Cenab-ı Allah’ın milletlerin başına musallat ettiği felaketlerin hiçbiri sıradan bir vakıa değildir..İlla ki, bir hikmet-i mucibesi vardır.. Bu itibarla biz de diyoruz ki; Allah beterin beterinden bizi saklasın…

***

Son bir ay içerisinde, yer sarsıntılarıyla 45 bin insanımızın vefat etmesi, yüz binlerce binanın, evin yerle yeksan olması, maddi ve manevi yönde yaşadığımız yıkımlar; rastgele olaylar silsilesi değildir… Bir kez daha şehadet şerbetini içenler için, Allah rahmet ve mağfiret eylesin, yakınlarına da sabr-ı cemil eylesin diye dua ediyoruz.. Olaylar silsilesinden ibret alınması gerekir… Kimse de devekuşu misali hakikatlere karşı başını kumun altına gömüp saklamaya çalışmasın.. 

***

Gün, birlik ve dirlik günü olduğu gibi, “tövbekâr olma” zamanıdır… Herkes tövbe etsin, Allah’a sığınsın, madden ve manen Allah’a yalvarsın.

Elinden geldiği kadar da Allah zikrini yerine getirsin, yüce yaradan da kalbini ona bağlasın.  Yoksa Allah-ü Teala görevlendirdiği ordusunun bir bölümünü ansızın musallat ettiği zaman, işte böylesi zelzelelerle karşı karşıya geliriz.. Yerin altı yerin üstüne, yerin üstü de yerin altına gelir.

İnsanlar ölür, yaralanır, yerin altına girer, binalar yıkılır, mal mülk servet tamamıyla elden gider. ..

***

İşte yaşadıklarımız.. Hangi devlet olursa olsun, hangi hükümet olursa olsun, hangi millet olursa olsun, bu dehşetin altından çıkamaz.

Ancak tövbe istiğfar ile çıkabilir. Dilini Allah’ın zikrinden kesmeden ancak bertaraf edilebilir.  Bakınız Bursalı Süleyman Çelebi Türkçe Mevlidinde şöyle sesleniyor…

***

“Allah âdın zikredelim evvelâ

Vâcib oldur cümle işde her kulâ”

***

Bu vecize söz, öylesine, rastgele söylenmiş bir söz değildir… İbadetin birinci koşuludur.. Her kul için daima her işin başında “Besmele” getirmek lazım.. Pek tabi ki, sonunda da “Elhamdülillah” demelidir… Allah’ın yüce kudretine sığınmak lazım… Aksi takdirde küfürler gelişir ve Allah’ın görünmeyen orduları hiddete gelir…İlahi emirle harekete geçip, tetiklenir.. Ki bu da kimi zaman, rüzgârla, yağmurla, karla, yangınla, yerin sarsılmasıyla, zelzeleyle sıra dışı bir olayla, gelir… İnsanların ölmesine, sakat kalmasına, malın, mülkün yerle yeksan olmasına vesile olur…

***

Demem o ki, yaşadığımız felaketler zinciri karşısında “kendi kendimize çeki düzen vermemiz gerekir, Cenab-ı Allah’ın ipine, Peygamber Efendimizin (S.A.V) rehberliğine, Kur’an Kerim’in de emir ve direktiflerine sarılarak, yaşamımızı idame etmemiz lazım… İki gün önceki yazımızda, Nur süresinin 31. ayetinden söz etmiştim… Ayetin son bölümü şöyle;

“Vetûbû ila(A)llâhi cemî’an eyyuhâ-lmu/minûne le’allekum tuflihûn(e)”

“Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”

***

Bu itibarla biz de acizane diyoruz ki;

Allah’ın kâinat içerisinde görevlendirdiği melaikeler bize daima rahmet ve şefkat melaikeleri olsunlar… Gazap melaikeleri olmasın…

Gazap melaikeleri başımıza musallat olduğu zaman, ne kadar dünya ordusuna sahip olursak olalım, Yüce kudrete karşı bir “hiç konumda” oluruz… Zira Allah’ın görevlendirdiği yer küresi ordusu veya semavi ordusu harekete geçtiği zaman, dağlar, ovalar, nehirler, denizler, okyanuslar bile önünde duramaz.. Yer çatlar patlar, yarılır ve insanları yutar, mal, mülk her şey yerle bir olur!.  Ah vah etmeniz nafile!… Allah korusun!

***

Demem o ki; gaflet içerisinde uyumamak lazım.. Dinimizi de, inancımızı da, Kur’an-ı Kerimin emrettiklerini, Peygamber Efendimizin (S.A.V) yol gösterici rehberliğiyle, “hayatımızı idame” etmemiz gerekir… Daima Allah’ı hatırlamak lazım.. Beş vakit daima Rabbimize secde etmemiz lazım.  Onun emir ve direktifleri doğrultusunda, yol yürümemiz gerekir.. Eğer ki olmadığı takdirde, her ne kadar o esnada cezalandırmasa da, Allah verdiği mühletin bitiminden sonra ihmal etmeyerek, cezasını verir… Şayet insanlar ”kulluk” görevini yerine getirmede kendine gelirse, o musibetler de, Allah tarafından “yok hükmüne” getirilerek, kalkar… Ama kendilerine gelmezse Allah’ın dünya içerisindeki gaybi ordularından kendilerini hiçbir şekilde kurtaramazlar…

***

Üstadın sual ve el cevaplarıyla devam ediyoruz…

Üstad Bediüzzaman şöyle diyor…

“Haydi, madenî inkılâbat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur, başka olamaz. Meselâ bir adam bir tüfekle birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip biçare maktulün büsbütün hukukunu zayi etmek ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de, Kadîr-i Zülcelâlin musahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, "Ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için ateşlendir" diye olan emr-i Rabbânîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamâkatin en eşneidir.

***

Altıncı sualin tetimmesi ve haşiyesi:

Ehl-i dalâlet ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına mukabele ve mümanaat etmek için, o derece garip bir temerrüd ve acip bir hamâkat (ahmaklık) gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ, bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından; ve Hâlık-ı Arz ve Semâvât dahi, değil hususî bir Rububiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecellî ile, kâinatın heyet-i mecmuasında ve Rububiyetin daire-i külliyesinde nev-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanını tanıttırmak için, emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten, zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adaletini, kayyumiyetini, iradesini ve hâkimiyetini pek zahir bir surette gösterdiği halde; insan suretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işârât-ı Rabbâniyeye ve terbiye-i İlâhiyeye karşı eblehâne bir temerrüdle mukabele edip diyorlar ki, "Tabiattır (doğa kanunudur) bir madenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika'da beş saat bütün makineleri durdurmuş ve Kastamonu vilâyeti cevvinde ve havasında semâyı kızartmış, yangın suretini vermiş" diye, mânâsız hezeyanlar ediyorlar.”

En derin saygı ve sevgilerimle.