ARTIK YETER TÜRKİYE BUNU KALDIRAMAZ!? (IV)

Evet, sevgili okurlar!

Bilindiği gibi bölgemiz yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu, özellikle Diyarbakır’ımız ekonomik olsun, toplumsal huzur olsun, refah ve mutluluk olsun ahlaki değerler bakımından olsun, her ne olursa olsun, tek kelimeyle özetlemek gerekirse çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya olduğumuzu itiraf etmek zorundayız.

Ama bunu da belirtmeliyim ki; insanlığın derin tarihine göz atıldığında hep böylesine haksızın zulüm yaptığı, zalimin mazlum ve güçsüz insanlara karşı uyguladığı kan emici şiddeti görürüz…

Yani insan hayat akışı içerisinde devam edegelmiştir.

Burada insanlık tarihini günü gününe belirtmeye veyahut toplumların adlarını sıralamaya gerek yok.

Ki imkânımız da yok.

Zaten, sohbet köşemiz de buna müsait değildir.

Ancak bu da tarihi bir gerçektir ki; Bi-setten önceki dönemlere ve Bi-setten sonraki dönemlere bakıldığında büyük çapta farklılıklar kendini gösteriyor.

Bi-setten önceki dönemler mutlak ve karanlık bir cahiliye dönemini içermektedir.

Küfrün, keyfiliğin, mezalimin, zorbanın ve güçlünün her alanda varlığının ve sözünün geçerli olduğunu görüyoruz.

Bi-setten önceki (İslam’dan önceki) bu coğrafyada meydana gelen yani Ortadoğu’da yaşanagelen haller ve katliamlar, soygunlar ve soykırımlar adeta insanlığın bir parçası durumuna gelmişti…

Kan oluk gibi akıyordu…

Köleliğin ve cariyelerin piyasada satılışları hayvan satışı gibi meşrulaştırılmış durumdaydı.

Çağımızda nasıl ki hayvan pazarının varlığı söz konusu ise, o günkü o dünyada da aynen hayvan pazarı yerine insan pazarının varlığı söz konusuydu.

Özellikle kadınlar pazarlanırdı.

Şam coğrafyasından tutun da buralara kadar… 

Irak’a kadar…

Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti vardı.

İran coğrafyasında ise, ateşperest Sasani Devleti’nin hâkimiyeti söz konusuydu.

Hindistan coğrafyasında putperest Hindularının hâkimiyeti vardı.

Arap Yarımadasında ise (Ceziretül Arap) mutlak bir şirk vardı.

Yani semavi hiçbir dine inanmadıkları gibi, kendi aralarında yabancı bir kültürle değil, Arapların kültürü yani kendi diliyle inkârcı bir inanç üzerinde yaşıyordu.

İşte tüm bu coğrafyalardaki yaşanagelen küfür ve mezalim hareketinin hiçbirisi yanlarına kar kalmadı çok kısa bir zaman içerisinde İslam’ın doğuşuyla yavaş yavaş 'yok olup" gittiler.

İnsanlığın yegâne önderi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in dünyaya teşrifiyle zaten bu mezalim devletlerde de yıkılış alametleri başladı.

Ama tam manasıyla Efendimiz (S.A.V.)’in İslamiyet’i ilan etme dönemi başlayınca tıpkı yaz güneşinin "karları" eritmesi gibi bunlarda erimeye başladı…

Ve esamileri kalmadı…

Küfür ve zındıkayla yaşayan ve insanlarına zulmeden tüm o devletlerin varlığı ve yaşam biçimleri bir bir eridi.

Ve yeryüzünden hepsi silindi gitti.

İslam hâkimiyeti de bu coğrafyada yani Ortadoğu coğrafyasından tutun da, yeryüzünün üçte biri kısmına kısa bir süreç içerisinde yayıldı.

Ve mutlak bir insanlık hâkim oldu.

Yani insanlığın ahseni takvim denilen hilkat ve yaradılış karakterine ve kanunlarına yakışır bir şekilde dünya yepyeni bir medeniyetle tanıştı

Ki bu da İslam medeniyetiydi.

Bu medeniyet gerçekten yeryüzünü her gün biraz daha fazlasıyla, Kur’an ve İslam hukukuyla tanıştırdı.

Uygulamalarıyla; "beşeri" bir bütünlük sağladı…

Kan dökmeler kesildi

Cariye ve kölelik birden olmasa dahi yavaş yavaş silindi.

Her ne kadar Osmanlı’nın orta dönemlerine kadar da bu hal devam ettiyse de, ama İslam’dan önceki çağlara nazaran yok denebilecek derecede silinip gittiler.

Küfür dünyası, yani Haçlı Siyonist emperyalizmi için; "yeryüzü" daralmıştı…

İstedikleri şekilde; "hareket" edemiyorlardı…

Çünkü İslam adaletinin yeryüzüne dağılması onları köşeye sıkıştırmıştı...

***

İslamiyet’in yüce hukuk değeri Hz. Muhammed (S.A.V.) hayatı boyunca insanlığa anlatıyordu ve iman aşılarıyla aşılıyordu

İnsanlığa özellikle inanan ümmetine şöyle mesaj veriyordu:

“Siz en üstün ve en hayırlı bir ümmetsiniz, zira aranızda daima iyilikleri uyguluyorsunuz. Kötülükleri de yasaklıyorsunuz.

İsrailoğulları gibi değilsiniz…

İsrailoğulları onların içinden çıkan Hz. Davut ile Hz. İsa’nın lisanıyla lanetlenmiş bir kavim idiler…

Ve dünyaya böyle tanımlanmışlardır.

Bunun nedenlerinden birisi ve en önemlisi de Allah’a karşı isyankârlıklarıdır…

İnsanlığın had ve hududunu tanımadan saldırganlıklarıyla bilinen bir kavim…

Her kötülüğü mubah olarak biliyorlardı…

Bunu oldukça resmi uygulamalarla meşrulaştırıyorlardı.

Güzel şeyleri de yasaklıyorlardı.

Tıpkı bugünkü yeryüzünde mevcut olan kahredici rejimler gibi…

Sistemler gibi.

Ve bunların başını çeken amansız ve acımasız toplumların, ırkçılığa dayalı faşizan tutumlarıdır…

Sosyalist Rusya’dan ihraç edilen komünizm ve Bolşevizm tutumudur.

Yahudi milletin içinden de çıkan faiz sistemleri gibi; 'sömürücüydüler!

Tıpkı Türkiye'deki kemalizim gibi...

Ama deriz ya…

"Su uyur, düşman uyumaz" misali…

Küfür dünyası, ne yazık ki zaman dilimi içerisinde, İslam ülkelerindeki liderlerin "zafiyetiyle" kendine yer bulmaya başladı.

İnsanlığın "ters ve kirli yüzünü", İslam dünyasına ihraç ederek, yerleştirdi…

Ki, Devrisaadetten sonra yaşaya gelen İslam dünyası "bir türlü" başını belalardan, musibetlerden kurtaramadı…

Çünkü Yahudi unsurları tarafından nifak tohumları sokuldu.

Ajanlar ihraç edildi. Kültür değiştirildi.

İslam’a inanmadıkları halde İslam kılığına bürünerek kendine Müslüman görüntüsü veren nice nice hain gruplar ihdas ettiler…

Ve bunları İslam ülkelerinin arasına saldılar/yaydılar.

Önce kültür emperyalizmiyle başladılar, sonra ahlak çöküntüsüne girdiler, sonra Kur’an ve ibadet asaletiyle uğraşmaya başladılar.

***

Bakınız sevgili okurlar!

İslam’ın baş gösterdiği Bi-setten dönemi ile başlanan medeniyet güzellikleri nasıl yeryüzüne dağıldıysa İslam nurunu söndürmeye başlayan küfür sistemlerinin baş gösterdiği zamanlarda da "ahlaksızlık ve mezalim, kan döküşler" başladı.

Nitekim bugünkü hale gelmemizin yegâne sebebi Osmanlının yıkılışıdır…

Entrikalı oyunlarla Osmanlı yıkıldı…

Ardından da Hilafet-i İslamiye dağıldı…

Böyle olunca da, küfür dünyası güçlenmeye başladı…

İslam ülkelerinde onları temsilen onlar adına rejimleri elinde tutan, piyon, ajan ve hain çeteler "devreye" girdi…

Ki onların marifetlerini ve ürünlerini bugün görüyoruz.

***

Her ne kadar İslam sayesinde köle ve cariye pazarı yok edildiyse de; bugün ne yazık ki İslam diyarı olan Ortadoğu'da "küfür dünyasının" işbirliğiyle yeniden yaşatılmaktadır.

Beş seneden beri Suriye halkının başına gelen tüyler ürpertici zalimlik…

Namus mefhumu, aile mefhumu, ahlak mefhumu zerü-zeber olmuş…

Yani alt üst olmuş.

İnsan kanı o kadar ucuzlamış ki, sanki tavuk kesiliyormuş gibi insanlar "kıtır kıtır" kesilerek öldürülüyor.

Filistin, yıllardan beri emperyalist yahudinin hegemonyasında inim inim inlerken, Şam, Rusya adına çalışan hain Esed’in hegemonyasında bugün kanrevan içerisinde inim inim inliyor.

Keza Irak yıllardan beri Amerika’nın hegemonyasında kan ağlıyor.

Türkiye’ye gelelim!

Evet, sevgili okurlar!

Bizim için en önemli olan o!… Zira biz Türkiye’de yaşıyoruz.

Fazlasıyla ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu, özellikle Diyarbakır ve ilçeleri…

Her Allah’ın günü toplum çok büyük huzursuzluklarla karşı karşıya gelmektedir..

Her ne kadar devleti elinde tutan AK Parti iktidarı terör odaklarıyla çok güzel mücadele veriyor ise de, fedakar asker ve polislerimiz cansiperane çalışarak mücadele veriyorsa da Anadolu’nun ana baba kuzuları her şeye rağmen göğüslerini siper ederek şehit olmayı göze alıyorsa da, ama heyhat ne çare ki bir türlü bu işin sonu gelmiyor.

Kamuoyunun aklına gelen sorular zincirinin başını çeken de bu!

Evet, yüz yıldan beri bu ülke insanının inancı paralelinde devlet bir hukuksal hak tanımamıştır.

Yabancı bir eğitim sistemiyle bu Müslüman halk eğitilmiştir.

Bilindiği gibi bir zamanlar yüce İslam dinini ortadan kaldırmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde Köy Enstitüleri kurulmuştu.

O okullarda okutulan tüm gençlere Allah yerine Kemalizm, dinsizlik ve ataizm aşılanıyordu.

Tabiri caizse köle ve cariye pazarı gibi kızlı-erkekli yatılı okuyan öğrenciler iç içe yatıyorlardı.

O sistem var oluncaya kadar o okulların tuvalet ve kanalizasyonlarından nice ceninlere rastlanıyordu

Cumhuriyet Halk Parti’nin getirmiş olduğu dayatmalı mezalim sayesinde Türk Ceza Kanunu’na 163. madde konulmuştu.

163. madde demek ne demek; biliyor musunuz?

“Allah Peygamber diyen herkes ertesi gün kendini yargı koridorlarında buluyordu.”

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, tam yirmi sekiz sene bu TCK’nun 163. maddesinin dayatmasıyla talebeleriyle birlikte yargılandı, cezaevlerinde kaldı, insanlığa yakışmayan şekillerde işkenceler gördü.

Aynı paralelde rahmetli Necip Fazıl Kısakürek de.

Ve daha neler neler...

İşte o günkü ekilen o zehirli rüzgârların tohumları ne yazık ki bugün artık fırtına olarak biçiliyor.

Cumhuriyet Halk Parti’nin başında bulunan Kılıçdaroğlu hala da utanmadan, sıkılmadan, şirretliğini ilan ederek inanmış bir Cumhurbaşkanına hakaret ediyor ve kendini sureti haktan gösteriyor.

Gerçekten samimi ve ciddi bir lider olarak kendini görüyorsa gelsin Sur’daki esnafın, iş çevrelerinin, orada münhasır kalan aç ve perişan ailelerin halini görsün de ondan sonra "haktan, hukuktan ve demokrasiden" bahsetsin.

Davulun sesi uzaktan güzel geliyor.

Ama ucuz kahramanlık yapmak da zaten bedelsizdir, faturası yok.

Tek kelimeyle Türkiye’de ve bu bölgede terör örgütü olan PKK olsun, DHKP olsun, IŞİD, DAEŞ olsun, her ne olursa olsun, ona göz yuman ve onunla mücadele veren devlet güçlerine karşı kirli siyaset yapanlara lanet olsun diyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle…