BÖLGEDE TERÖR TÜM HIZIYLA DEVAM EDİYOR!? (IV)
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten bölgede terör tüm hızıyla devam ediyor.
Gerçi bundan üç dört ay evvelki yoğunluğa göre nispeten
yer yer azalmış ise de ne yazık ki hala şehitlerin haberleri Nusaybin’den,
Şırnak’tan, Yüksekova’dan gelmeye devam ediyor?
Nitekim daha dün Nusaybin’de 3 askerin şahadet haberi
geldi, kor ateşi ailelerin evini yaktı.
Edinilen bilgilere göre Nusaybin ile Kamışlı arasında 25
metrelik yeraltından kazılan tünel sebebiyle Nusaybin’deki terörle mücadele
başarısı biraz gecikmiş oldu.
Oysaki Sur olayı gibi büyük bir olay ancak 100 gün devam
ederken, Nusaybin olayı nerdeyse bir seneye yaklaşıyor.
Yapılan araştırmalara göre terörün Nusaybin’e
odaklanmasının temel nedeni işte 25 metrelik yeraltından kazılan bir tünelin
var olması ve son günlerde tespit edilebilmesi, bize göre o da gerçekten
askerin ve polisin büyük bir başarısıdır.
Ama bu da bir gerçektir ki kamuoyu bunu merak ediyor ve
merak etmekte de çok haklıdır.
Allah aşkına sormazlar mı?
Bu ülkenin istihbarat birimleri nerede?
Bu ülkenin özellikle MİT istihbaratı nerede?
MİT’in başında bulunan Hakan Fidan ne yapıyor?
Jandarma İstihbarat birimleri neyi araştırıyor?
Emniyet Teşkilatları İstihbaratı yine hakeza?
İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala ne diyor?
Gerçekten 25 metre uzunluğunda Nusaybin ile Kamışlı
arasında böylesine bir kazı yapılıyor, bu kazanlar Suriye tarafından mı
gelmişler, Türkiye tarafından mı veyahut her iki taraftan mı kazılmış da
birbirine ulaştırılmış?
Ama o kazıdan çıkan topraklar ve taşlar nereye döküldü?
Ve oradaki tahkimat nasıl yapıldı?
Bilemiyoruz tabi.
Bugün İslam dünyası problemlerle karşı karşıya olduğu
gibi elbette ki Türkiye’de de derin bazı odakların parmağının bu işin içinde
olma hususu düşüncelerden, idraklerden pek uzak düşmüyor.
Bize göre bunu düşünmemek gaflettir, gaflet olduğu gibi
akla da zait gelir.
İnsanları hayretlere düşüren olay da budur.
Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı her konuşmasında ifade
ediyor.
“İslam dünyasında, özellikle Irak ve Suriye’deki iki
taraf arasında yaşanan çatışmada, öldüren de Allahû Ekber diyor, ölen de Allahû
Ekber diyor.
Kimin eli kimin cebinde belli değil”
Ülkemizde de özellikle coğrafyamızda da bu tür
oluşumların gittikçe belirsizlikler içerisinde yürüdüğünü görüyoruz.
Ne yazık ki, bu sorulara cevap aranıyorsa da bulunamıyor.
* * *
Bize göre tarihi bu olumsuzluklar, bu keşmekeşlikler
içerisinde zifiri karanlığa giren İslam ülkelerinin başlıca sebepleri kurulan
batıl sistemlerdir, düzenlerdir, yanlış rejimlerdir ve o rejimlerin dayandığı
anayasadır ve yasalardır.
Rejimlerin yanlış uygulamaları, bize göre her şeyi
bitirmiş durumdadır.
Zira görünen odur ki özellikle tarihi cihanşümul bir
Osmanlı imparatorluğunu yok eden ve son Padişah olan Ulu Hakan Sultan
Abdülhamit’i kaşla göz arasında tahttan indiren güç, tam karanlık bir güçmüş.
Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilme ferman fetvasını
ona götüren, elden teslim edip alaşağı eden zevatlar Ermeni, Yahudi ve Mason
kişilerden oluşuyordu.
Bunların başını çeken de Yahudi kökenli olup Mason
İttihatçılardan Emmanuel Karaso, Aram Efendi, Esad Toptani’dir.
Bunlar, Abdülhamit’in fermanını elden kendisine
veriyorlar ve gece yarısı Selanik’e gönderiyorlar.
Daha sonra devlet içten yıkılıyor, Âlem-i İslam
paramparça oluyor.
Tıpkı bugünkü yaşanılan hal gibi.
Netice itibariyle mevcut terör odaklarının dayanak
noktaları da aynı kaynaktır.
Allah korusun, Türkiye’miz bugün herhangi bir dış savaşla
karşılaştığı zaman içten vurulacağımızı kimse inkâr edemez.
Ülkeyi içten vuran odaklar da belli.
Başta meclisteki bulunan bazı muhalefet odakları ki Beşar
Esed’i savunanlar, hele hele ikide bir ABD’ye uçup merkezi Chicago’da bulunan
mason teşkilatlarına danışarak icazet alan Selahattin Demirtaş gibi veyahut
daha niceleri…
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten dert çok, yaralar derin.
Deveye sormuşlar; “Boynun neden eğri” demiş ki “Nerem
doğru ki.”
Yıllardan beri halkın birer ümidi durumunda olan, gelen
giden muhafazakâr siyasi partiler ve onların başındaki liderler ve bu paralelde
kurulan nice muhafazakâr dernekler nerede?
Onların tarihçesini bir bir buraya alıp dercedersek,
köşemiz buna yetmediği gibi zannedersem neticeye de ulaşamayız.
Eğer 1950’lerden günümüze dek…
Halk, CHP’den nefret ettiği için ve bir an evvel kökeni
dışarıya bağlı Kemalist, zorba, altı oklu anlayışın ortadan kaldırılması için
büyük fedakârlıkla oyunu bu muhafazakâr partilere vermiştir, iktidara
getirmiştir.
Ama heyhat!
Gün gelmiş, devran geçmiş, ama bir türlü bu muhafazakâr
partiler ilk seçim meydanında konuştukları gibi iktidara geldikleri zaman da
göründüğü gibi görüntü verememiştir.
Onun için dağılıp gitmiş, ama bu millet yine de ayakta.
* * *
Bakınız.
Kemalist İsmet İnönü’nün Halk Partisi’ni demokratik
yöntemlerle deviren bu halk, Menderes’in inancı paralelinde vermiş olduğu
taahhütler doğrultusunda on yıl üst üste iktidar olma imkânını sağladı.
Ama partinin içinde ne yazık ki başta Mason Celal Bayar
olmak üzere özellikle 1957’den sonraki seçimlere giren nice masonik kafalar,
partiyi önceki göstermiş olduğu muhafazakârlık anlayışından, saptırdılar.
Adeta CHP’nin çizgisine kaydırdılar ve nitekim 27 Mayıs
darbesiyle herşey son buldu.
Olan, Menderes’e oldu, ailesine oldu ve ona bağlı olan
tüm inanmış, muhafazakâr, oyunu vermiş halka oldu.
Eğer Menderes, ilk seçim meydanlarındaki vermiş olduğu
sözlere sonuna kadar sahip çıkmış olsaydı ve sistemin Kemalist yasalarına bağlı
kalmamış olsaydı, halk daha da güç verecekti.
Ama bunun tersine durup dururken “Laiklik” ilkeleri adına
inanan Müslüman kesime rağmen, Bediüzzaman’ın telif ettiği Risale-i Nur
eserlerine karşı TCK’nun 163. maddesini uygulamaya koydu.
Ondan sonra da üç kişi bir araya gelip namaz kılamaz hale
geldi.
“Siz şeriatı getiriyorsunuz, laikliğe aykırı hareket
ediyorsunuz” diyerek hemen gözaltı, savcılık ve tutuklama söz konusu oluyordu.
Bu mezalim nereden çıktı?
İsmet İnönü’nün altı oklu anlayışının korkusundan
tevellüt eden bir hareketti ki bu da Demokrat partisine ağır maliyet getirdi.
Keza Demokrat partiden sonra gelen, kendini muhafazakâr
gösteren partiler de aynı.
Demirel’in Doğru Yol Partisi, gâh mıhına vuruyordu, gâh
nalına.
Gâh Müslümanları kandırıyordu, gâh Kemalist oluyordu.
Oysaki partinin ruhu masonik kafalarla doluydu, ona oy
veren muhafazakâr toplumla hep ters düşüyordu.
Ve bugün Doğru Yol Partisinin esamisi okunmadığı gibi
Demirel ailesi de artık tarihten silinmiş, esamisi okunmuyor.
Keza Turgut Özal’ın ANAP’ı da öyleydi.
Muhafazakârlık, din, iman, milliyetçilik anlayışıyla
siyaset meydanlarını hıncahınç dolduran, merhum Özal’ın o güzel konuşmaları,
belagat natıkası ta onu Cumhurbaşkanı makamına kadar yükseltti.
Ama partiyi kimin eline verdi?
Muhafazakârlıkla, İslamiyet’le, dinle, imanla hiç alakası
olmayan Mesut Yılmaz’a teslim etti.
Ki Mesut Yılmaz’a tanınan Başbakanlık imkânı Semra Özal
Hanım’ın talimatlarıyla olmuştu.
Netice itibariyle Turgut Özal, ANAP elinden gidince
yeniden siyasete dönüp yeni bir parti kurma teşebbüsündeyken ne yazık ki fırsat
bulamadı ve suikasta uğradı.
Bugün Turgut Özal’ın esamisi okunmadığı gibi ANAP’ın
kalıntısı dahi kalmadı.
Keza Selamet Partinin, Refah Partinin, Saadet Partinin
hali pür melali bundan ibaret.
Doğrusu, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse;
1950’den günümüze kadar gelen giden siyaset, siyasi
oluşumlar ne yazık ki hakkıyla bu halka vermiş olduğu sözler, vaatler, büyük
bir tutarsızlık içerisinde oluşa gelmiştir.
Bakınız.
Bundan daha bir hafta on gün önce, 28 Şubat’çıların
yargılanması yapılırken, şahit gösterilen Mesut Yılmaz dönemin Başbakanıydı.
28 Şubat’çılar onu şahit gösterdi ve “28 Şubat diye bir
sıkıntı yok, bize herhangi bir zorluk gösterilmedi, askeri vesayet yoktu” diye
yalancı şahitlik yaptı.
Keza o dönemin koalisyon ortaklarından Refah Partinin
Adalet Bakanı olan Şevket Kazan da yine 28 Şubat’çılar tarafından şahit
gösterildi.
Ama ne yazık ki Şevket Kazan bütün vicdanını, dinini,
imanını, muhafazakârlığını bir çırpıda ayakları altına alarak yalancı şahitlik
yaptı.
Ne dedi biliyor musunuz?
Gerçekten tüyler ürperten ifade.
“Hayır, 28 Şubat olayında askerin hiçbir dâhili yoktu,
bizi herhangi bir istifaya zorlamadı, Erbakan kendi kendine bırakıp gitti”
diyerek yalancı şahitlik yaptı.
Nerdeyse 28 Şubat’çılar tümüyle “sütten çıkmış ak kaşık”
gibi gösterildi.
Ama bunlar içinde en yüreklilik gösteren Sayın Tansu
Çiller Hanımefendi böylesi yüreksiz erkekleri ona katlar.
Dedi ki;
“Ben gidip yalancı şahitlik yapmaktansa, mahkeme huzuruna
gitmem, gidersem yalancı şahitlik yapmaya zorlanırım”
* * *
İşte bakınız sevgili okurlar.
Bugünkü yazımızın ana çizgisi ve temel dayanağı, bir
önceki gün Diyarbakır’da yeni kurulan “İnsan Hakları Cemiyeti”ne yöneliktir.
Bir otelde düzenlenen “İnsan Hakları Cemiyeti” kuruluş
törenine katılan Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nu, bu cemiyet
hakkında yaptığı konuşmasından dolayı gerçekten tebrik ediyorum ve kamuoyu
adına teşekkür ediyorum.
Ve o paralelde konuşan-katılım gösteren diğer sivil
toplum kuruluşlarına.
Özellikle Sayın Yapıcıoğlu ile Sayın Karadağ’ın
konuşmaları dikkat çekiciydi.
Ama bunu da ifade etmeden geçmek istemiyorum.
Geçmişe yönelik, zincirleme olarak muhafazakârlık adıyla,
yani milletin din ve inanç paralelinde yola çıkan önemli derneklerin başını
çeken Mazlum-Der vardı.
O Mazlum-Der ne yazık ki bugün esamisi ortalıkta yok.
Zaman zaman bazı bölücü derneklerin yanında yer alarak, o
İslami kisveden sıyrılıp değişik bir kisveye girmiş olması, yanlış
tutumlarından dolayı nerdeyse halkı adeta hayal kırıklığına uğratmış durumda.
Tıpkı bugünkü AK Partinin içinde bulunduğu belirsizlikler
gibi...
Ve gittikçe kozmopolitleşerek ne idüğü belirsiz insanlar,
kişisel ranta dayalı basmakalıp, yalaka insanlar partinin ön saflarına geçiyor
olması.
Gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı
döneminde olsun.
Ki Cumhurbaşkanlığı döneminde de.
Son 1,5 yıldır da, başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yanında,
birinci sırada görüntü verip söz sahibi olan "bazı menfaatperest"
kişiler.
Bunlar "bukalemun" yüzlü kişilerdir.
Rant düşkünüdürler.
Bu kişiler, devletin önemli bazı büyük ihalelerini başka
kimselere kaptırmamak üzere enva-i hile ve desise içerisine girerek, servet
üzerine servet yapmışlardır.
Muhafazakârlıktan, dinden, imandan, uzaktan yakından
alakaları olmamakla beraber, karakteristik olarak devşirme ve dürüst olmayan
kişiliklere sahip bu insanlardır, gâh AK Partili oluyorlar, gâh HDP’li
oluyorlar, gâh PKK’lı oluyorlar.
Yani partiyi hançerleyenlerdir bunlar.
İşte tüm bu yaşananlara karşı, halk ne yazık ki büyük bir
hayal kırıklığına uğramış durumda.
En derin saygı ve sevgilerimle.