BU OLAY ÇOK VAHİM!?

Evet, Mersin’deki “hain saldırı” hem vahim, hem de derdinden derine düşündürücü! Ve tabi ki yarınlara dair de “tehdit ve tehlike” arz edici..  İki kadın terörist, sırtlarında bomba çantası, bellerinde tabanca, ellerinde uzun namlulu silah, gecenin bir vakti, altlarında lüks bir otomobille, Mersin’i turluyorlar… Ve sonra saat 23.00 sularında Mezitli ilçesindeki, Polisevinin önüne gelip, saldırı düzenliyorlar. Bir polis şehit ediliyor. Biri polis, 4 vatandaş da yaralı.. Yakalanacaklarını anlayan terörist kadınlar, kendilerini patlatıyorlar…

***

Kim ne der bilmem!.? Ki benzer bir çok olay yaşandı bugüne dek.. Nice haince katliamlar yapıldı.. Ve ben, olup-biten böylesi terör saldırılarına ilişkin analizimde şunu vurgulamışımdır.? Ki bu olayda da aynı vurguyu yapmaktayım… Bu olay, sıradan bir olay değildir. Bana göre, PKK teröründen gelen bir olay olmakla beraber, tek başına organize edilmiş bir saldırı değildir… Bizatihi PKK’nın tek başıyla yaptığı hain bir girişim olarak görmüyorum…

***

Çünkü, bunun hem içeride hem de dışarıda; “üst akılları” var.. Sahiplenenleri var.. İşte, dışarıdan müttefikimiz (!) ABD.. Yarım asırdır, tüm güçleriyle PKK için lojistik temin ediyor.. İçimizdeki kendilerine masum görüntü veren ana muhalefet partisi CHP, HDP, ulusalcı medya ve ulusalcı vesayetçi darbeciler de ittifakla “örgütü” sahiplenerek, saha hâkimiyetine akıl enjekte ediyorlar. Yineliyorum, bu olay münferiden bir iş olmayıp, organizeli bir iştir ve bu hain saldırı ilk değildir, son da olmamıştır…

***

Bu memleket yıllardan beri bu acıları çekmektedir. Denir ya, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir..” Bu minvalde yola çıkarsak, bu olaylar yine gizli emperyalist güçlerin, Türkiye’de sahiplenip, himaye ettikleri gizli localar ve piyon güçlerdir.. Osmanlının son döneminde ittifak eden gizli güçler kimler idiyse, dün olduğu gibi bugün de- Cumhuriyetin kuruluşu döneminden başlamak üzere; dönemsel olarak, “haince arkadan” ülkeyi ve milleti hançerlemişlerdir… Uzantı silsile misali halkalar birbirine bağlı… Ama her nedense tüm olup bitenlerin köküne, esasına inilmedenhep yüzeysel geçilmesi de apayrı bir gaflet ve dalalettir. Onun için, Mersin’deki olay, münferit veyahut herhangi bir parti anlayışına yönelik girişilen bir saldırı değildir…

***

Denir ya..

Ne malum ki; geçmişe yönelik darbelerin, vesayetçilerin, post moderncilerin, Batı Çalışma Gruplarının, FETÖ’cülerin, darbe silsilelerinin yeni bir versiyonu, yeni bir hareketi olma hali değildir.

Ne malum ki; hükümete karşı yapılan bir darbe provokesi değildir.

Kimse bunu inkâr da edemez.  İktidar ve iktidar ortağı olan MHP liderinin zaman zaman boşa sıkar gibi attıkları naralar, bağırtılar, ettikleri nutuklara benzemez… Bu saldırı hareketi; yeni bir darbe girişimine zemin hazırlama belirtisi gibi görünmüyor da değil?!.

***

Zira Kanal 1 gibi, Halk TV gibi diğer bazı Sosyalist, Bolşevik yayın kuruluşlarının ve medya gruplarında bazı kadınların hem İslam’a yönelik, hem Cumhurbaşkanına yönelik, hem mukaddesatlarımıza yönelik yaptıkları konuşmalar, acımasızca attıkları iftiralar.. Ve bu yaptıklarının da yanlarına kâr kalma hali.. Biz, bu tür olayların bir çağrı niteliğinde olduğuna dair işaret ve belirtileridir diye düşünüyoruz.

Ama hükümet, özellikle Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu işleri bizden çok daha iyi bildiği için fazla söz söyleyerek uzatmaya da gerek duymuyoruz.

Ama anlayan anlar.  Bir halk deyimi vardır.. “Anlayana sivrisinek saz…  Anlamayana davul zurna bile az.”

***

1950’lerden, hatta 1909’lardan yani 31 Mart Hadisesinden günümüze dek yapılan oligarşik hareketler, dayatmalar, koskocaman bir Osmanlı İmparatorluğunu çökertip yok etti… Baş aktör de, içi masonik beyinlerle dolu İttihat Terakki partisi idi..  Ve o parti öncelikle Hilafet-i İslamiye ile oynadı, sonra itibarsızlaştırarak, yok etti… Osmanlının I. Dünya Savaşına sokulması da onların plan ve projelerinin hayat bulmasına yönelik bir tuzaktı.. Başrolde yine onlar vardı… Silsileli olarak cumhuriyetin kuruluşundan sonra dahi aynı hal idame edildi ve edilmeye de devam edildi…

Bir örnek vermek gerekirse… Kültürümüze mal olmuş bir slogan.

Gelen giden hükümetler “deve kuşu” misali başlarını kuma gömerek, kendi kendilerini kandırmışlardır.. Ki gövdeleri de her daim başsız vücut misali hedef olmuştur, saldırı altında bulunmuştur… Ülke ve millet olarak; “iç dağınıklık” halimizden dolayı böylesi alçak saldırılara ne yazık ki hamileyiz!  Çünkü böylesine sorumsuzlukları, haince saldırı her kim yapmışsa, yaptığı yanında kâr kalmıştır. 

***

Hakikat şudur ki, ülkemizde vücut bulan siyaset, özellikle iktidarı elinde tutan hükümetler, söz sahibi olduklarında, ne yazık ki öncelikleri maneviyat değil, hep maddiyat olmuştur.. Kapitalizme biat etmiştir… Rant teminiyle devşirme akla sahip olmuştur.  Milletin gözü ranta ve maddeye yöneltilmiş olup başını kuma gömenlerin de akıbeti “deve kuşu” misali olmuştur.  Bugün değil, yüz yıldan beri bu hal devam ede gelmiştir. Yaşanan hale kimse; “olup-biteni umursamıyorum” diyemez.  Ama ne hazindir ki; “üç maymun koduyla” olaylara bakılıp durulmuştur…

***

Hep ifade ediyorum.. Bu memleketin sürekli böylesi alçak saldırılara maruz kalma halinin tek nedeni; bize göre İslamsızlıktır.

Toplumu temsil eden gençliğin veyahut bürokrat kesiminin İslam’dan her gün biraz daha fersah fersah uzaklaşma halidir. İslam dininin getirmiş olduğu toplumsal barışın değişik versiyonlar bahane edilerek ortadan kaldırılmasıdır.. Bu memleketin böylesi günleri yaşamasının başlıca sebepleridir bunlar!

Şu gerçeği de vurgulamadan geçmek istemiyorum. Türkiye dâhil olmak üzere tüm İslam dünyası, akla ziyan bir anlayışla kapısını, İslam’ın hakikatlerine değil, İslam dışı tüm oluşumlara açmıştır.  Demokrasi adı altında İslam hükümleri, Kur’an gerçekleri, siyaset kulvarında revaç görmemekte olup, rejimin kapıları İslam’dan başka her şeye açıktır.

***

Sosyalizm’e meşruiyet var.  Komünizm’e meşruiyet var.  Sözde Demokrasi’ye meşruiyet var.  Liberalizm’e meşruiyet var.  Faşizm’e meşruiyet var.  Irkçılığa meşruiyet var.  Bolşevizm’e meşruiyet var.  Laisizm’e, Sekülarizm’e ve Kemalizm anlayışlarına meşruiyet var.  Sonuna kadar bu anlayışlara kapısını açan bir rejimle, bir sistemle karşı karşıyayız. Ama İslamiyet hariç…  İslamiyet yok.  İslamsız bir sistemin bünyesine taşıdığı böylesine sonu “İZM”lerle biten kirli kavramlar sızdıkları her yerin kapısını, bilaistisna İslam’a kapatıyorlar..

***

İşte İslam dünyası, böylesi bir hastalığı yaşıyor.. Kendinde değil… Zaten bu hastalığın özüne odaklanıp, reçeteyi İslam hakikatinde aramış olsaydık; “yer küresi” huzuru da, barışı da, kardeşliği de yakalamış olurdu? Ama yok… Üstadın dediği gibi; “bizi elin gâvuru” değil, bizi bizden edip, bedbahtlaştıran içteki kurtçuklardır?

En derin saygı ve sevgilerimle.