BURADA BASKI YAPAN BİR DEVLET YOK!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “EKONOMİKSEL SIKINTI HARAM YEMENİN SONUCU MUDUR?” ifadesinin yerine günlük olup bitenlerin doğrultusunda “BURADA BASKI YAPAN BİR DEVLET YOK” ifadesini başlığa taşıyoruz...

Çünkü tablo çok hazin…

Türkiye’mizde, özellikle bölgemizde, özellikle Diyarbakır’ımızda görülmekte olan ve yaşanan hadiseler silsilesi, çok vahim.

Vahim olduğu kadar çok korkutucudur.

Aynı zamanda çok da düşündürücüdür…

Zira toplumsal günlük hayat akışları normal seyr-u seferinde yürümesi gerekirken, maalesef tersi istikamette yol alıyor..

Nitekim vatandaş çalışıp-didiniyor, alın teriyle kazandığından devletine meşru zemininde vergisini veriyor...

İnsanlarımız, çoluğunun, çocuğunun, ailesinin muhtaç olmaması anlayışıyla mücadele ediyor, iaşelerinin temini için çabalıyor...

Tüm bu uğraş ve çabalara rağmen ne yazık ki mevcut kokuşmuş mezalim üreten sistemin hegemonyasından kendini kurtaramıyor.

Baskı altında...

Bir yandan piyasa sıkıntıları, diğer taraftan ekonomiksel buhran...

Piyasa istikrarsızlığı..

Ve döviz kurunun “inişli-çıkışlı” hali...

Elektrik, doğalgaz, ve suya gelen zamlar silsilesi..

Akaryakıtın nerdeyse üç günde bir zam görmesi…

Öbür yandan vatandaşa otorite tarafından gözdağı verilircesine adeta “senin gözünün üzerinde kaşın var” misaliyle “kestiği cezalar?”...

Alın terinden akan emekten gelen helal kazanca göz dikercesine devletin birçok kurumu, özellikle illerdeki bazı Valiler, ilçelerdeki bazı kaymakamlar, hele hele ki kayyım yönetimlerinde bulunanlar, vatandaşa çok ağır faturalar kesiyorlar...

Akla ziyan gerekçelerle, “parasal ceza” kesiliyor..

Vatandaşın nerdeyse gırtlağına yapışıyor, çalışma azminden alıkoyuyor ve resmi cezaları yazıp duruyor!.

Hele hele Diyarbakır’ımızdaki arsa mafyaları tarafından vatandaşların arazisine el konuluyor, gasp ediliyor ve o bölgeye bağlı kaymakamlar o gaspçıları adeta koruyor ve onlara meşruiyet vermek için resmi evrakta tahrifat yapıyor.

“İçişleri Bakanımız nerede?” diye seslenmemek, sormamak elde değil.

Yaşananlara karşı, can dayanmaz bir halde!.

Vatandaş “illallah” ediyor..

Feryat figan içerisinde, bağırıyor...

Sesi çıkıyorsa da duyan yok..

İnanın bazı günler var ki, yüzlerce şikâyetler alıyoruz...

İş adamından işçisine..

Resmi kurumda çalışanından, sokaktaki esnafa kadar..

Özellikle, “keyfi ceza” uygulamalarına veryansın ediyor...

İnşaat sektöründen söz etmek istiyorum..

Bu mevzuyu irdelemeden önce, bazı kaymakamlıkların, antidemokratik, hukuk dışı keyfiliğe dayalı yaptıkları resmi evrakta sahtecilik ve illaki suçluyu kurtarma şekline, parantez açmak istiyorum!.

Hele hele yargıdaki birbirine uymayan, hukukun gölgesinden bile geçemeyen yanlı ve çelişkili kararların varlığı!.

Özellikle iş mahkemeleri...

Aylarca, yıllarca Savcılıklarda bekleyen vatandaşın şikâyetleri…

Bunları, gerçekten bir hukuk devletinin neresine sığdırabileceğiz ki…

Biz her zaman söylüyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz.

Devlet yetkililerine diyoruz ki Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine aklı müstakim, iman ve izana sahip, Allah korkusu olan, ehil ve liyakat sahibi bürokratları gönderin.

Siyasetin himayesi altında şımarık, “ne oldum” delisi olanları göndermeyin....

Milleti hiçe sayıp iktidarın çalışmalarına gölge düşürmek isteyenleri bu bölgeye göndermeyin.

Bunların nerdeyse bazılarının keyfi uygulamaları adeta toplum arasında birer fitne unsuru haline gelmiş durumda!.

Yazdık çizdik.

Hepsini tekrar buraya alamayız.

Ama ileride kesintisiz olarak burada dile getireceğiz.

Ta ki devlet yetkilileri, sorumlu bakanlar bunları görünceye ve halkın sesine kulak verinceye kadar; dillendirmeye devam edeceğiz..

İnşaat sektöründe çalışan birçok beton imalatı yapan fabrikaların yetkilileri, Diyarbakır Valiliğinin “illallah” dedirten uygulamalarından yaka silkiyor.

“Sen kum ocağını ruhsatsız olarak çalıştırıyorsun, dere yatağını bozuyorsun, Dicle nehrinin düzenlenme projesine aykırı hareket ediyorsun, gel buraya sana 100 bin lira ceza, gel buraya sana 400 bin lira ceza...”

Yani adamına göre cezalar diyorlar ya.

Haddi hesabı olmayan bu cezaların sonucu nereye kadar gidecek acaba?

Peki, bu firmalar kum ocaklarından kum taşımacılığı yapmazsa ve o ocakları kapatırsa inşaat sektörü ne yapacak, nereye gidecek?

İş merkezleri, binalar, okullar, hastaneler nasıl yapılacak, neyle yapılacak?

Evet, bazı akıl satan yetkililer diyorlar ki;

“Kum değil, dağdan taş kırarak, taşla toprak iç içe getirin çimentoyla karıştırarak, güçlendirici katkı maddesi de katarak böylece iş yapmış olursunuz.

Dere kenarının ıslah namusunu da kurtarmış olacaksınız...(!?)”

Yapılan deneyimlere göre bu karışım tutmaz.

Yani kalkerle çimento ve güçlendirici katkı maddesi ne kadar koyarsan koy, dozajı tutmaz.

Yapı denetim firmaları daima milletin bu şekilde yaptıkları inşaatlarını durdurmak zorunda kalıyorlar...

Deyim yerindeyse onlara da iş çıkmış oluyor.

Peki, böylesine akıl satan bir otorite, bir yönetim şekli, daha ne zamana kadar bu fen ve tekniğe aykırı bilinçsizliğinin tahakkümünü millete uygulayacaktır?

* * *

Fazla uzatmayalım sevgili dostlar.

Dün arşivlerimi araştırırken bu meyanda Yargıtay eski başkanlarından Hukuk Profesörü Sami Selçuk’un “ZORBA DEVLETTEN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE” isimli kitabı elime geçti.

Birkaç sayfasına göz atarken kitabın 13. Sayfasının başında Konfüçyüs’ün bir kadınla yaptığı bir muhavere şeklini anlatıyor.

Çok güzel ve çok dikkat çekici bir öyküyle kaleme almış.

Şöyle diyor;

“Konfüçyüs, öğrencileriyle birlikte Thai dağının eteklerinde gezinirken ağlayan bir kadını görüyor.

Öğrencilerinden Tz-leu kadına neden ağladığını sorar.

Kadın “çocuk acısı çekiyorum, bu çevrede bir kaplan var. Önce kaynatamı parçalayıp yedi, sonra kocamı, şimdi de oğlumu öldürdü” der.

Konfüçyüs söze karışır.

“Öyleyse niçin bir başka yere gitmiyorsun” diye sorar.

Kadın şu ilginç yanıtı verir.

“ÇÜNKÜ BURADA İNSANLARA BASKI YAPAN BİR DEVLET YOK.”

Bilge Konfüçyüs öğrencilerine şunları söyler;

“Kadıncağız haklı çocuklarım, baskı yapan devletler kaplanlardan daha korkunçtur, bunu hiç unutmayın.”

Bir yüzyıl sonra dünyanın bir başka ucunda, eski Yunandayız.

Zorba kral “nearkosa” ya da “diomedona” karşı ayaklanan Zenon yakalanmıştır.

Suç ortaklarını söylemesi için bizzat kral işkence yapmaktadır.

Söylence iki biçim almıştır.

Zamanla bir görüşe göre Zenon konuşmamak için dişleriyle kopardığı kendi dilini zorba kralın yüzüne tükürmüş.

Bir başka görüşe göre ise Zenon kulağına söyleyeceği hilesiyle zorba kralın yaklaştırdığı kulak kepçesini ısırıp koparmış, bunu kralın yüzüne tükürmüş.

Sonra da suç ortaklarının adlarını vermiştir, HEPSİ DE KRALIN EN YAKIN DOSTLARIDIR.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Burada yazımıza nokta koymadan önce, şu ifadeleri de sizinle paylaşmak istiyoruz.

Şöyle ki;

“Olayları aşarak değerlendirdiğimizde büyük zaman dilimleri içerisinde insan toplulukları benzerlikler yansıtıyor.

Sonuç ise şudur.

Özgürlükçü çoğulcu demokrasi, sivil toplum hukuk devleti, insanlığın düşünsel evriminin ulaştığı son kavşak noktası olmaktadır.

Bu sohbetimizin mahiyetine yarın da devam edeceğiz!..

En derin saygı ve sevgilerimle.