BÜYÜK SİYASİ İNHİRAF TOPLUMU NEREYE GÖTÜRÜR?! (V)

Sohbet serimiz devam ediyor!.. İlk yazıda ifade ettiğim gibi; gidişat ülke ve millet açısından hiç de “huzur ve sıhhat” verici değil, aynı zaman da ümit verici de değil.. Olmadığından dolayı da ısrarla mevzulara odaklandığımız gibi, başlıktaki kavramın ekseninde haykırıyoruz? Ve diyoruz ki, mevcut hal hiç de iyi bir hal değildir..

***

Tabi sohbet başlığımıza birileri itiraz edebilir! Diyebilir ki, “başka kavram mı bulamadınız.. İlla ki bu kavramı kullanmakta ısrar ediyorsunuz!..” Kendilerince haklı olabilir.. Özellikle, tarihinden, yaşanan ve yaşatılanlardan bihaber olanlar bunu ifade edebilir… Ancak kimse kusura bakmasın.. Çünkü mevcut hali ifade eden kavram, bugüne özgü değildir.. 1,5 asırdan beridir Türkiye’yi ve tüm İslam dünyasını “ağına alıp, badirelere sürükleyen” kirli ve sinsi siyasetin, ifşasıdır bu kavram!

***

Tarih sayfalarını çevirdiğimizde, değişik kavramlarla, değişik versiyonlarla, siyasi kavram kargaşalığıyla İslam dünyasının tüm varlığını, şeref ve itibarını, ciddiyetini, bin yıllık tarihini, kültürünü, dinini, imanını, “çağdaşlık” adına batı dünyasına peşkeş edilmiş bir hali görebiliriz.. Ki görünmektedir.

Hele hele “Ilımlı İslam” anlayışıyla “çağdaşlık” adına İslam ülkelerinin servetlerini, varlıklarını, itibarını, haince batı emperyalizmine peşkeş edilmesi, bize bu başlığı beş günden beri kullandırdığı gibi, haykırmamıza da vesile oluyor! Hakikatlere “kalp gözünüzü” kapatmayın!.

***

 

Bu topraklarda yaşayan, tarihinden, kültüründen, medeniyetinden haberdar olan herkes gibi bizim de, yaşanan ve yaşatılan haller karşısında susmamız mümkün değildir. Olup bitenler gayret damarımıza dokunmaktadır… Onun için bu kapsayıcı kavramda ısrarcı oluyoruz ki belki de daha fazlasıyla önümüzdeki günlerde kullanabiliriz…

***

Yakın geçmişimizde! Daha doğrusu bir kaç yıl önce, devletin bazı kilit noktadaki zevat, şöyle bir söz sarf etmişti.. “İslam, kendini güncelleştirmelidir..” İşte bu ifade, bizim günlerdir haykırdığımız, ortaya koyduğumuz gerçeklere dair tezimizi kanıtlamaktadır.

“İslam, kendini güncelleştirmelidir” sözü, bize göre vahim ve hatalı bir sözdür.

Yanlış bir sözdür.  Gerçekleri görmezlikten gelen bir sözdür.

***

Zira İslam dini hiçbir zaman kendi milletini, toplumunu, ümmetini geri bırakmamıştır.

En büyük medeniyet ve çağdaşlık anlayışı İslam’ın temelinde yatan ve hiç değişmeyen evrensel anlayışa sahip olmasıdır.  Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, çağlar üstü bir dini insanlara tanıtmıştır.  Kur’an, evrenseldir.

***

Ona gerçek manada bağlı olan İslam dünyası da “İslam’ın ruhunu bünyesinde yaşadığı müddetçe” geri kalmayacağı gibi, inanç noktasında da gerici bir din değildir.. Hele ki irticai bir din hiç değildir.  Evrensel kimliğin ta kendisidir…

Yüce İslam dini, beyinlerine nifak tohumu enjekte edilmiş siyasi münafıkların veya Siyonist piyonların veya emperyalist ajanların veya ajanca çalışan kirli kalemlerin anlayışı paralelinde “gerici bir din” olarak lanse edilmek hep istenmiştir.. Onların telaffuzudur..  Gerici ve çağdışı bir din olarak nitelendirilmek, gaflettir, dalalettir ve ihanettir… Kasıtlıdır.. Müslümanlar için, İslam âlemi için, haince plandır, mekir ve hileden ibarettir.

* * *

Bakınız sevgili okurlar..

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “kör taklitçiliği” şiddetle men ediyor.

Küfür dünyasından, Emperyalist ve Siyonist dünyasının çeşitli hile ve mekirlerinden korunmayı emrediyor.

Her hususta küffara taklitçilik yapmak ve onun âdetlerini, yaşam tarzını yaşayıp onlara tabi olmak, onların yasalarına karşı boyun eğmek, bizi gaflete sürükler.. Ki Kur’an-ı Kerim hep bizi bu konuda uyarıyor ve sakındırıyor.

***

Nitekim yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, birçok ayette Müslümanları ve hatta tüm İslam dünyasını, başta Yahudi sonra münafık, sonradan da ehl-i kitap, yani Hıristiyan, Yahudi veya müşriklerden korunmamız gerektiğini açık ve net olarak bize bildiriyor, uyarıyor….

İslam dünyasının, yüce kitabımız olan Allah’ın kelamının direktif ve talimatlarına uymayıp, körü körüne taklitçilikle divanece batı dünyasına benzeme sevdası ne yazık ki bizi bu duruma sürüklemiştir.

Öyle bir haldeyiz ki iki yakamızı bir araya getiremiyoruz.

Yalnız Türkiye değil, tüm İslam dünyası bu haldedir.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE), gırtlağına kadar petrolün zenginliğine güvenmiş olmaları dahi onları kurtaramaz…

Trump’ların, Biden’ların, diğer Siyonist güçlerin hegemonyasından kendilerini kurtaramazlar…

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bu husustaki birçok ayetleriyle bizi uyarıyor ve “Muhammed” suresinin 25 ve 26. Ayetlerinde aynen şu ikazı yapmaktadır…

“25- Şüphesiz ki kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, ona arka dönenleri, şeytan süsleyip bezemiş ve onları sahte ve düzmece ümitlerle doldurmuştur.

26- (Evet, münafıklar ona arka dönerler) çünkü onlar, Allah'ın vahyettiğini beğenmeyenlere; “Bazı konularda size uyacağız” demişlerdir. Ama Allah, onların gizledikleri düşüncelerini bilir.”

Cenab-ı Allah, O yüce kitab-ı mübinde direktif ve talimatlarıyla bizi uyarırken, bu kez “Casiye” suresinin 18 ve 19. Ayetleriyle de şöyle emrediyor;

“Sakın ilahi sistemlerden uzaklaşıp, beşeriyetin batakçı ve sapık sistemlerine uymayın.”

Küffarın taklitliğinden uzaklaşmayı emretmiştir.

Casiye suresi 18. Ayet mealen aynen şöyle diyor;

“Sonra (Ey Muhammed!) Sana da insanların uyacakları bir hayat sistemi (şeriat) verdik. O halde bu (yolu) izle ve (hakikati) bilmeyenlerin boş arzu ve heveslerine uyma!

19. Ayet;

Allah'tan gelecek herhangi bir cezayı önleme hususunda, onlar sana hiçbir fayda sağlayamazlar. Zalimler sadece birbirlerinin dostları ve koruyucularıdır. Allah da kendisine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanların dostudur.”

Bu hususta sohbetimiz fazla uzamasın diye burada kısa kesiyoruz.

Sohbetimiz bu meyanda devam edecektir.

Çünkü Kur’an bizi çok manidar bir şekilde uyarıyor ve dikkatimizi çekiyor.

Tarihin derinliklerine bakıldığında, o yüce ruhlu aba ecdatlarımızın şanıyla, şerefiyle dünyaya yayılmış olmaları, kesinlikle Kur’an-ı Kerim’in getirdiği İslam evrenselliğinin temel dayanağıdır.

Eğer ki İslam dünyası veyahut Türkiye’miz bunu yaşamadığı sürece, yeryüzünde itibar sahibi olması söz konusu değil.

Olmamıştır ve olamaz da.

Bakınız, son yüz, yüz elli yıl içerisinde Osmanlının İslam’dan sırtını yavaş yavaş çevirerek batılılaşmanın yani batı taklitçiliğine soyunarak, onların örf âdetlerine uymaları ve içimize taşımaları, bizi bizden etti!

Ve bunu bize dayatan, tahribat yaratıp, erozyona uğratan da bilmiş olalım ki, onlar Yahudi ve Ermeni lobilerinin kandırdıkları devşirmelerdir.

Bu devşirmelerin uzantısı Selanik Yahudilerine dayanıyor.

İşte bunlar, Osmanlı ordusunun bünyesine sızdırılmış gayrimüslimlerdir…

Müslüman Türk kanı yerine Yahudi kanıyla karışık ve belirsiz bir kanla her şeyi ele geçirdiler..

Ve hem bizlere hem de İslam dünyasına hükümran oldular…

Söz sahibi oldular..

Bunun tespitlerini de zaten tarih kitapları yazıyor.

Ki yaşanmakta olan hal zaten kendini ele veriyor.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Eski hal muhal.

Ya yeni hal, ya izmihlal!

Osmanlı, son döneminde yeni bir hal elde etmediği için, büyük bir izmihlalle karşılaştı.. Ki Osmanlının hal-i pür melali orta yerde.

Bunu da kaydetmeden geçmek istemiyoruz.

Batı dünyasının medeniyetini, İstiklal Marşımızın banisi ve müellifi merhum Akif şöyle tanımlıyor;

“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?”

En derin saygı ve sevgilerimle.