BÜYÜK SİYASİ İNHİRAF ÜLKEYİ VE DEVLETİ NEREYE GÖTÜRÜR?!

Sohbet serimizde yedi gün boyunca; “BÜYÜK SİYASİ İNHİRAF TOPLUMU NEREYE GÖTÜRÜR?!” başlığını kullandık.. Ki bu başlığın muhtevasında, “toplumu” öne çıkaran hadiselere odaklı, hasbıhalimiz oldu!…Bugün “sohbet başlığımızda” kısmi bir değişikliğe gidiyoruz.. Yani sorguladığımız hakikat bu kez; “BÜYÜK SİYASİ İNHİRAF ÜLKEYİ VE DEVLETİ NEREYE GÖTÜRÜR?!” ifadesidir…

***

Hiç kuşkusuz ki ülke, devlet ve millet “bir bütünlük” içermektedir.. Denir ya; varlıklarıyla birbirini tamamlayan, üç ana öğedir.. Biri ötekisiz, olamaz.. Etle-tırnak misali… Ayrı düşmeleri halinde; ne yazık ki her yönüyle olumsuzluklar başlar.. Ülkenin ve milletin hal-i pür melalini işte biz de bu rotada irdeleyip, sorguluyoruz.. Ama iman nokta-i nazarında..!

***

Mevcut hal, hiç de iyi bir hal içermiyor.. Günlük hayat akışı, olağan dışı haller içeriyor.. Toplum ruhen derbeder.. Anormal bir yaşam söz konusu.. Her şey ama her şey, “hak, hukuk, adalet, özgür bir iradenin” huzuruyla, kendini idame edemiyor.. Önceki yazımda, bunu detayıyla, irdeleyip sorgulamıştık.. Ve şunu ifade etmiştik; “toplumun derbeder haline, çözüm şart!”

***

Hiç kuşkusuz ki mevcut hal Anayasamızın dibacesinde yer alan şu beş temel kavramla, zıt istikamette ilerliyor…

Şöyle ki;

*Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.

*Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

***

Anayasamızın dibacesinde geçen işte bu beş cümleden ibaret olan hüküm, ne yazık ki yıllardan beri “sağlıklı” bir işleyiş ve kimliği icra edebilmiş değildir..

Ki Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek ülkenin içinde bulunduğu anormalleşme, kargaşa ve derbederlikler hali, bunun temel kanıtıdır…

Bakınız, insanlarımız sabah evlerinden huzurla, mutlulukla ve umutla çıkıyorlar…

Şöyle düşünüyorlar…

“İşimin başına gidiyorum..İşimi yapacağım.. Para kazanacağım… Evimi, ailemi geçindireceğim.. Çoluk çocuğumun rızkını temin edeceğim..”

Bunları hayal ederek, dışarı çıkıyor…

Helal lokma kazanmak suretiyle büyük bir zevkle, büyük bir keyifle çarşı pazara gitmeyi amaçlıyor..

Ama gel gör ki; büyük bir mutsuzlukla, kavgayla, kargaşayla karşılaşıyor…

Trafik canavarından tutun da, enva-i şiddet olaylarına kadar…

Ki vatan sathında, her kesimde nerdeyse her gün aile dramıyla karşılaşılıyor…

Silahlı çatışmalar..

Cinayetler..

İntiharlar..

Soygun, gasp, rüşvet, hırsızlık…

Fuhuş..

Uyuşturucu..

Kumar..

En acı verici de kültürsüz ve inançsız bir gençlikle yüz yüze gelinmesi!

Aile dramı.

Eşler arasındaki; anlaşmazlıklar!

Devletin bazı kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesindeki yapılan nitelikli dolandırıcılık…

Yolsuzluk ve usulsüzlükler…

Rüşvet çarkı..

Devletin önemli makamlarını ihraz edenlerin, kirli ilişkileri..

Yani say say bitmez..

Tabi bunları ifade ederken, hal-i hazırda biraz da “huzur ve istikrarlı” atmosfer solunabiliyorsak bunu da “ehil ve liyakat” ölçüsüyle, hareket eden çalışanlarımıza borçluyuz..

Devleti idare eden yetkililer…

Siyasi otorite…

Ki bunlara diyeceğimiz bir şey yok..

Ama, öylesine “kirli, sinsi ve ahlak yoksunu” şahsiyetler var ki; “lanetliler?!”

İşçi dedik; alın terine saygılıyız…

Hakkıyla işini yapan, baş tacıdır..

Ama “işçi” kisvesi altında “enva-i şeytani” işleri icra edenin zerre-i miskal “alın teri hakkı” yok.. Olmayacağı gibi; açık ifadeyle gerçek kimliği “dolandırıcıdır?”…

Bakınız adamın biri…

Sözde işçi…

“Nitelikli dolandırıcılıkta” sınır tanımıyor..

Devleti, özellikle bazı sağlık kurum ve kuruluşlarını “sahte belgelerle” yanıltıyor…

Sağlık birimlerinden,  o birimlerde çalışan rapor tanzim eden önemli doktorlardan, yanıltarak mı ya da anlaşarak mı (!) ??“sahte rapor” tanzim ediyor…

“İş Görmezlik” raporu alıyor…

Rapor üzerine devletten “iş görmezlik” maaşını alıyor…

Ama adam sapasağlam…

Düşünün bu rapora rağmen, adam sigortalı ve devlet kuruluşlarındaki en riskli işte çalışmaya başlıyor…

Ve buradan da yüksek maaş alıyor.

Hem ağır engelli görünüyor, hem dipdiri, en ağır ve riskli işte çalışıyor..

Çifte maaş…

İşin garibi….

Bu zat-ı namuhterem fi tarihinde kendi ihmaliyle, özel bir şirkette çalışırken geçirdiği “sözde iş kazası” bahanesiyle dava açıyor..

“Tazminat nasıl koparabilirim” diye…

Denir ya, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüsünde yakalanır!..

Yani “kep düştü kel göründü”…

Hem devleti, hem istihdam mekanizmasını, hem devletin SGK’sını, hem de adli ve sağlık mercilerini, bu kadar açık şekilde yanıltabilmek; haksız kazanç elde etmek, çok şeyleri insana söyletmiyor değil…

Onun için de bugünkü yazı başlığımızı değiştirdik…

“BÜYÜK SİYASİ İNHİRAF ÜLKEYİ VE DEVLETİ NEREYE GÖTÜRÜR?!..”

Diyeceksiniz ki yalnız bu mu?..

Hayır.

Böylesine birçok yöntem var?.

Hele hele dün de evvelki gün de aynı sohbet köşemizde bahsettiğimiz, Diyarbakır’ın bir iş mahkemesindeki görülen davada yaşananlar…

Yine böylesine bir işçi müsveddesi “Kıdem Tazminatı, Fazla Mesai Ücreti, Yıllık İzin Ücreti vs. vs.” aklınıza ne gelirse kendince derleyip toplamış..

Ve bunu iş mahkemesine sunarak dava açıyor..

N. Yeşil isimli bir işçi müsveddesinin böyle sahte evrak tanzimleriyle işvereni zarar uğratarak, devleti ve mahkemeleri yanıltması açıkça “nitelikli dolandırıcılık” suçuna giriyor…

Ki bu suçtan da işlem görmesi lazım…

Ancak ne yazık ki mahkeme hâkimesinin yanlılığını açıkça ele vererek işvereni sorgulaması, tüm resmi belgelerin birer kanıtlayıcı delil olmasına rağmen, bunlara inanmayarak, havadan cıvadan yan deliller arayarak, hâkimlik makamı yerine adeta avukatlık edasıyla antidemokratik, hukuk dışı bir duruşma icra etmesi, akla ziyan bir hukuk işleyişi!..

Hâkime hanım, bordro tanıklarının ifadelerini alırken tanıktan soruyor.

“Siz bu davacı N.Yeşil’i tanıyor musunuz?”

-Evet, tanıyoruz beraber çalıştık.

“Peki, niye işten çıkarıldı?”

-O işten çıkarılmadı, kendi kendine ayrıldı. Ayrılış sebebi de göreve gittiği gün, çalıştığı şirketin tüm şoförlerinin günlük çalışma güzergâhının belirtilmiş olmasına rağmen, o güzergâhtan gitmeyip PKK militanlarının şehir içinde yapmış olduğu eylem güzergâhını kullanmış.. Burayı tercih etmiş.. Eylemcilerin ortasından geçerken, aracı orada bırakıp kaçmış.. Aracın kontağı üzerinde.. Araç çalışır vaziyette terk edip gitmiş.

Açıkça, örgüt üyelerine “bu aracı sizin için buraya getirdim, gelin yakın” anlamını taşıyan harekette bulundu..  Tabi eylemci militanlar yakmak için arabaya yönelirken, polis müdahalesiyle araç yakılmaktan kurtarılıyor. Kasıtlı olarak aracın militanlara yaktırılması için bilerek o güzergâhı tercih ettiğini biliyorum.. Zaten daha sonra işe gelmedi. Bildiklerimiz bundan ibarettir.”

Bunları söylemesine rağmen, “geç onu geç, o bizim konumuz değil, konumuz kıdem tazminatıyla ilgilidir” diyor hâkime hanım.

Devamla; “Davacı ne kadar maaş alıyordu?” diye soruyor.

-Hâkime hanım ben muhasebeci değilim ki ben nereden bileyim ne kadar maaş alıyor?

Eften püften sorularla tanıkları dahi illaki yalan söylemeye zorlamaya çalışan hâkime hanımın bu hali, bize göre Adalet Bakanlığını sarsmıştır.

Zira hukuku bilmeyen, hukukun “H” harfinden dahi anlamayan nice hâkim ve hâkimeleri görüyoruz.

Hele hele şu İş Mahkemelerinde ideolojik iş yasalarıyla oturup kalkan böylesine hâkimler nasıl Adaleti temsil edebiliyor?

Nasıl Adalet Bakanlığı gibi kutsal bir kurum bunlara yetki verebiliyor?

Nasıl o cübbeyi giydiriyor ve kilit noktalarda oturtabiliyor?..

İşte bu söylediklerimiz,  cevap aranan sorularımız, gelişen dosyada tüm çıplaklığıyla kendini gösteriyor?!

Davalı tarafın avukatı ve müvekkili savunmaya geçerken, hâkimi uyarma babında “yanlış yargılama yapılıyor” demelerine rağmen, davalı tarafı azarlarcasına “Siz benim işime müdahale ediyorsunuz, konuşamazsınız” demesi bize göre bir hukuk skandalı olması gerekir.

İşte tüm bunların var olması, oluşması, yazımızın başında söylediğimiz gibi ülke ve devlet nereye gidiyor?!…

İnsanlar evlerinden çıkarken “Bismillah” deyip iş başına gidiyor..

Ama nice vatandaşımız mutsuz bir şekilde akşamları işten evine dönüyor.

Veyahut üzüntülü bir halle zar zor çalışma gününü tamamlıyorlar.

Bunlar yalnız mıdır?

* * *

Diyarbakır Söz Gazetesinin bugünkü manşet haberi dikkatinizi çekmiştir…

Pes dedirten bir vakıa?!..

Yine bir işçi müsveddesi…

Acube, nitelikli dolandırıcılık yapan bir işçi müsveddesi nasıl da devleti dolandırabiliyor?!

Nasıl para koparabiliyor?

Adli Tıp Kurumu veyahut sağlık raporunu veren hastanedeki çalışan doktor heyetlerini nasıl da ikna ederek, kandırabiliyor?!

Ya da anlaşma (!) yoluyla mı diyelim, nasıl da sahte rapor düzenlenmesi yapabiliyor…

İnanın, yaşananlara baktığınızda derdinden derine düşünerek şu sorgulamayı yapmak zorunda kalıyorsunuz..

Bu ülke nereye gidiyor?

“Bu memleketin sonu ne olacak?” diye, endişeye kapılmamak elde değil…

Yazımızın başında söylediğim gibi;

Türkiye Cumhuriyeti hukukun üstünlüğüne inanmış bir hukuk devleti olduğu gerçeğini ifade ederken, yaşanan hallerin, anayasanın semtinden bile geçmediğini görüyoruz…

Peki, siyasilerimiz ne yapıyorlar?

İster ana muhalefet olsun, ister diğer muhalefetler olsun, ister iktidarlar olsun, silsileli olarak yıllardan beri bu ülkenin böyle yozlaşmış hallerle karşı karşıya bırakılmasında en büyük suçlu ve müsebbiplerdir…

Düşündürücü olan da budur?!

Sevgili okurlar?

Elbette ki düşündürücüdür.

Ama ne yazık ki siyaset dili, siyaset koltuğunu korumakla meşgul…

Birbirlerine ağır suçlamalar getirmekle meşgul.

Devletin mekanizmasını elinde tutan nice bakanlıklar, ne yazık ki bu tür olumsuzluklara seyirci kalıyor.

Hâlbuki dünkü yazımda da Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ’a seslenerek demiştim.

Sayın Bakan!

Lütfen, biraz şu İş Mahkemelerindeki duruşma yapan hâkimlerin yanlılığına dikkat edin.

Hem de ideolojilerine dikkat edin.

Tümünü söylemiyorum.

Tenzih ediyorum.

Ama bazıları var ki adaletin cübbesini giydiği zaman, devlet adına, adalet adına düşünmek yerine davacının vekili gibi davranması, çok tehlikelidir ve adaletin temeline dinamit atma hali gibidir.

Yaşananlardan dolayı, dostane uyarılarımız dikkate alınmalıdır.

Söylediklerimizde kendi şahsımıza ait zerre kadar hiçbir şey yok.

Ama görünen, yakalanan ve kamu vicdanı tarafından bize gelen sorulara yanıt verme babında bunları yazmak zorunda kalıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar…