DEVLETLERİN VARLIĞINA SON VEREN UNSURLAR..?! (DİYARBAKIR VALİSİ DELİ İBRAHİM PAŞA!!!)

Malumunuz bugün, Ramazan'ı Şerif’in müjdeleyicisi "Berat Kandili.?" Öncelikle, tüm İslam aleminin, değerli hemşerilerimizin ve okurlarımızın, izleyicilerimizin "Berat Kandillerini" tebrik ediyorum.. Duamız ve temennimiz "yeryüzünde" yaşanan tüm acılar son bulsun.. Kardeş kanı dökülmesin, İslam dünyası ümmet bilinciyle bir olup, küfrün ve mezalimin üstesinden gelebilsin!

***

Evet, kutlamamızı ve duamızı ettikten sonra, sohbetimize geçelim, sevgili okurlar.

Üç gün süreyle kaleme aldığımız yazı serimizin ana başlığı şöyle idi;

 “İSLAM’SIZ BİR DÜNYADA İNSANI KORUYAN BİR DÜZEN KURULABİLİR Mİ?..”

Soru ve yanıt isteyen başlığa verdiğimiz cevap kocaman bir “HİÇ’ti..”

Ve öyle de not düşmüştük..

İslam’sız bir dünyada “ne mümkündür insanı koruyan bir düzen” olabilsin!...

Bu hakikati haykıran da “tarihi gerçeklerimizdir!..”

Milletlerin geçmişte yaşadıklarıdır...

4000 yıl önce İslam inancını getiren Peygamberler silsilesine karşı çıkan tağuti yapılar ve sergilenen mezalimlerdir...

İslam dünyasında yaşanan ve yaşatılan tarihi hadiseleri silsileli olarak sıralarsak, karşımıza ne hazindir ki “İslam’sız düzenler” çıkmaktadır...

Milletlerin, devletlerin dinden, imandan uzaklaştırılma gerçeği, büyük bir yıkım ve tahribatlar silsilesi olarak karşımıza çıkıyor...

Ki hal-i alem orta yerde!

***

Tarihin her yönüyle deşifre ettiği bu gerçeği bugün için kullandığımız; “DEVLETLERİN VARLIĞINA SON VEREN UNSURLAR?!” başlığı, “kavram değişikliği” içeriyorsa da, özü itibariyle anlam ve meramı ifadede, değişkenlik yok!..

Nitekim “İslam’sız bir düzen baki” olamayacağı gibi, “Devletleri çökerten ve yok eden ana unsurların başında da “ilahi” hükümleri tanımamak geliyor...

***

 

Zira “Nur” suresinin 63. Ayetinin son bölümü her şeyi açıkça ifade etmektedir..

Şöyle ki...

“Onun emrini çiğneyenler ya başlarına bir bela gelmesinden ya da acıklı bir azaba uğramasından kendilerini korusunlar.”

Bu ayetin yüce gerçeğinden anlaşıldığı gibi;

600 yıllık uzun ömürlü bir Osmanlı devletinin sonunu getiren, az da olsa, peyderpey de olsa İslam dininden, şeriat gerçeğinden uzaklaşma halinin, neticesidir...

Maddeciliğe tapıp, Allah’ı unutmak...

Çünkü İslam dinini gerçekleştiren medreselerden toplumu uzaklaştıran, gençliği sekülar bir anlayışla imansız bir hale getiren Osmanlının bazı padişahları, “ağacın kurdu” misali, Osmanlı’yı çökerttiler...

***

Sözü fazla uzatmadan günümüzdeki İslam dünyasına baktığımızda, “dünden beter bir hal” içerisinde, debelenip duruluyor..

İçteki yıkımlar, ülkelerin, milletlerin, devletlerin virane edilmişlikleri..

İşte Mısır..

İşte Irak..

İşte Suriye..

İşte Yemen..

İşte Afganistan..

İşte Afrika ve daha nice sayabileceğimiz İslam ülkeleri..

Ki Filistin “Siyonizm’in” çizmeleri altında eziliyor..

Dün, Halepçe katliamının sene-i devriyesiydi!...

Siyonizm’in, emperyalizmin “büyüttüğü” diktatör Saddam’ın vahşetiydi..

Ki “elma kokulu” kimyasal bombayı, “onu büyütenler” verip, kendi milletine “soykırımda” bulundu..

6 bine yakın kadın, çocuk, yaşlı sivil katledildi..

15 bine yakın insan yaralandı..

O bombanın etkisi ve bıraktığı izler hala ter-ü taze!..

Peki, büyütüp, palazlandırdıkları diktatör Saddam’ın akıbeti ne oldu?..

“Piyon olma” süresini tamamladı...

Yine onu büyütenler “yağlı ipi boynuna geçirerek” idam ettiler..

Sonuç; perperişan olmuş bir halk ve ülke, coğrafya!..

***

Peki, Türkiye’mizin yaşadıkları!...

Geri kalır yanı yok...

İşte, son yüz yıl içerisinde, hatta günümüzde bile içinden çıkamadığımız girdabın yarattığı “yıkımlar!..”

Temel neden, hukukun üstünlüğüne riayet etmeme, Allah’ın tarif ettiği ve bildirdiği insan temel hak ve özgürlüğüyle ters düşme durumlarının varlığı kadar “Batıya ve Batıla” önem verilmesidir...

Bakınız, İmam İbn Teymiyye bilindiği gibi Miladi 1263-1328 yılları arasında yaşayan çok büyük bir İslam allamesidir.

İlmi deneyimlerine dayanarak, “Devletleri ve Milletleri” yeryüzünde helak eden, nedenleri şöyle sıralıyor...

“-Devletlerin yok olmasının temel nedenleri zulümdür.

Cenab-ı Allah devletlerin gücünü tezbetez yeryüzünden silmez.

Mefhum itibariyle manevi bir kavramdır.

Amma velâkin.

Özellikle bir Müslüman devlet dahi olsa, zulmü ve mezalimi icra etmekten kendini koruyamıyorsa, kesinlikle yok olmaya mahkûmdur.

Yukarıda ayetle ifade ettiğimiz gibi…

İnsanların toplumsal günlük hayat akışları, adalet terazisiyle tartıldığı zaman, o zaman o devlet tezbetez yeryüzünden silinmez.

Bu itibarla denilmiştir ki;

“İnnellahe yukimu’d-devlete’l adilete ve inkânet kafireten”

Allahû Teâlâ yeryüzünde adaletle davranan devleti koruyor.

Kâfir dahi olsa, inanmıyorsa da küfürden ibaret yaşıyorsa bile o devlet Allah tarafından yaşatılacaktır.

“Vela yukimuz’zalimete ve inkânet muslimeten”

Müslüman olan bir devlet kendini zulümden, mezalimden koruyamıyorsa, Allah ona uzun hayat vermesini biçimlendirmez.

Yani ayakta durmaz.

Zira dünya adaletle ayaktadır.

Küfür bile olsa.

Ama zulüm olduğu zaman da Müslüman olsa bile uzun ömür yaşayamaz.

Bu tespit ve ifadeler; tarihi gerçeklerin haykırmasıdır!...

İlmi, bilimsel deneyimlerin uyarısıdır...

* * *

Sevgili dostlar.

Ders-i ibret olsun diye Diyarbakır’ımız ile ilgili yaşanmış tarihi bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum.

Ve hem de yalan söylemeyen yabancı tarihçilerin kaleminden bunu aktarıyoruz!.

Tarihi hadiseye ait küpürü de, yazıya iliştiriyorum..

Ancak şu gerçeği öncelikle aktarmak istiyorum..

Osmanlının tarih silsilesinde, özellikle son üç yüz senelik dönemi içerisinde, yaşadığı olumsuzluklar zinciri, düne ve bugüne özgü, çok şeyleri açığa çıkarmaktadır...

Ordunun bünyesinde kirli işler yapan birçok masonik kafaya sahip paşalar, kendi milletlerine çok büyük ihanetlikler içerisinde bulunarak, katliamlar yaptı..

Verilen görevler kötüye kullanıldı..

İğrenç işbirliklerine girdiler...

Acımasızca toplumun alın terinden meydana gelen kazançlara göz diktiler..

Talan yaptılar..

Devletin hazinesini soydular...

Çıkar ve menfaat teminine de giydirdikleri libas hep şu oldu..

 “Devletimizi ayakta tutmak için bu işlerin yapılması gerekiyormuş..”

* * *

Gelirsek, ders-i ibret noktasında Diyarbakır’da yaşanan hadiseye!..

Hadise şu..

Tarihi Deli İbrahim Paşa olarak adlandırılan bir zat-ı muhterem(!?), III. Murad zamanında Diyarbakır’a Vali olarak atanıyor.

Bu paşa, III. Murad’ın aynı zamanda kayınbiraderi..

Yani nüfuzlu...

Bütün devlet teşkilatları, yani bugünkü deyimle tüm kamu kurum ve kuruluşları “kayınbirader” nüfuzuyla, emrinde!

Allah’ı tanımıyor...

Eee, arkasında devlet de var...

Ki o devlette “akrabalık” nüfuzuyla var..

O zat-ı muhterem (!?) Paşa şımardıkça şımarıyor...

Himayesindeki millete, çok iğrençlikler yapıyor...

Irz, namus, mal, varlık, şeref, haysiyet, kişilik, zulüm ne derseniz, var...

Yani tek kelimeyle ne kadar insan temel hak ve özgürlüğüne aykırı iş ve eylemler, uygulamalar varsa hepsini ama hepsini bilaistisna millete acımasızca uyguluyor...

Burnundan kıl aldırmayan bir paşa yani!..

Yarattığı korku imparatorluğu yüzünden herkes suspus, ketum kalıyor..

Tabii ondan korkmayan namuslu vatandaşlar, durumu Sultan III. Murad’a iletiyorlar...

“Hünkârım bu paşa “bir maşa” gibi bizi ateşin içerisine atıyor...”

Sultan III. Murad, Meclis-i Şura denilen Danışma Meclisini topluyor.

Sonra mahkeme kuruluyor.

Ne var ki, kadı dahi Vali hakkındaki dosyayı inceleyemiyor.

Zira şahit bulamıyorlar.

Her ne kadar Padişah’a olaylar gizliden sunulmuşsa da ama herkes cesaret edip de mahkeme huzuruna çıkıp, açıkça dile getiremiyor.

Nedeni de açık…

Padişahın kaynı olduğu için...

Nüfuz sahibi..

Tabi o şikâyet, serzeniş, “kral çıplak” diyen namuslu vatandaşın mücadelesi sonuç vermiyor...

Böylelikle mahkeme bile dosyayı kapatıyor..

Sultan da onu oradan almıyor.

Hatta dahası onu şikâyet edenler dahi “gel buraya sen niye şikâyet etmişsin” denilerek ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

Onun yapmış olduğu işkence ve zulüm unsurları, oldukça kabarıyor.

İnsanlar, korkusundan saklanabileceği yerleri arıyor.

Hatta Diyarbakır’ın meşhur İçkale’sinin içine sığınanlar olmuşsa da onları topla tüfekle katlediyor.

* * *

Keza yine Osmanlının bu kez meşhur Muhammed Ali Paşa’sı Vali olarak Mısır ahalisine gönderiliyor.

Yalnız Mısır’la kalmıyor...

Şam, Hicaz, o İslam coğrafyasını geziyor...

Muhammed Ali Paşa da Fransa’nın Siyonist, ermeni mason locasına kaydediliyor..

Mısır’ı işgal eden Fransa ve İngiltere’nin ordularıyla adeta milletin üzerine bir despot kılıç oluyor.

O her iki İslam düşmanı olan devletler, demoklesin kılıcı gibi İslam coğrafyasının üzerine sallıyorlar.

Halkı inim inim inletiyor.

Ta ki zamanı gelince zulüm ortadan kalkıyor.

Ama ne yapacaksın ki zulüm ortadan kalkınca bu defa küfür o coğrafyaya takarrür ediyor.

Tıpkı diğer İslam ülkelerinin başına çöktüğü gibi…

Ve ta günümüze kadar devam ediyor.

İşte tarihi olaylardan bir nebzecik de olsa ibret almak lazım.

Bugünkü sohbetimizin temel amacı;

Devlet,  milletle el ele vererek daima siyasi oyunlar peşinde değil, adaletin ve hukukun üstünlüğünü ön plana alarak çok değerli yöneticileri, toplumda barışı sağlayan yöneticileri göndermeleri lazım.

Bu sohbetimiz daha devam edecektir.

En derin saygı ve sevgilerimle.