EY ÂLEM-İ İSLAM, NEREDEN YÜRÜYORSUN?!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre İslam dünyasının içine girmiş olduğu girdap, gerçekten çok tehlikeli bir girdap.

Hem boğucu, hem öldürücü, hem de yok eden bir girdap...

Girdap planlı ve çok yönlü…

Kısaca sahneye konulan senaryo, çok usta senaristlerce kaleme alınıp, uygulamaya sokulmuştur.

Yıllardan beri batı emperyalist dünyasının İslamofobi dediği, İslam tehlikesi olarak lanse etmeye çalıştığı "İslam düşmanlığı", bugün olayları deklare ederek nerdeyse hedefine ulaşmış durumda.

İşte, yıllar yılı ezeli düşman olarak küfür dünyası, entrikalı oyunlar ve kirli senaryolar organize ederek, "İslam’ı yok etme" çabası ne yazık ki her geçen zaman dilimi içerisinde oldukça kabarıyor ve tehlike saçıyor.

***

Bakınız, ister Amerika olsun, ister Rusya olsun.

Ya da, İngiltere olsun, Fransa olsun, Almanya olsun, Yunanistan olsun…

Hangi ülkeden söz ederseniz edin...

Hepsi, medya unsurlarıyla yüce İslam Peygamberi Efendimiz (S.A.V)’e yönelik kurmuş oldukları kirletme kurgusu hepimizin malumudur…

Ama gerçek odur ki, tüm bu "kirletmeye" yönelik kurguların hiç birsinin mayası tutmamaktadır.

İsviçre’den tutun da Fransa’ya kadar…

Charlie Hebdo’nun kirli senaryosuna kadar…

İslam dünyasını kışkırtmaya çalışa çalışa dev adımlarla ilerlediğini sanan batı emperyalizminin, inşallah ümit varız ki tüm emelleri kursaklarında kalacaktır.

Zira “Görünen köy kılavuz istemez!”…

***

Unutmayalım ki İslam dünyasını bu hale getiren senaristlerin senaryoları, I. Dünya Savaşından buyana uygulanmaktadır.

Hedef; Osmanlı saltanatının yıkılışını sağlamak…

Hilafet-i İslamiye’yi de dağıtmak…

Osmanlının son döneminde devletin en kilit noktalarından biri olan silahlı kuvvetlerin bünyesindeki yetişen nice ajanları satın almış ve kahraman silahlı kuvvetlerinin dizginini eline almış ve orduyu yanlış badirelere sürüklemişler, "savaşlar" kaybettirilmiş.

Ve İslam saltanatı, bu hainler tarafından emperyalist ülkelere peşkeş çekilmiştir.

Örnek vermek gerekirse?

İşte Sarıkamış Harekâtı…

Nitekim açıklamaya çalıştığımız tarihi gerçek de budur…

I. Dünya Savaşında Enver Paşa’nın kumandası altında 22 Aralık 1914’teki Sarıkamış Harekâtı, bunun bir göstergesidir.

***

Düşünün, sevgili okurlar.

Aç, susuz, perişan, giyimsiz 90 bin tane asker Rus ordusuna karşı mücadele vermeye gönderiliyor ve hiçbirisi kurtulamıyor ve karların altında donarak ölüyor.

Rus gâvurunun kurşunuyla değil, içimizdeki hıyanet ve ihanetin uygulamasıyla bunca asker ölüyor.

Nasıl ki, 1915’lerde Çanakkale’de mağlup düşen İngiliz ordusu, 1918’de tek bir kurşun sıkmadan gelip İstanbul’a oturması gibi…

Ki bu işgalden sonra cumhurun bulunmadığı bir cumhuriyetin kurulması…

Ve ardından 1924’te Hilafet-i İslamiye’nin ilgasıyla, ülke içinde başlayan iç kavga, kan ve gözyaşları…

İşte devlet o günden bugüne kadar ülke menfaati adına bir arpa boyu kadar ilerleme kaydedemedi.

Temel nedenleri ise;

Bu ülke, bu devlet yüz sene içerisinde ihanetlerle dopdolu yanlış politikalarla buraya kadar yürütüle gelmiştir.

*  *  *

Bakınız, daha çarpıcı örnek istiyorsanız.

Yıllardan beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da süre gelen terör odakları, başlı başına gelişi güzel, rasgele gelişen bir terör değildir…

Bu teröre göz kırpan ve terörün savunucularını devletin bütçesiyle besleyen ve TBMM’ne kadar taşıyıp seçim propagandası yapmak üzere milletin vergisinden bütçe hazırlayan basiretsizliklerle dolu bir politikadır…

İşte bu yanlış politikanın sonucu, Allah’ın her günü masum polis ve jandarma şahadeti gerçekleşiyor.

Emniyet Müdürlüklerinin ve Kolordu Komutanlıklarının önünde cenaze merasimleri düzenleniyor, kendi memleketlerine gönderiliyor ve defin töreni hazırlanıyor.

Ama kor ateş kimin yüreğine düşüyor; O şehidin aile efratlarına?

Bir de buna da demokrasi deniliyor.

Ben bugünkü hükümeti kastetmiyorum.

Benim kastım, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar gerçekleşen yamuk politikalardır.

Yamuk siyaset ve siyasileri kast ediyorum.

Deyim yerindeyse iki cılk yumurta gibi birini diğerine çarp misali, gelen giden iktidarlar olsun, muhalefetler olsun…

Hepsi sorumlu ve müsebbip!

* * *

Bakınız, bu yazıyı silah seslerinin gürültüsü altında yazıyoruz.

Atılan bombaların sesiyle kulağımız çınlıyor.

Sormazlar mı bu ne hal, hayrola?

Böyle siyaset, böyle anayasa, böyle kanunlar, böyle yasalar, bu milleti hiçbir yere götüremez?

İşte tüm bu kirli ve karanlık tezgâhlar emperyalist küfür dünyası tarafından hazırlanmış ve o itilaf devletlerinden teşekkül eden ezeli düşmanların hayata geçirdiği birer projelerdir.

Yaşanan ve yaşatılan bunca tahribat ve acıya rağmen, küfür dünyasının hala da içi rahat olmamıştır.

Beş yıldan beri Suriye’yi kan gölü haline getirdiler.

Milyonlarca insan; telef oldu, yok oldu, tehcir edildi, muhacir oldu, mülteci oldu.

Sadece ve sadece tek bir bayat kafalı, maymun suretli, domuz huylu bir Esad’ın hatırı için midir?

Ya da, onu babasıyla beraber ajan olarak kullanıp, o Suriye’nin güzel zenginliklerini Rus emperyalizmine peşkeş ettirmek için mi?

Ki hali âlem meydanda ve zaten gerçek de bu saydıklarımdır?

Keza Irak.

Keza Afganistan.

Şimdi o da yetmiyormuş gibi Şia mezhebinin azgın ve sapık İran devleti bu defa Rusya ile birleşiyor.

Sadece bir mezhepçilik sevdası ile batıl Şia mezhebinin hatırına binaen Suudi Arabistan’la kavgaya girmiştir.

Esed’in yanında yer alarak Suriye Müslümanlarıyla kavga etmiş, Türkiye’yle kavgaya girmiştir.

Bakınız, iki gün önce Suudi Arabistan 27 tane din adamını sırf Sünni oldukları için idam kararı almış.

Suudi Arabistan da bunun karşılığında, İran’dan gönderilen kışkırtıcı bir ajan olan Ayetullah Nemr’i(!) asmış ve İran ortalığı birbirine katmıştır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bunların hiçbiri kendiliğinden oluşmuyor?

Bunları oluşturan, uygulayan perde arkasındaki güç, emperyalist küfür dünyasıdır.

Bu küfür dünyası Ortadoğu Projesine göz dikmiş.

Petrolü yemek için ellerinden geleni ardlarına bırakmıyorlar.

Ama tüm bunlara rağmen, biz inanmış insanlar olarak hiçbir zaman ümitsiz yaşayamayız.

***

Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri yüz yıl önce “Muhakemat” isimli eserinde şöyle diyor;

“Ey İhvan-ı Müslimin!

Geliniz, İslamiyet’le barışalım.

Ona tarziye vereceğiz, biat elini uzatacağız.

El birliğiyle dest-i sadakati (sadakat elini) vereceğiz.

Birlikte biat edeceğiz.

İslam’ın habl’ul metinine (kopmaz zincirine) sımsıkı sarılacağız.

Hem de bilaperva buradan ilan ederim ki beni geçmiş asırların efkârına (fikirlerine) karşı mübarezeye (meydan okumaya heyecan veren) ve şecaate (cesarete) getiren yüz yıldan beri sevkul ceyş (manevi savaş orduları) ile kuvvet bulan ve bizi gayretine getiren itikadım ve yakinimdir.

Ki tüm bu keşmekeşlere rağmen, kesinlikle hak neş u nema bulacaktır (oluşma ve gelişme bulacaktır).

Her ne kadar toprakta gizlense bile İslam’ın taraftarları ve mültezimleri kesinlikle muzaffer olacaklardır.

Eğer çendan (her ne kadar) zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar bile en gür seda istikbalde İslam’ın olacaktır.

Hem de itikadım budur ki istikbale hüküm sürecek ve yeryüzünün her kıtasında hâkim-i mutlak olacak, yalnız ve yalnız hakikat-i İslamiyet’tir”

***

Evet, hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri ne diyorsa öyledir.

Ve devamla o büyük Üstat şöyle diyor;

“İstikbalin mutlu ve saadet sarayında taht kurup oturmaya hazırlayan ancak ve ancak İslam’ın hakikatleri ve maarifi olacaktır.

Yeryüzünü fethedebilecek, ancak İslam’ın gerçek yüzü olacaktır.

Zaten belirtiler de bunu gösteriyor”

Evet, sevgili okurlar.

İmam-ı Rabbani de Farsça bir şiirinde şöyle diyor;

“Cümle Şiran-ı cihan, beste in silsile-ent

Rube ez hile çısan bükselet in silsile-ra”

Yani tüm dünya yırtıcı aslanları birbiriyle bağlanarak halka oluşturdukları zaman, tilki hangi hileyle o halkayı delip geçecektir oradan?

Mümkün değildir”

En derin saygı ve sevgilerimle.